sınıflı toplum ölmüştür,
bir çevrim bitip bir diğeri başladığında her şey tamamen değişir. önceki çevrim tüm birikimiyle yeni bir çevrimin yetiştiği toprak olurken, toprakla üzerinde yetişen bitki kadar birbirine benzerler. ya da tam tersi benzemezler. madde, doğa yada insan büyük çevrimlerin içinden geçti. insan ve yarattığı toplumsallık ise geldiği bu tarihsel kavşakta yeni bir çevrimin eşiğinde duruyor. bizim sınıflı toplum olarak gördüğümüz çevrim kendi sonuna doğru hızla ilerliyor. yaşıyormuş gibi durduğuna aldanmamalıyız. sınıflı toplumun ruhu ölmüş vaziyettedir. bir şey ya da canlı ölürken önce ruhu ölür, fiziki varlığı da ruhun ardından hayata elveda der. sınıflı toplumun ruhu da aslında çoktan ölmüştür.

medeniyet yani sınıflı toplum biçimi, sümer'den beri yaklaşık olarak 7 bin yıldır devam ediyor. insanlığın yaşadığı bu dehşet dolu çevrimin sonundayız nihayet. nedenlerine bakalım. her çevrimine ait yasaların olduğunu biliyoruz. her çevrimin kendi ilerleyişinin içinde bizim ancak o çevrimin sonuna doğru daha net çözebildiğimiz kanunları bulunuyor. bu kanunlar o çevrimin kendi kanunları. biz sadece bunları görüp görmemek, keşfetmek konusunda kafa patlatıyoruz.
bireyin parçalanması,
işte içinde bulunduğumuz sınıflı toplum çevriminin bu yasalarından birine daha yakından bakacak olursak şunu görürüz. ''sınıflı toplum doğal çevrimden sonra ondaki yekpare insan toplumunu yani komünü sürekli parçalayarak ilerlemiş. önce sınıflara daha sonra zümrelere, tabakalara, mesleklere ve daha birçok bölünmeye uğramış. böylece parçalanma artık parçalanabilecek başka bir şey kalmadığı için toplumun en küçük birimine kadar gelip dayanmıştır;yani ''bireye''.
medeniyet, ilkel komünü esas olarak mülkiyet üzerinden parçalamıştır. yani bir ve tek olan ilkel komün, medeniyetle birlikte zengin ve yoksul olarak bölünmüştür. yani sermaye sahibi ve çalışan halk. temel yaşama biçimini belirleyen bu iki sınıf ayrımı diğer tüm ayrımları da belirler.ekonomiye veya siyasete yön veren de bu ayrımdır. eğitim, medya veya diğer tüm toplumsal yapılar da bu ayrıma göre biçimlenir diyebiliyoruz. işte komünün yekpare olan bu yapısı önce ikiye parçalanıyor. ancak, komünün tamamen yekpare bir yapı olduğunu söyleyemeyiz, buradaki yekparelik durumu uzlaşmaz çelişkilere sahip iki ayrı sınıf olmadığını anlatır. daha sonra ise yaklaşık 7 bin yıldır bu parçalanma süreci artarak devam etmiştir. ve artık insan insana güvenemeyecek duruma gelmiştir. kaldı ki parçalanma ''kişi'' ye kadar gelip dayandığı için kişi de kendine güvenemez durumdadır. işte ruhsal ve bedensel hastalıkların asıl kaynağı sınıflı toplumun bu yapısıdır.
bugün daha net olarak gördük ki sınıflı toplum sürekli parçalanarak ilerliyor. parçalanan asıl malzeme ilkel komün temelidir. bu parçalanmayı tarih içinde takip ettiğimizde bunun kişiyi kendi iç kişiliklerine kadar parçaladığını görüyoruz. kişi kendi iç kişiliklerine kadar parçalanmıştır. kişinin dahil olduğu her toplumsal gruptan edinilmiş çeşitli karakterlerin hemen hepsi kişideki beyin yönetimine taliptir. kişinin içindeki bu karakterlerin değişik ilişkiler içindeyken içinde bulundukları toplumsal yapıya uyum sağlayan karakteri yönetimi alır ve kişi adına çeşitli kontratlar yapar. diyelim eşinin yanında (aile toplumsal grubunda) tek eşliliği savunurken, kankasına ''hadi kız ayarlayalım'' diyen başka bir karakter çıkar ortaya. kankaları şimdilik burada bırakıp asıl konumuza geri dönelim.
üretim sapıklığı insanı bozar,
sınıflı toplumun üretim ve tüketim üzerine kurulan işleyişi tam yedi bin yıldır ve belki daha fazla bir zamandır insanı hasta ediyor. toplum yapısı komünün bozulmasıyla ''yaşamak uğraşını'' üretmek uğraşına dönüştürmüştür. üretmenin bizatihi kendini önemliymiş gibi bir algı yaratmıştır. üstelik eğitimle, kültürle, akademiyle bunu tüm bireylerin beynine enjekte etmek için örgütler kurarak aktif bir çaba göstermiştir. yaşadığımız gerçek budur.
peki, insan için asıl amaç üretimin kendisi olabilir mi? elbette üretim de yapılmalı ancak bu üretim, yaşamak amacının emrinde bir üretim olmalıdır. yani asıl amaç yaşamak ve yaşatmaktır, yoksa sapıkça üretim ve tüketim değil. insan zihnini temel kuruluşuna aykırı bir noktaya sürüklemek belki de sınıflı toplum kültürünün en büyük başarısı olmuştur. bu süreç içinde insan temel yapısına aykırı yaşadığı için hastalanmıştır. tabi hastalanan bu insanı ''tamir etmek'' için hızlı girişimcilerimiz hastane sektörünü hemen icat etmiştir. zamanla tıp, psikoloji gibi bilimleri de yedeğine alarak kullandığını unutmayalım. bu girişimciyi, mülkiyeti, parası ve hastanesiyle burada bırakıp biz yine asıl konumuza dönelim.
böylece sınıflı toplum çevrimi, insan toplumunun parçalanabilecek en temel yapısını da böylece parçalamıştır. yani bireyi darmadağın etmiştir. bu parçalanmadan ortalığa saçılan ise ''kişinin açlıklarıdır''. insan, her bir çevrimde, daha fazla insanlaşabilmek için bir üst çevrime ilerleyebilmek için, bir önceki çevrimin temel unsurlarını bastırmıştır. örneğin doğal çevrimdeyken içgüdülerini bastırarak hayvandan evrilip insan toplumunu yaratabilmişti. yani önceki çevrimin temel dinamiği olan içgüdülere yasaklar koymuştu. bu yasaklardır ki, tüm doğa çevrimini ''bilinçaltı'' haline getirmiştir. ancak her ne kadar bir önceki çevrimin temel dinamiklerini yasaklasa da kaybolmamıştır bu dinamikler. işte bizim bilinçaltı dediğimiz de budur. bilinçaltına itilen eski çevrime ait bu dinamikler zaman zaman ortaya çıkıp, bilinci kolayca yerle bir etmesinin nedeni de budur. konuyu dağıtmamak için nedenlerine fazla girmeden bir cümle ile geçelim. bilinçaltının tarihi neredeyse üç milyar yıldır, bilinç onun yanında dün ki çocuk kalır. ama yine de bilinç tüm zihne hakim olmak üzere ortaya çıkmıştır. bilinç-bilinçaltı yayı dediğimiz temel yapı budur. hep bilinçten yana olmuştur beynin ilerleyişi. ancak bilinçaltını tanıyarak onu bilincin hizmetine almazsak bize öyle yerde öyle bir oyun oynar ki ''hayret ben bunu nasıl yaptım'' olur. hani zaman zaman öylesine olaylarla karşılaşırız ki donup kalırız. anlam veremeyiz. bunu bu insan nasıl yaptı diye işin içinden çıkamayız. işte bilinçaltı tam da orada bilinci yerle bir etmiştir. bu yerle bir edişler genellikle önceki çevrimlerde baskılanan unsurlardır. doğa gibi, cinsellik, insani yücelim gibi (ki insana yücelmek şöhret adı altında hastalıkta zirve yapar) açlıklar oluşturur. her beyin bu açlıklarını yeterince tanır ve bilinciyle uyumlu hale getirebilirse gerçek yeteneklerini geliştirmek için de fırsat yakalamış olur. elbette bunun için çevrimlerin ilerleyişini ve kendisindeki yansımalarını görebilmeli. çevrim bakışıyla bu konuda geliştirebildiğimiz ve düşünen tüm kafalara önerebileceğimiz yöntemler elbette var ancak daha kapsamlı çalışmalarla geliştirilmesine de ihtiyaç var.
komün genetiği ve kültürünün parçalanması,
insan içgüdülere yasak koyarak insanlaşabilmiştir yani ilkel komünü yaratmıştır, demiştik. klasik bilimin söylediği teknik, alet kullanımı ise daha sonra gelir. komünden sonra gelişen sınıflı toplum düzeni ise aynı şekilde komünün temel dinamiklerini baskı altına alır. komünde herkes birdir, daha doğrusu tüm üyeler eş değerlidir. mülkiyet yoktur, herkesin silahı vardır ve kimse kimseye höt diyemez. kardeşlik vardır, hangi çocuk kimindir pek de önemli değildir. tüm çocukları herkes kendi çocuğu gibi bilir ve ilgilenir. senin benim davası yoktur, dava da yoktur, mahkeme de yoktur. topluluğun uyması gereken yaşama ve üremeye dair basit kuralları herkes bilir ve totem dediğimiz olgu da bunları simgeler. herşey herkesin olduğu için mülkiyet kavramı da yoktur. işte sınıflı toplumun baskı altına aldığı, komünün bu temel dinamikleridir. bu dinamikleri komün genetiği ve komün kültürü olarak sınıflandırabiliriz. komünün yarattığı hemen her şey medeniyet tarafından tarumar edilir.
sınıflı toplumun dağıtılması,
sınıflı toplum, nasıl komünü baskı altına alıp fiilen yok etmişse sınıflı toplumun kendisi de içine girdiğimiz çağla birlikte aynı kadere doğru yol alıyor. işte tamda bu noktada sınıflı toplumun ruh ölümünden bahsetmeliyiz. sınıflara parçalanmış bu toplumsallığın kişinin beynine yazdığı ne varsa karışmış durumdadır. sınıflı toplumun enjekte üretim ve tüketim süreçlerinin ötesinde bir hayatın arayışı çoktan beri başlamıştır. sınıflı toplum, komünü parçalayarak ilerledi ve bu parçalanma artık kişiye kadar varmıştır dedik. içine girdiğimiz çağ ise ''tüm akışın bütünsel kavrayışı ile bireyin toparlanacağı insanlaşma çağıdır''. insanlaşma çağının girişinde ise yeni nesiller ve kadınlar duruyor. zaten bizim sözümüz de emeğimiz de onlar için. sınıflı toplumu aşan yeni bir toplumsallık arayışı kişinin toparlanmasıyla eş zamanlı olarak sürer.
kişi toparlandıkça bir sonraki toplumsal çevrimin yepyeni bir unsuru haline gelir. günümüzde açılmış bu çağ kendini toparlayıp bizim ''bireysel erk'' dediğimiz enerjiyi ortaya çıkardıkça sınıflı toplum o kişide ruh olarak yok olur. ancak kişi bir süre daha sınıflı toplumun mülkiyet, para, pul, siyaset, şöhret vb türden dinamiklerinden yine de etkilenir. çünkü, kişi bir önceki sınıflı toplum çevrimine varlık kazandıran ne kadar dinamik varsa hepsiyle birer birer hesaplaşmak zorundadır. hesaplaşır da, bu hesaplaşmada onu gerileten en önemli dinamiklerden biridir mülkiyet ilişkileri. kişi mülkiyeti baskı altına alabildiği ve hakkıyla kontrol edebildiği oranda yeni çevrimin bu konudaki davranışlarını geliştirir. sınıflı toplumun mülkiyete bağlı diğer hastalıkları da keza kişinin baskı altına alıp kontrol etmek zorunda olduğu dinamiklerdir.
mülkiyet sadece bir örnek, eski çevrimlerde baskı altına alınan ve bugün kişide ortaya çıkan her türden açlık için aynı şeyi söyleyebiliriz.
bireysel erk geliştikçe sınıflı toplum kültüründen gelen her önermeye ''dağılın lan'' diyen bir bilinç ortaya çıkar. bilinç önde olmak üzere bilinç-bilinçaltı uyumu kurallaştıran birey, hakikaten dağıtır ve kendi gibi olanlarla el ele tutuşur. ondan sonra ne yapmak istiyorsa o'dur. böyle bir bireyin ''istek kalemleri'' mutlaka doğa ve insan uyumuna göredir. o yüzden o'nun için ya da ona karşı yasak, günah, yanlış gibi kelimeler hemen hemen hiç kullanılamaz.
kişi toparlandıkça bir sonraki toplumsal çevrimin yepyeni bir unsuru haline gelir. günümüzde açılmış bu çağ kendini toparlayıp bizim ''bireysel erk'' dediğimiz enerjiyi ortaya çıkardıkça sınıflı toplum o kişide ruh olarak yok olur. ancak kişi bir süre daha sınıflı toplumun mülkiyet, para, pul, siyaset, şöhret vb türden dinamiklerinden yine de etkilenir. çünkü, kişi bir önceki sınıflı toplum çevrimine varlık kazandıran ne kadar dinamik varsa hepsiyle birer birer hesaplaşmak zorundadır. hesaplaşır da, bu hesaplaşmada onu gerileten en önemli dinamiklerden biridir mülkiyet ilişkileri. kişi mülkiyeti baskı altına alabildiği ve hakkıyla kontrol edebildiği oranda yeni çevrimin bu konudaki davranışlarını geliştirir. sınıflı toplumun mülkiyete bağlı diğer hastalıkları da keza kişinin baskı altına alıp kontrol etmek zorunda olduğu dinamiklerdir.
mülkiyet sadece bir örnek, eski çevrimlerde baskı altına alınan ve bugün kişide ortaya çıkan her türden açlık için aynı şeyi söyleyebiliriz.
bireysel erk geliştikçe sınıflı toplum kültüründen gelen her önermeye ''dağılın lan'' diyen bir bilinç ortaya çıkar. bilinç önde olmak üzere bilinç-bilinçaltı uyumu kurallaştıran birey, hakikaten dağıtır ve kendi gibi olanlarla el ele tutuşur. ondan sonra ne yapmak istiyorsa o'dur. böyle bir bireyin ''istek kalemleri'' mutlaka doğa ve insan uyumuna göredir. o yüzden o'nun için ya da ona karşı yasak, günah, yanlış gibi kelimeler hemen hemen hiç kullanılamaz.
kişisel erk,
çevrimin bütünselliğini gördükçe bir önceki çevrimi sansürleme kanunu yön verir bu sürece. bir önceki çevrim sınıflı toplum olunca ona dair ne varsa insanın beyninde yeniden organize olmaya doğru ilerler. mülkiyet, para ve bunların hakimiyetini devam ettiren her şey yeni anlamlar kazanır. artık onun için mülkiyet yavaş yavaş geride kalan bir anıdır. birlikte yaşadığı insanların evi de onun evidir, ya da herhangi bir varlığı da onun varlığıdır. bu mülkiyet tanımaz tutum şimdilik ya da şimdiye kadar ortaya çıkan biçimleriyle konuşursak örneğin o evin çekip çevirilmesi işini henüz başaramamaktadır. bu arkadaşı da burada bırakıp devam edelim.
sınıflı toplumun temel dinamikleri bir sonraki çevrimin içine giren ''modern komünün öncü beynine sahip toparlanmış kişi'' tarafından baskı altına alınır. kendisini ''yeni bir ben ve yeni bir toplum'' olarak var edebilmesinin temel koşuludur bu. sınıflı toplumun mülkiyetini, siyasetini, eğitimini, kültürünü, beslenmesini hatta sevişmesini bile bünyesinden atarak gelişebilir. buradaki gelişimin yeri ise kişi beynidir. kişi, beyninin yeniden organize olmasıdır aslında tüm süreç. eski sınıflı toplumun saçma sapan dinamiklerine göre düşünmeyen bir beyin haline gelmektedir. bu gelişim sınıflı toplumu genel olarak anlamış ve onun nimetlerini tatmış yada aklıyla çözmüş yani onlara doymuş öncü beyinlerde olur önceleri. ama en çok da yeni nesiller ve kadınlarda.
sınıflı toplumun temel dinamikleri bir sonraki çevrimin içine giren ''modern komünün öncü beynine sahip toparlanmış kişi'' tarafından baskı altına alınır. kendisini ''yeni bir ben ve yeni bir toplum'' olarak var edebilmesinin temel koşuludur bu. sınıflı toplumun mülkiyetini, siyasetini, eğitimini, kültürünü, beslenmesini hatta sevişmesini bile bünyesinden atarak gelişebilir. buradaki gelişimin yeri ise kişi beynidir. kişi, beyninin yeniden organize olmasıdır aslında tüm süreç. eski sınıflı toplumun saçma sapan dinamiklerine göre düşünmeyen bir beyin haline gelmektedir. bu gelişim sınıflı toplumu genel olarak anlamış ve onun nimetlerini tatmış yada aklıyla çözmüş yani onlara doymuş öncü beyinlerde olur önceleri. ama en çok da yeni nesiller ve kadınlarda.
bireysel erk ya da kişi gücü kavramlarını bireysellikle, bencillikle karıştırmayalım. bireysellik veya bencillik civarındaki tüm insan davranışlarını bildiğimiz gibi sınıflı toplum körükler ve bunlardan nemalanır, ömrünü uzatmaya çalışır. gördüğümüz gibi anlamları tamamen farklıdır.
ütopik_liberal_gerçek,

ütopik olarak uç veren, eski çevrimin eleştirisi üzerinden gelişen bu biçim yavaş yavaş onun daha karmaşık ve uygulanabilir hallerine dönüşür (sovyetler ve reel sosyalizm). daha sonra ise tüm çevrimin bilgisi ortaya çıktığı için bir sonraki toplumsal çevrim gerçeğe dönüşür.
bugün ülkemizde de nereye bakarsak paylaşımdan yana konuşan ve bunu bizzat yapan insanlar görürüz. bunlar ne ütopikler gibi sözde kalırlar ne de organize örgütler vasıtasıyla çaktırmadan sınıf işlerine bulaşırlar. söylüyorlar ve yapıyorlar. ancak şu var ki bunlar ilk örneklerdir. bir yaşam biçimi olarak böyle değerlendirilirse okunabilir hale gelirler. takas ekonomisini yaymaya çalışan gruplardan tutun da, kendi domatesini yetiştirmek için köylere yerleşenlere, sürdürülebilir ekonomik modellerden, armağan kültürünü esas alanlarına kadar çok çeşitli ve çok renkli insan topluluklarıdır bunlar. bu eğilimler özellikle günümüz için çok değerlidir. üstelik bunların hiçbir yöntemi daha önceki çevrimlerde kullanılmış yöntemlere benzemez. örneğin öldürmek ya da şiddet yerine daha çok hayat içinde yaşayarak ve yaşatarak ikna yöntemini kullanırlar. yinelemekte fayda var ki, liberale yakın ilk biçimlerdir ve yeni çevrimin gelişimini anlayamayıp, ayak uyduramazlarsa kastlaşıp sorun haline de gelebilirler.
bugün ülkemizde de nereye bakarsak paylaşımdan yana konuşan ve bunu bizzat yapan insanlar görürüz. bunlar ne ütopikler gibi sözde kalırlar ne de organize örgütler vasıtasıyla çaktırmadan sınıf işlerine bulaşırlar. söylüyorlar ve yapıyorlar. ancak şu var ki bunlar ilk örneklerdir. bir yaşam biçimi olarak böyle değerlendirilirse okunabilir hale gelirler. takas ekonomisini yaymaya çalışan gruplardan tutun da, kendi domatesini yetiştirmek için köylere yerleşenlere, sürdürülebilir ekonomik modellerden, armağan kültürünü esas alanlarına kadar çok çeşitli ve çok renkli insan topluluklarıdır bunlar. bu eğilimler özellikle günümüz için çok değerlidir. üstelik bunların hiçbir yöntemi daha önceki çevrimlerde kullanılmış yöntemlere benzemez. örneğin öldürmek ya da şiddet yerine daha çok hayat içinde yaşayarak ve yaşatarak ikna yöntemini kullanırlar. yinelemekte fayda var ki, liberale yakın ilk biçimlerdir ve yeni çevrimin gelişimini anlayamayıp, ayak uyduramazlarsa kastlaşıp sorun haline de gelebilirler.
yeni çevrimin bilinci ve geri dönüşleri,
çevrimler birbirini sansür ederek yoluna devam ederken eski çevrim, yeni çevrimin içinde arada bir hortlamaktadır. tüm çevrimlerin insan beyninde kendi yansımaları bulunuyor. o yüzden her çevrimde olup bitenlerin iz düşümlerini insan beyninde görebiliyoruz. örneğin doğal çevrimin içgüdüleri toplum tarafından bastırıldığı halde arada bir her insanda ortaya çıkarlar. toplumu temsil eden bilinç, bazen bilinçaltı tarafından (doğal çevrimin beyindeki izdüşümü) alaşağı edilir. hayvansal açlıklar, insan bilincini ele geçirir. sosyal ve cinsel yasaklar şeklinde organize olmuş bilincin koyduğu bu yasakları tanımaz. onu, yani yasakları arada bir deler geçer. aynı işleyiş sınıflı toplum ile insanlaşma çevrimi arasında da yaşanır. insanlaşma çevriminin bilincine sahip bireyde de, bastırılan sınıflı toplum dinamikleri aynı şekilde arada bir ortaya çıkabilir.
her ne kadar modern komün beyinde organize olmaya başlamışsa da arada bir sınıflı toplumun alışkanlıkları, davranışları insan bilincini yeri geldiğinde yoklar. örneğin mülkiyet dinamiği hala işliyorsa birlikte yaşadığı insanlardan sakladığı özel mülkiyetler edinir arada bir. ancak kişi toparlandıkça bu eğilim kalmaz. ya da eski çevrimlerin halleriyle yücelmeye çalışabilir, mesleği ile, etnik kökeniyle, parasıyla ya da parasızlığıyla gibi. hatta zaman zaman hastalıklarıyla bile yücelmeye çalışabilir insan. işte modern komünde de ruhsal hastalıklar buradan temel alır.
tüm akış nöronlarda,
her çevrimin insan beyninde kendi izini bıraktığını söylemiştik. beyindeki merkezlerin oluşum sırası çevrimlerin tarihsel sırasının aynısıdır. daha da ötesi kişinin yaşadığı tüm aşamalar çevrimin tarihsel sırasıyla paralel olarak yaşanır. nöroloji biliminin önümüze koyduğu veriler bu sentezi tamamıyla destekliyor. bu paralelliği, beynin anne karnındaki gelişiminden başlayarak izleyebiliyoruz. örneğin, kulağımızın olduğu yerde solungaçlar gözlenir, önce konuşma, daha sonra yazma merkezleri oluşur. fazla örnek sıralamaya gerek yok, kısacası çevrimde olup biten herşey kendi sırasıyla oluşur, insan beyni bedeni ve ruhundaki yerini alır. konudan uzaklaşmamak için uzatmadan geçiyorum. insan hayvan beynine yasaklar koydukça ön beyni gelişmiştir. fosillere baktığımızda en eski beynimiz olan beş duyu merkezi önce belirdiği halde daha sonra ön korteks dediğimiz insan beyni gelişmiş, geliştikçe beyindeki etkinliği de artarak bu fizyolojisine de yansımıştır.
doğal çevrimden sonra beyin, bilinç-bilinçaltı olarak bölünmüş (ruh), ancak gelişme hep bilinç lehine olmuştur. bu temeli kullanarak önce ilkel komün çevrimini daha sonra ise sınıflı toplum çevrimini yaratabilmiştir. ve akış bir sonraki çevrimi organize etmek üzere işlemiştir. işte psikolojik rahatsızlıkların temel nedeni olarak insanın kişisel tarihini olağan yaşamaması ise eğer bahsettiğimiz çevrim bakışıyla bu olağandışılığın hangi aşamada ortaya çıktığını da tespit etmek kolaylaşıyor.

ruhsal çöküntünün yeri,
insanda bir davranış olarak ortaya çıkan herhangi bir ruhsal rahatsızlığın hangi çevrimin ürünü olduğu bulunmalı öncelikle. ruhsal hastalıkları ya da kişinin istemediği davranışlarını ele alırken öncelikle o kişinin kişisel tarihindeki yerine daha sonra ise çevrimdeki yerine bakmalıyız. problemin o kişinin kişisel tarihinde ne zaman ortaya çıktığı, hangi biçimlere girerek günümüze geldiğini bilmek ilk adım. daha sonra bu problemin çevrimdeki yerini bularak devam etmeli.
diyelim büyüdüğünü kanıtlamak için sigara içen bir örnek karakterimiz var. bu karakterin sigara içmesinin nedeni ''büyüdüğünü hissetmek ve bununla gururlanmak,yücelmek''tir. sigara içme davranışı ile davranışa neden olan duygu arasındaki ilişkiyi bulmak önem kazanıyor burada. davranışın duygu kökünü bulmaktan bahsediyoruz. örnekteki kişi büyüdüğünü hissetmek istediği, muhtemelen ergenlik çağını yaşadığı bir zamanda başladı sigaraya. çünkü bu duygu o yaşların duygusudur ve ergenliği yaşayan biri komün çevrimini kendi bünyesinde tekrar ediyor demektir. bu duygu o çevrime ait bir duygudur. şimdi sigara örneğini aklımızda tutarak başka bir yere çapa atalım.
dede korkut ve muhammet,
boğaç han hikayesini hatırlayalım, boğaç han'a ismi bir boğayı yumruğuyla yere serdikten sonra verilmişti hikayede. hikaye, göçebe türk komünleri arasında o aşamada ortaya çıkmıştı. hikayenin özü komün boylarının bireyleri özel bir isim almak için bir yetenek bir özellik göstermesi üzerine kurulu. bu yeteneği ya da işi ortaya çıkardığında bir isim almaya hak kazanıyor o kişi. artık bir erişkin, olgun bir insan kabul ediliyordu. komün bilgelerinin bu hikaye yolu ile vurguladıkları gerçek şudur ''topluluğun içinde özel adınla tanınman için büyümüş olman gerekir, bunun için de seni anlatan bir iş yapmalısın''. o çevrimin en ileri bilgileri arasında yer alan bu bilgi efsane yoluyla anlatılıyor. bildiğimiz gibi nesilden nesile bilgi aktarımı o çevrimde efsanelerle, masallarla, destanlarla yapılıyordu. bu destanda da aynı şey yapılıyor ve çağının en ileri bilgisini barındırıyor. o bilgiye biraz daha yakından bakalım. dede korkut hz.muhammet'le aynı nesilden. ancak biri göçebe komün halinde yaşarken bir diğeri islam dini ile medeniyete geçmişti. dede korkut herkesin mensup olduğu boyun adıyla tanındığı bir dönemde yaşıyor. bu göçebe türk boyları, elbette daha güneydeki medeniyetle temas halindeydi. dede korkut'tan sonraki dönemde oğuzlar medeniyetle daha fazla tanışacaklar ve en sonunda yıkılan islam medeniyetini yeniden canlandıracaklardı (rönesans). işte dede korkut'un yaşadığı zamanın en büyük ihtiyacı göçebe boyların medeniyete girişleri idi. o yüzdendir ki dede korkut medeniyete geçişin adımlarından biri olan ''bir insana özel isim verilmesi''nin artık olağanlaştığı bir zamanda yaşamış ve bunun gereği olarak destanı anlatmıştır. aynı boya üye olan herkes birbirlerine arkadaş, kardeş, karındaş olarak hitap ediyorlardı. özel isim yok denecek kadar azdı. komünün şefliğini yapan kağan ile komünde özel işlevleri yerine getiren kişiler dışında özel isim kullanılmıyordu. buna ihtiyaç yoktu. herkes hemen hemen aynı işi yapıyor ve birinin diğerinden ayrılmasını gerektirecek özel bir mülkü, birikintisi ayrıcalığı yoktu. dikkat edilirse en fazla komün şefi ya da otacısı, şifacısı, şamanı özel isimlidir, yani ayrıcalık edinildikçe özel isim alınıyor. ancak komün hayatı parçalanmaya başlayıp komün üyeleri arasındaki farklılıklar da artınca özel isim ihtiyacı duyulmuştur. işte bu farklılıkları ifade etmek için özel isim gerekmiştir. dede korkutun hikayesinde anlatılan da budur. toplum hayatında bireyleri birbirinden ayırmayı gerektiren farklılıklar birikmiştir. bundan dolayı tüm bu farkları pratikte ifade etmek için özel isimler gereklidir. ancak bu özel ismi yetişkinler alabilir. yetişkin olmak demek o kişiyi diğerlerinden ayıran özelliğin, yeteneğin ne olduğunun bilinmesi ile mümkündür. boğaç han'da hikayede boğayı yere sererek, güçlü, kuvvetli, kahraman biri olarak bilinir hale geldiği için ona boğaç adı veriliyor. büyümesi yüceltiliyor ve yetişkinler arasında özel bir yeri, özel bir adı oluyor. yani medeniyet dediğimiz sınıflı toplum biçiminin kültürel antrenmanlarından biri gerçekleşmiş oluyor. komün'de herkes için gerekmediği halde, medeniyette herkese özel bir isim gereklidir. dede korkut işte bunun habercisidir. bunu anlatır destanıyla.
asıl konumuza geri dönersek, benzersizliğini koruyarak tüm çevrimi kendi bünyesinde tekrar ederek hiç kimseye benzemeyen bir tarzda yaşar, demiştik. ergenlik dönemini yaşayan insan ise komün çevriminde demektir. büyümek, olgunlaşmak, kendini ispatlamak, bağımsızlaşmak ve kendi ayrıcalıklarını fark etmekle yüklüdür bu çağı yaşayan insan. ''ben varım, beni fark edin'' zamanıdır. yani tam da kömün aşamasıdır. eğer bu fark edilme, kabul edilme gecikirse biraz sonra elde kılıç medeniyete (okul, aile, çevre) karşı tüm gücüyle saldırıya geçer. bu duygu ile büyüdüğünü, olgunlaştığını kendisine ve herkese ispatlamak için sigara içer. burada, ''büyümek ve dikkate alınmak duygusu ile sigara içme davranışı arasındaki bağı'' görmüş oluyoruz. karakterimiz büyüklerin sigara içtiğini gerçek hayatta görür ve ergenlikten çıkıp büyükler arası ilişkilere dahil olabilmenin sigara ile ilgisini kurar. sigara içen büyümüş bir insan olduğuna göre o halde büyüdüğünü kendisine ve çevresine göstermek için sigara içebilir. eğer kişi büyüdüğünü kanıtlamak duygusu ile sigara içmek arasındaki bağlantıyı görürse ruhsal rahatsızlığın teşhisine dair önemli bir bilgi edenmiş olur. tam da burada onu sigara içmeye iten nedeni anlamış olur.
büyüdüğünü kendisine ve çevresine kanıtlamak için daha olumlu bir davranışı ise ancak bundan sonra geliştirebilir. örneğin büyüdüğünü, yaptığı işi ancak büyümüş, olgunlaşmış birinin yapabileceğini düşünerek pek ala kanıtlayabilir. ya da başka bir yolla yapabilir. dolayısıyla duyguyu başka bir olumlu davranışa dönüştürmüş oluyoruz. kişiyi o davranışa götüren duyguyu bulunca o duyguyu daha olumlu bir yönde işlemek mümkün hale gelir. böylece sigara içmekle değil örneğin gitar çalarak yücelebileceği bir ortam bulursa sigara davranışı da ortadan kalkmış olur.
aşırı yemek ve korku,
insanda bir davranış olarak ortaya çıkan herhangi bir ruhsal rahatsızlığın hangi çevrimin ürünü olduğu bulunmalı öncelikle. ruhsal hastalıkları ya da kişinin istemediği davranışlarını ele alırken öncelikle o kişinin kişisel tarihindeki yerine daha sonra ise çevrimdeki yerine bakmalıyız. problemin o kişinin kişisel tarihinde ne zaman ortaya çıktığı, hangi biçimlere girerek günümüze geldiğini bilmek ilk adım. daha sonra bu problemin çevrimdeki yerini bularak devam etmeli.
diyelim büyüdüğünü kanıtlamak için sigara içen bir örnek karakterimiz var. bu karakterin sigara içmesinin nedeni ''büyüdüğünü hissetmek ve bununla gururlanmak,yücelmek''tir. sigara içme davranışı ile davranışa neden olan duygu arasındaki ilişkiyi bulmak önem kazanıyor burada. davranışın duygu kökünü bulmaktan bahsediyoruz. örnekteki kişi büyüdüğünü hissetmek istediği, muhtemelen ergenlik çağını yaşadığı bir zamanda başladı sigaraya. çünkü bu duygu o yaşların duygusudur ve ergenliği yaşayan biri komün çevrimini kendi bünyesinde tekrar ediyor demektir. bu duygu o çevrime ait bir duygudur. şimdi sigara örneğini aklımızda tutarak başka bir yere çapa atalım.
dede korkut ve muhammet,
boğaç han hikayesini hatırlayalım, boğaç han'a ismi bir boğayı yumruğuyla yere serdikten sonra verilmişti hikayede. hikaye, göçebe türk komünleri arasında o aşamada ortaya çıkmıştı. hikayenin özü komün boylarının bireyleri özel bir isim almak için bir yetenek bir özellik göstermesi üzerine kurulu. bu yeteneği ya da işi ortaya çıkardığında bir isim almaya hak kazanıyor o kişi. artık bir erişkin, olgun bir insan kabul ediliyordu. komün bilgelerinin bu hikaye yolu ile vurguladıkları gerçek şudur ''topluluğun içinde özel adınla tanınman için büyümüş olman gerekir, bunun için de seni anlatan bir iş yapmalısın''. o çevrimin en ileri bilgileri arasında yer alan bu bilgi efsane yoluyla anlatılıyor. bildiğimiz gibi nesilden nesile bilgi aktarımı o çevrimde efsanelerle, masallarla, destanlarla yapılıyordu. bu destanda da aynı şey yapılıyor ve çağının en ileri bilgisini barındırıyor. o bilgiye biraz daha yakından bakalım. dede korkut hz.muhammet'le aynı nesilden. ancak biri göçebe komün halinde yaşarken bir diğeri islam dini ile medeniyete geçmişti. dede korkut herkesin mensup olduğu boyun adıyla tanındığı bir dönemde yaşıyor. bu göçebe türk boyları, elbette daha güneydeki medeniyetle temas halindeydi. dede korkut'tan sonraki dönemde oğuzlar medeniyetle daha fazla tanışacaklar ve en sonunda yıkılan islam medeniyetini yeniden canlandıracaklardı (rönesans). işte dede korkut'un yaşadığı zamanın en büyük ihtiyacı göçebe boyların medeniyete girişleri idi. o yüzdendir ki dede korkut medeniyete geçişin adımlarından biri olan ''bir insana özel isim verilmesi''nin artık olağanlaştığı bir zamanda yaşamış ve bunun gereği olarak destanı anlatmıştır. aynı boya üye olan herkes birbirlerine arkadaş, kardeş, karındaş olarak hitap ediyorlardı. özel isim yok denecek kadar azdı. komünün şefliğini yapan kağan ile komünde özel işlevleri yerine getiren kişiler dışında özel isim kullanılmıyordu. buna ihtiyaç yoktu. herkes hemen hemen aynı işi yapıyor ve birinin diğerinden ayrılmasını gerektirecek özel bir mülkü, birikintisi ayrıcalığı yoktu. dikkat edilirse en fazla komün şefi ya da otacısı, şifacısı, şamanı özel isimlidir, yani ayrıcalık edinildikçe özel isim alınıyor. ancak komün hayatı parçalanmaya başlayıp komün üyeleri arasındaki farklılıklar da artınca özel isim ihtiyacı duyulmuştur. işte bu farklılıkları ifade etmek için özel isim gerekmiştir. dede korkutun hikayesinde anlatılan da budur. toplum hayatında bireyleri birbirinden ayırmayı gerektiren farklılıklar birikmiştir. bundan dolayı tüm bu farkları pratikte ifade etmek için özel isimler gereklidir. ancak bu özel ismi yetişkinler alabilir. yetişkin olmak demek o kişiyi diğerlerinden ayıran özelliğin, yeteneğin ne olduğunun bilinmesi ile mümkündür. boğaç han'da hikayede boğayı yere sererek, güçlü, kuvvetli, kahraman biri olarak bilinir hale geldiği için ona boğaç adı veriliyor. büyümesi yüceltiliyor ve yetişkinler arasında özel bir yeri, özel bir adı oluyor. yani medeniyet dediğimiz sınıflı toplum biçiminin kültürel antrenmanlarından biri gerçekleşmiş oluyor. komün'de herkes için gerekmediği halde, medeniyette herkese özel bir isim gereklidir. dede korkut işte bunun habercisidir. bunu anlatır destanıyla.
asıl konumuza geri dönersek, benzersizliğini koruyarak tüm çevrimi kendi bünyesinde tekrar ederek hiç kimseye benzemeyen bir tarzda yaşar, demiştik. ergenlik dönemini yaşayan insan ise komün çevriminde demektir. büyümek, olgunlaşmak, kendini ispatlamak, bağımsızlaşmak ve kendi ayrıcalıklarını fark etmekle yüklüdür bu çağı yaşayan insan. ''ben varım, beni fark edin'' zamanıdır. yani tam da kömün aşamasıdır. eğer bu fark edilme, kabul edilme gecikirse biraz sonra elde kılıç medeniyete (okul, aile, çevre) karşı tüm gücüyle saldırıya geçer. bu duygu ile büyüdüğünü, olgunlaştığını kendisine ve herkese ispatlamak için sigara içer. burada, ''büyümek ve dikkate alınmak duygusu ile sigara içme davranışı arasındaki bağı'' görmüş oluyoruz. karakterimiz büyüklerin sigara içtiğini gerçek hayatta görür ve ergenlikten çıkıp büyükler arası ilişkilere dahil olabilmenin sigara ile ilgisini kurar. sigara içen büyümüş bir insan olduğuna göre o halde büyüdüğünü kendisine ve çevresine göstermek için sigara içebilir. eğer kişi büyüdüğünü kanıtlamak duygusu ile sigara içmek arasındaki bağlantıyı görürse ruhsal rahatsızlığın teşhisine dair önemli bir bilgi edenmiş olur. tam da burada onu sigara içmeye iten nedeni anlamış olur.
büyüdüğünü kendisine ve çevresine kanıtlamak için daha olumlu bir davranışı ise ancak bundan sonra geliştirebilir. örneğin büyüdüğünü, yaptığı işi ancak büyümüş, olgunlaşmış birinin yapabileceğini düşünerek pek ala kanıtlayabilir. ya da başka bir yolla yapabilir. dolayısıyla duyguyu başka bir olumlu davranışa dönüştürmüş oluyoruz. kişiyi o davranışa götüren duyguyu bulunca o duyguyu daha olumlu bir yönde işlemek mümkün hale gelir. böylece sigara içmekle değil örneğin gitar çalarak yücelebileceği bir ortam bulursa sigara davranışı da ortadan kalkmış olur.
aşırı yemek ve korku,
ya da başka bir örnekten gidelim. diyelim ki, şişmanlık problemi var sürekli yemek yeme hali olsun. öncelikle kişiyi bu davranışa götüren duygunun ne olduğunu bulmalı. bu neden örneğin korku olsun. karakterimiz bir korkusundan kurtulmak, onu giderip rahatlamak için yemek yiyor,olsun. korku duygusu ile aşırı yemek davranışı arasındaki bu bağı karakterimiz görürse ya da gösterebilirsek, ikinci adım olarak o korkunun karakterimizin kişisel tarihindeki yerine bakmalıyız. diyelim onu da bulduk. aç kalmak korkusu ya da ölüm korkusu olsun. bunun ne tür korku olduğunu anlayınca hangi çevrimin mirası olduğuna bakmalıyız. örneğimizde ölüm korkusu geçerliyse eğer bu korkunun doğa ile savaşılan zamanlardan kaldığını bildiğimiz için bilinçaltına ait bir korku olduğunu görmüş oluruz. yani asıl kök orasıdır. o halde bilinçaltı düzenlenmeli öncelikle. bizi yemek yemeye götüren duygunun tutunduğu kökleri anladığımızda nihayet o köklerin anladığı dilden konuşabiliriz. yani bilinçaltının diliyle. bilinçaltı bize doğanın bir mirası olduğuna göre doğal çevrimlerin akışına daha yakından bakarak onu da tanımış oluruz aynı zamanda.
insan doğal çevrimler boyunca doğanın zorlu koşulları ile savaşmada acemiydi ve bunun sonucu olarak sürekli ''ölüm kalım çizgisinde'' yaşıyordu. işte ölüm korkusunun tutunduğu ve genetikleşmiş kök burasıdır. kişisel hayatımızda öyle bir deneyim yaşamış olmalıyız ki bu kökü bize yeniden anımsatmış olmalı. yani bu korkumuzu güncellemiş olmalı. dolayısıyla bizde genetikleşmiş o kökü güncelleyen deneyimin ne olduğunu bulmalıyız. çünkü o kök bizim kişisel hayatımızda yaşadığımız bir deneyimle birlikte tekrar kendisini hatırlatmış olur. işte bu eski kökü tetikleyen ve başımızdan geçen o kişisel olayı bulmak, bilince çıkarmak demektir.
buraya kadar sadece teşhiste bulunmuş oluyoruz. ölüm korkusundan dolayı aşırı yemek yendiği ve bunun bilinçsiz bir süreç olduğu ortaya çıkmıştır. bizim kendi hayatımızda ''ölüm korkusu'' dediğimiz temeli tetikleyen olay da ortaya çıktığına göre diyelim çocukken trafik kazası geçirmiş olsun ve ölüm korkusunu bu olay tetiklemiş olsun. bu olayın kişiyi şimdi'de rahatsız edemeyecek bir olay olduğu da hemen anlaşılmış olacaktır. bunun anlaşılmış olmasıyla birlikte tetikleyici olayla ''ölüm korkusunun'' bağı kesilmiş olur. yani artık trafik kazası aklına gelse bile bu davranışın yemek yemeyi bilinçsizce tetiklediğini de hemencecik görmüş oluyoruz. işte tam bu noktada bu tetikleyici olaya başka ve olumlu bir davranış bağlayabiliriz. örneğin dans etmek gibi ya da yüzmek gibi. elbette bu ve benzeri daha köklü teşhis ve tedavi yöntemlerinin etkisi tüm akışın ve kişinin kendisini iyi tanıması ile yakından ilgilidir...
bakış açısının yardımı,
buraya nasıl geldiğimizi tekrar edelim. her kişinin kendi özelinde olmak üzere tüm çevrimi hızla tekrar ettiğini biliyoruz. o halde kişide ruhsal sıkıntıyı yaratan duygunun hangi çevrime ait olduğunu bilmemiz halinde o duyguyu kişinin istediği bir yöne ya da bir yeteneğine yönlendirebiliriz. hatta bunu sadece o kişi yapabilir. biz sadece yardımcı olabiliriz.
altı çizili birkaç yasa metni,
''tüm çevrimler insan beynine ve bedenine yazılmış durumdadır ve üstelik gerek anne karnındaki gerekse doğumdan sonra beyin, beden ve ruh gelişimi çevrimin tarihsel akışına uygun olarak devam eder.''
''her çevrim içinden çıktığı çevrimin en temel dinamiğini sansürleyerek baskı altına alır ve bu sansürlenen dinamikler yeni çevrimlerde ruhsal hastalıkların potansiyelini oluşturur.''
''ruh olarak kavrayıp kavram haline getirdiğimiz kelime, bilinç ve bilinçaltı zıtlığı ve aynı anda birliğini ifade eder. ayrıca bir kutsal ya da inanç unsurundan bahsedemeyiz.''
''ruh ve beden birbirinin aynası gibidir, birbirlerini hasta edebilir ya da şifa verebilirler. güçlü olan zayıf olanı besleme eğilimindedir.''
''ruhsal hastalıkların temel çözümleri için doğanın ve insanın en derin köklerine kadar inilmesi gereklidir. hele günümüzde bu artık kaçınılmazdır. sorunlar karşısında sınıflı toplumun tıbbı yetersizdir. çünkü doğaya ve insana bütünsel yaklaşamıyor. üretim araçlarından biri olan teknoloji unsuru ruhsal sorunlar için köklü çözümler üretemediği halde tekniği merkeze alan uygulamasına devam ediyor.''
''elbette altını çizmeliyiz ki bu düşünceler ya da teorik öneriler birer başlangıç olduğu için geliştirilmesi gerekli ve mümkündür.''
''fakat bugün anlıyoruz ki, ruhsal sıkıntılar tıbbın tekniğinden öteye onu da içeren doğanın ve insanın bütünsel kavrayışı ile çözülebilir. yoksa sınıflı toplumun hurda eskisi yöntemleri insanoğlunu daha çok kanatır.''
''fakat bugün anlıyoruz ki, ruhsal sıkıntılar tıbbın tekniğinden öteye onu da içeren doğanın ve insanın bütünsel kavrayışı ile çözülebilir. yoksa sınıflı toplumun hurda eskisi yöntemleri insanoğlunu daha çok kanatır.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder