Yenilenen
Tanrılar,

Mitlerin, efsanelerin hangisine bakarsanız bakın bir önceki
anlatımıyla ya birebir aynıdır ya da ondan izler taşır.
Efsaneler ne kadar dönüşürse dönüşsün kullandıkları
sembolik dil aynı kalır. O yüzden mitlerdeki, efsanelerdeki ya da
kutsal kitaplardaki her olayın gerçek anlamına ulaşmak için
öncelikle sembolik değerine bakmalıyız. Sümere yerleşen ilk
komünlerle onlardan sonraki toplumların mitleri ve kutsal kitapları
birbiriyle tutarlı motiflere sahiptir. Bu tutarlılık yaratılış
konusundan, tufanlara, tanrıların özelliklerinden, cennet ve
cehennem tasavvuruna kadar hemen her konuda vardır. Fakat
unutmayalım ki sürekli somuttan soyuta doğru ve öncekinden daha
incelikli motiflerle devam eder. Bu motiflerin temel anlamı aynı
kalmak üzere değişik toplumlarca sürekli olarak işlenir. Yeniden
işlenmesinin nedeni ise tamamen yeni toplumsal ihtiyaçlara uygun
yeni emir ve yasakların yerleşmesi içindir. Efsaneler ve kutsal
kitaplardaki sembolik dilin dönüşümlerine dair çılaşmalar
fazlasıyla var. Örneğin İsa Peygamber karakterinin Mısır'daki
Horus'tan geldiği, ya da Mısır'daki Osiris'in, kutsal ruha onun da
Cebrail'e dönüşümünün ispatlanması gibi. Örneğin güvecinin
sembolik değeri mesaj taşıyan haberciliğidir ki özellikle antik
resimlerde kutsal ruh bu yüzden güvercinle anlatılır.
Sümer'le
beraber totemlerin yerini çoktan gökselleşen tanrılar almaya
başlamıştır. Fakat yine de eskinin yer-gök sistemi üzerine
kurulurlar bu tanrılar. Her şeyin zıttıyla var olduğu bilgisini
işleyen insan aklı, bunu kozmogeniye uyarladığında yer-gök
ikilemi gibi bir yaratılış soyutlamasına önceden ulaşmıştı
zaten. İşte Sümer'de de işte bu yer-gök sistemine mitolojik
tanrıları yerleşiyordu. Her bir doğa ya da toplumsal döngüyü
idare etmekle işlevli bu tanrılar daha sonraları değişip
dönüşecek ve soyut tek tanrıya ulaşacaktı.
Sümer'e
yarleşen ilk komünler, dağa benzer bir yükseltinin bile
bulunmadığı bu deniz seviyesinden aşağıdaki ülkeyi hep
denizden kurtarmaya çalıştılar. Fırat ve Dicle'nın Basra
körfezine döküldüğü bu alanlarda tarımsal üretim kolayca
yapabiliyordu. Tarımsal üretim demek beslenmenin kolaylaşması
dolayısıyla nüfusun artışı demek. O yüzden ilk mitoslarda
burasını yaratılan bir kara parçası olarak anlatılır. Gılgamış
destanında ve daha sonraki destanlarda aynı temel işlenir.Tanrıça
Nammu bir kara parçası yaratır, onun oğlu hava tanrısı Enlil de
kara parçasını yer ve gök olarak ikiye ayırır. Gökleri tanrı
Anu yani erkek baştanrı yönetir. Yeryüzünü ve değişik doğa
ve toplum olaylarını da yine başka başka tanrılar yönetir.
Ayrıca bu tanrılar Sümer kentleri üzerine saldıran yeni
toplumlar kuran her komünle birlikte yenilenir. Saldırıp ele
geçirdikleri kentlerin eski tanrılarıyla kendi totem tanrıları
karışır. Bu yüzden hep yeni tanrı sentezleri ortaya çıkar.
Yönettiği döngüler az çok aynı kalır fakat adı değişir
genellikle. Sümer'daki hava tanrısı Enlil, sonunda en soyut haline
dört büyük melekten birine Mikail'e dönüşecektir nihayetinde.
Kentleşme
ve medeniyetle birlikte daha karmaşık hale gelen insan hayatının
her boyutunu düzenlemekle görevli daha karmaşık tanrılar icat
edilir ve inanılır. Tanrı icadı tamamen ihtiyaçla ilgili olup
başıboş ya da laf olsun diye bir tanrı tasavvuru yapılmaz,
yapılamaz. Çünkü her tanrı ya da sonradan meleklerin her biri,
belli bir doğal ya da toplumsal döngünün işleyişi ile
ilgilidir. O döngüler olmadan o tanrılar ya da melekler de olamaz.
Toplumsal yapının değişip sınıflara ulaşmasıyla birlikte
örgütlenme biçimi sınıflı toplumun en temel örgütlenme biçimi
olan hiyerarşik piramit şeklinde olur. İşte her bir döngünün
bir tanrısı varsa o döngünün yeryüzündeki insan temsilcileri
de o piramidin en tepesindeki kişilerle özdeş tutulur bü nedenle.
Berberlerin bir tanrısı varsa örneğin, o şehrin berberler
odasının başındaki kişi de o berberler tanrının emir ve
yasaklarını en iyi bilen kişidir. Ya da bir kentin en üst
yöneticisi, kralı o kentin maddi, manevi değerlerini temsil eden
adına kurulmuş tanrı kimse onun temsilcisidir. Çünkü o kentin
genel döngülerinin yönetimini o yürütür. Örneğin her yıl
düzenlenen kutsal evlilik törenlerinde Temmuz ile İnanna'yı
şehrin kralı ve baş rahibesi her kimse onlar temsil ederlerdi.
İşte bu anlayış çok ileri zamanlardaki peygamberlik olgusunun da
tohumudur. Burada yine en temel yer-gök örüntüsü kullanılarak
yeni bir soyutlama geliştirilir. Tanrının yeryüzündeki
temsilcileri krallar, imparatorlar, peygamberler hep bu başlangıç
noktasındaki meşruiyetin gücünü kullanırlar. Gerçekten
kendileri de buna yürekten inanırlardı. Kutsallık biligisine
sahip olmak yetmezdi ayrıca hakikaten de inanmak gerekirdi bu
görevlere talip olup üstesinden gelebilmek için. Çünkü bu inanç
ne kadar güçlü ise diğer insanlara da o kadar geçerdi.
Havva'nın
Elmaları ve Yasaların İşleyişi,
Tevrat
ve Kuran Adem'den Nuh'a kadar insanlığın yoldan çıktığını
anlatır. Adem ve Havva'nın cennetten kovulmasının anlatıldığı
İğfal Silindiri tam da Nuh tufanından sonra resmedilir. Nuh adına
yeniden anlatılan büyük tufan da zaten bu yüzden olur. Çünkü,
Adem çamurdan yani Sümer'deki başlaşgıcından itibaren azıtmış,
Allah'ın nimetlerini zenginlik ve iktidar için kullanarak
yozlaşmış, çıkar kavgalarıyla parçalanıp birine düşmüştür.
İnsanı yoldan çıkaran ise şeytandır. Piyasa şeytanı, tarımın
sembolü yılanla işbirliği yaparak özel mülkiyet elmasını
Adem'e yutturur. Tarım ve beraberinde gelen bolluk, birikim özel
mülkiyete dönüşür, ticarete evrilir. Ticaret te kentlerle
birlikte düzenli piyasalara. İşte tarımın sembolü yılan
tarımdan kaynaklanan bu birikimi piyasada alıp satarak özel
mülkiyeti icat etmiş olur. Özel mülkiyetle birlekte kardeşçe
yaşayan komün bu yüzden sınıflara ayrılmaya başlar. Özel
mülkiyetle tanışan komün insanı yalanı, hırsızlığı,
iktidarı keşfedip kurumsallaşır, devleti icat eder. Bundan sonra
cennet gibi kardeşçe yaşadığı komün toplumu parçalanmaya
başlayacaktı. Sümer'de başlayan bu parçalanma sınıflara,
sosyal tabakalara bölünecek ve günümüze geldiğinde ise bu
bölünme kişilere kadar varacaktı. Sümer'e inen ve orada
medeniyeti geliştiren insan özel mülkiyet elmasını yediği için
eski değerlerini, eski toplumunu kaybedecekti, bir kere özel
mülkiyet elmasını yemişti ne de olsa. Cennetten kovulma miti bunu
anlatır. Ondan sonra ademgiller komün cennetinden kovularak sınıflı
toplum dünyasındaki sınavlarını yaşarlar.
Sınıflı
toplum daha en başından yani Sümer'den itibaren kendisini yaratan
temel niteliği yani piyasaları yaymak ister. Çünkü onu yaratan
temel unsur budur. Yeni çevrimin yürütücü etkisidir ve
kendisinden önceki komünün tüm birikimi kullanmak üzere harekete
geçmiştir. Çok sonraları Adem ile Havva mitinde şeytan olarak
görürüz. Şeytanın genişletilmiş işlevlerine ise daha sonra
rastlarız. Bu genişletilmiş şeytan sembolünde sadece özel
mülkiyet açlığını değil, cinsel açlık, şan, şöhret,
iktidar, kibir gibi asılsız yücelimleri de körükleyen tüm
unsurlar bulacaktır.
Cennetten
kovulma miti ile tutarlı Lilith mitinde ise sınıflı toplum
öncesinin kadın karakteri anlatılır. Fakat bu karakter erkek
hakimiyetini kabul etmediği için erkek aklıyla kötülenerek
anlatılır. Lilith, Adem'le aynı şekilde yaratıldığı halde
Havva'ın ilk yaratılışı Adem'in kaburgasından olur. Ki bu
yaratım güneş-ay kültündeki aya (sin) karşılık gelir ve
kaburga ile sembolize edilir. Dolayısıyla sınıflı toplumun işine
yaramayan komün kadını Lilith karakteri efsane ile kötülenip
yeraltına sürülür. Böylece cennetten kovulma mitinde Adem'e
elmayı sunan Havva olur. Sümer'den önce kadın-erkek ayrışması
zaten vardı, onun öncesinde kadın üzerinde hakimiyet kurmaya
başlamıştı bile. O yüzden cennetten kovulma mitini anlatan ve
bugün müzede bulunan temel belgede resmedilen de Havva olur. Komün
kadını Lilith efsanenin resmedildiği zamanlarda yeraltındadır.
Lilith eşitsizliğe isyan edip yeraltına çekildikten sonra Havva
karakterinin piyasa yılanı tarafından kandırılmaya uygun bir
karakter olarak düzenlenmesi dikkat çekicidir. Acaba Lilith bu
kadar kolay kandırılabilir miydi, ya da bu tür kandırmacalara
gelmediği için mi yer altına gönderilmiştir diye düşünmek
yerinde olur. Piyasa şeytanı özel mülkiyet elmasını madem ki
bir kadın eliyle Adem'e sunacaktı bu kadın neden Lilith olmazdı?
Çok açık ki Lilith'in karakteri buna uygun değildi, dolayısıyla
daha uygun bir karakterin ortaya çıkması gerekiyordu, işte Havva
budur. Ve işlevine devam ettiği için Havva'nın Adem'e sunduğu
illüzyon devam ediyor. Lilith'in yeraltındaki bekleyişi acaba
Adem'in illüzyondan kurtulmasıyla mı son bulur, Adem elma peşinde
koşmaktan yorulunca mı ortaya çıkar acaba? Olayın bütünü
bize, özel mülkiyet elmesı ortaya çıktığında o elmayı Adem'e
vermeye uygun kadın bir karakter olmadığını, o karakterin
böylesi bir ihtiyaçtan dolayı Havva adıyla yaratıldığını
gösteriyor. Yine şurası da kesin ki hala çeşitli elmalarla
Adem'in ağzını sulandırıyor ve Adem de zaten cennetin yolunu
çoktan unutmuştur. Peki Adem'i sınıflı toplum cehennemine
yollayan Havva bu cehennemden çıkış için ne düşünür acaba,
yoksa Ademgiller Lilith'i mi beklemeli? Adem Havva'nın elma
illüzyonlarıyla sarhoşken Lilith'in yeraltından çıkışına
yardımcı olabilir mi peki? Bu sorular tabi yanıtını bilmediğimiz
sorular. Yanıtını bilmemekle beraber uygun yanıtları bulabilmek
için efsanelerin gerçek anlamlarına yaklaşmalıyız sanki.
Adem
elmayı yediğinde yani komün insanı medeniyetin özel mülkiyetiyle
kandırıldığında komün parçalanmaya başlamıştır. Sınıflara,
ayrı çıkar gruplarına ayrılır, giderek zenginlikler birikir,
efendi köle didişmeleri, zevk, sefa ve saltanatlardan sonra elbette
çöküşler gelir her zaman. Sümer'den itibaren Babil, Asur, Akad,
Hitit, Pers, Roma, Bizans ve tabi hepsi de aynı kanuna uyarlar.
Ayrıca bir kanun olarak çöküşteki medeniyet komünlerin
saldırılarıyla tufana uğrar ve yerine yeni bir medeniyet
kurarlar. Kurulan her medeniyet daha öncekinin birikimleriyle
davranır, bu davranış hep yerelden evrensele doğru bir
davranıştır. Buna paralel olarak kutsallık da yerel tanrılardan
evrensel tek tanrıya doğru ilerler. Ve yeryüzünde yeni bir
medeniyet kuracak komün kalmayınca da bu evrenselleşme tamamlanmış
olur. Hicaz Arapları işte o medeniyete saldırıp yerine yeni bir
medeniyet kurma potansiyeline sahip en son komündür. Muhammed
Peygamber o yüzden kesin olarak son peygamber olduğunu
söyleyebilir, çünkü bu döngüyü açıkça okur. Onlardan sonra
tarihte bu kapasitede komün kalmamıştır artık. Türkler ya da
Moğollar gibi başka göçebe komünler de vardır elbette. Fakat
onlar saldırıp yıktıkları medeniyetin yerine yeni bir medeniyet
geliştiremezler. O medeniyeti sadece yenilerler bir tür rönesans
yaratırlar. Çünkü henüz yeni bir medeniyet yaratabilecek tohuma
sahip değillerdir yani kent tohumuna. Onlar komün çevriminin orta
aşamasını yani göçebeliği yaşarlar, medeniyetin tohumu olan
kentleri yoktur. Tarihin bir cilvesi olarak göçebe haldeyken
önlerine böyle bir fırsat çıkar. Onlar da Hazar kıyılarından
güneye indiklerinde bu fırsatı değerlendirip Selçuklu Devletini
kurmaya varan saldırılarına başlarlar. Belki biraz sonra yani
kentleştiklerinde, piyasaları, ticaretleri, paraları, yazıları
ve gökselleşmiş tanrıları olsa yeni bir medeniyet
kurabilirlerdi. Oysa bunlardan yoksundurlar ve saldırıp yendikleri
medeniyetin tüm değerleri önünde sonradan diz çökerler. En
fazla kendi değerleriyle tüm bunları yenilerler. Çökmüş, ölen
bir medeniyeti komün aklı ve ruhuyla yeniler, canlandırırlar.
Fakat her zaman çöken medeniyetten daha üstün bir ruhsallıkla
yaparlar bunu.
Ademgiller ,Lilithi beklesin:)
YanıtlaSil