3 Eylül 2018

Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...

                                             
           
Dünya ve ülkemiz iki kutuplu süper güçler rekabetiyle yürüyen soğuk savaşın sona ermesiyle yeni bir çağa adım atmıştı.Genellikle küreselleşme olarak tanımlanan bu yeni çağın birçok alanda derin etkileri oldu ve olmaya da devam ediyor.
İçine girdiğimiz bu yeni çağda soğuk savaş dönemine ait tüm sosyal, siyasal, ekonomik gerçekler yeniden biçimlendi. Bu biçimlenişe yön veren asıl etken ise yeryüzünün bir ‘tek pisaya’ haline gelmesiydi. Evet yeryüzünde artık piyasa denilen işleyiş tek bir organizma gibi hareket edebiliyordu. Ve bu organizmanın oyun sahası eskisi gibi ulus devletler ya da kıtalar değil tüm dünya idi. Yani kullanabileceği malzeme miktarı artık dünyadaki tüm doğal ve insani kaynakların sınırı kadardı. Daha önce ulaşamadığı köylere, dağ başlarına kadar her türlü pisliğini bulaştırabilirdi. Öyle de yaptı. Fakat tüm dünyaya yayılmasına rağmen on yıl geçmeden 2001 de yine krize girdi. Neden? Tüm dünyanın kaynağı yetmedi mi? İşte mesele tam da burada düğümleniyor. Kerteriz noktası denilen şey tam olarak budur. Karaya oturduğu nokta yani. Kapitalizm insan ruhlarına kadar nüfuz edebiliyorken niye bu kadar krizle, kerterizle karşılaşır?
Sağıyla, soluyla tüm iktisatçılar anlaşmışcasına bunun yapısal nedenleri olduğunu anlatıyorlar. İnternette binlerce analiz mevcut ve genellikle de doğru analizler. Detaya girmeye gerek yok. Tabi analitik yorumun sakatlıklarına girmiyoruz burada, konuyu dağıtmadan gidelim. Çare olarak yine anlaşmışcasına daha fazla üretim, işte yerli üretim, ithal ikameci ekonominin terk edilmesi, istihdamın güçlendirilmesi, yapısal önlemler vs vs. Teşhisler ve tedaviler konusunda ilginç bir şekilde anlaşmış gibi hepsi de. 

            Kriz veya başka bir konuyu ele alırken birçok açıdan bakabiliriz, önemli, önemsiz birçok yönünü ortaya koyabiliriz. Fakat tüm bu karmaşa içindeki ana halkayı bulabilmeliyiz. Çünkü ana halkayı bulup ondan asılınca zincirin diğer halkaları da onun peşi sıra gelir. İşte bizim için o ana halkanın adı ''piyasa organizmasının büyümeye bağımlılığıdır''. Benzetmek gibi olsun, piyasa domuz gibidir. Domuzların her şeyi yiyen açgözlü hayvanlar olduğu bilinir. Doğduklarında ne kadar sevimlidirler oysa. Piyasa da ilk ortaya çıktığında bin yıllar önce çok sevimli bir yerdi. Ama bin yıllar içinde aynı domuzlar gibi canlı, cansız önüne gelen her şeyi yedi ve bugünkü korkunç haline ulaştı. Şimdilerde kendi yavrularını yiyor, bazı domuzların yaptığı gibi. Yer mi yer, birilerini iktidar yapar, zengin yapar sonra ham yapar. İşte bu krizde tanık olduğumuz bazı olaylar da böyledir. Ya da örneğin, domuzların kendi dışkılarında uyumaları gibi krize neden olanlar da kriz yokmuş gibi davranabiliyorlar.
Piyasa adını verdiğimiz bu domuz tarih içinde sürekli semirip devleşir. 1990’lardan itibaren tüm dünyada koşturup her şeyi yediği halde on yıl gibi kısa bir süre sonra yine krize girdi. İşte piyasanın büyüme bağımlılığı domuzun doymayan açgözlülüğü ile aynı şeydir. Asla doymaz, doyamaz yapısında yoktur doymak, hani günlük hayatımızda çokca karşılaştığımız bir insan davranışı vardır. Yoksullar değil de daha çok zenginler dert yanar, parasal sıkıntılarından, tam da böyle bir şeydir. İki farklı düzeyin aynı ruh halidir.
Piyasa organizmasının sürekli büyümeye endeksli bu yapısı onu sürekli üretim ve tüketim için zorlar. Tüm koşulları buna göre dizayn eder. Her şey üretim ve tüketim içindir, kutsal kelimelerdir bunlar. Piyasacılar için fabrikalar ve avm.ler de bu kutsallığın tapınç yerleridir. Piyasa kafasına göre, buralara gidip ibadetini yapmayan insan bile sayılmaz. Aa senin şuyun yok mu, daha almadınız mı, çok ayıp. Ama yeni çıktı slx, plus uçan model bu. Bunu kullan anında orgazm şeklinde reklam yapar, üstelik açıktan dürüstçe de söylemez bunu, bilinçaltına zerkeder bu önermeyi. Piyasanın büyümeye olan bu bağımlılığı en tepesinden en alttaki aktörlerine kadar normalize edilir her daim. Büyümeye nasıl karşı olursunuz, üretime nasıl karşı olursunuz, tüketime nasıl karşı olursunuz. 'Yoksa vatan haini filan mısınız'a kadar yürür bu kafa. Ancak genellikle kendileri vatan hainleridir. Yaptıkları açık ve gizli anlaşmalarla, siyaset oyunlarıyla, seçim, sayım, suyum dümenleriyle. Aynı malı üçe alıp beşe satmalarıyla, ki mal aynı maldır. Hiçbir şey katmadan mal üzerinde hiçbir değişiklik yapmadan aynı maldan emeksiz bir şekilde para kazanmaktır piyasanın bir yüzü de. Bunların sicillerine girmeyelim, çünkü çöplük gibidir orası, çıkamayız, konuyu dağıtmayalım. 
Sonuçta piyasanın ARZ, TALEP, FİYAT üçlüsü (BABA, OĞUL, KUTSAL RUH sembolik algısıyla insan zihnine çakılan meşhur üçlü, yani mahşerin üç atlısı) tarih içinde azgınlaşarak yollarına devam ederler her daim. Bunların devri daimi, kanuncul ilerleyişi böyle olmuştur. Her zaman bir öncekinden daha fazla arz, daha fazla talep ve daha fazla fiyat olmak zorundadır, büyümek zorundadırlar. İşte bu büyüme belli aralıklarla belli bariyerlere toslar, belli kerterizlerde karaya oturur. İçlerinden lider olanlar bağırır ''hepimiz aynı gemideyiz'' diye. Tayfalar denize iner gemiyi ittir kaktır yeniden suya döndürürler, hoop bir sonraki kriz gelir. Kapitalizmin, genel olarak sınıflı toplum çevriminin kaderi budur. Yani piyasalar her zaman azgınlaşmak zorundadır, binalar ve zinaların artması gibi. Neden, çünkü her türlü mal ve hizmetin en az maliyetle, en azami karla üretimi ve tüketimi için organize olmuştur. Her şey onun hizmetine girmek zorundadır ve artık tüm dünyadır o herşey. İşte burası da yolun sonu oluyor. Hoşgeldiniz yani. Piyasacılara 'cee' yapmak lazım bu noktada. Çünkü kabala öğretisinden öğrenmiş olmalılar ki her türlü hikaye beş aşmada son bulur. Bunu İbni Haldun usta anlatmış, ondan da bakabilirler. Çevrim bilgisi verileriyle, örnekleriyle ortaya koymuş oradan da bakabilirler. Ama pardon, yok saymak en iyisi. ''Çevrim bilgisi de neymiş. Görmeyiz olur biter. En fazla akademisyenlerimize söyleriz bize tercüme ederler, olur biter. Çaktırmadan çalarız nasılsa, çalmak bizim işimiz ne de olsa.'' İyi de be salak piyasacı çaldığın şey elinde patlayacak türden bir şey. Çünkü çaldığın öğretinin birinci maddesi diyor ki ‘bizden bir şey çalamazsın, çünkü zaten çıplak geldik, sevgili hariç her şeyimizi alabilirsin’ Anladın mı acaba, salak kelimesi burada işe yarar gibi duruyor. Neyse çalmana gerek yok, çalamazsın yani. Hırsızlık bizim dairemizde bitti. Hoş geldiniz yeni gerçekliğe. Sizi böyle böyle insanlaştıracağız diyeceğim de olur musunuz bilmem. Bakacağız artık, neyse konu dağıldı yine. Konuya dönelim lütfen.
En son iki kutuplu dünya yok olmuş yerine yeni dünya düzeni yani küreselleşme (bu kelimeyi de kim bulduysa, çok mu düşündüler acaba, kesin Fukuyama ya da Tofler) neyse tüm dünya tek piyasa olarak işlemeye başlamıştı. Doğa ve insan kaynaklarını tükettikçe piyasa denilen domuzumuz çalışanların ekmeğine göz dikti öncelikle. Çalışanların sanayi devriminden beri elde edip biriktirdiği ne kadar sosyal, siyasal, ekonomik, sendikal hak ve özgürlükleri varsa hepsinin kutuplardaki buzullar gibi eridiğine tanık olduk. 
Sadece çalışanların hak ve özgürlüklerinde değil bilim, sanat, kültür, eğitim, sağlık, ahlaki, insani tüm değerlerin hepsinde bir erime vardı. Hayatın her alanında bir çölleşme ve erozyon hakim oldu. İşte böylesi bir çağın içindeyiz. Piyasa domuzunun girdiği yerde ot bitmiyordu kısaca. Ama insancıkların ruhlarına mülayim oyuncakları çoktu. Arabalar, uçaklar, kadınlar, eğlenceler, erkekler, seksler, her türden ibnelikler yani azıtmalar gani gani… Toplumsal cinsiyet vs. bunları geçelim, tercihiniz tabi ki bizi ilgilendirmez, ortalığa döküp piyasalaştırmayın yeter, o kadar. Yoksa kimse kimsenin ibneliğine karışamaz, sizden önce biz koruruz sizin ibneliğinizi (gay demiyorum dikkat, ingilizce no, je parle français) paran varsa başka, öyle mi, paran varsa tabi. Bir de zamanın ve çevren olmalı. Bu üçlü de ayrıca ele alınmalı mesela. Para, zaman, çevre üçlüsü ilginçtir. Neyse geçtim, konuya geldim.
            Bu süreçte, yani şu küreselleşme çağında ki buna biz kişi çevriminin başlangıcı diyoruz iki kutuplu dünyaya dair ne varsa tuz buz oldu. Daha önce piyasa ve onun sahiplerine karşı özellikle proletarya ve hakları yenilmiş ne kadar insan toplumu varsa hepsinin kullandığı bazı araç gereçler vardı ve işe yarıyordu. Parti, sendika, yürüyüşler filan, halaylar, sloganlar, tüzükler, bir mayıslar, örgütler, toplantılar…  Fakat küreselleşme denilen bu çağda bizim hani şu domuz öylesine büyümüştü ki, bu araçların hiçbir etkisi olmuyordu. Domuzdan kıl bile koparmak mümkün değildi. Çünkü domuza karşı, insanların bugüne kadar kullana geldikleri mücadele araç ve yöntemleri iki kutuplu dünyaya ait geleneksel biçimlerdi. Dolayısıyla domuzların politikaları karşısında yetersiz kalıyordu. Bu kadar basitti aslında. Yoksa insanların aklında, fikrinde, ruhunda bir sorun yoktu. Sadece ikra’r edemiyorlardı durumu. ''Bak dostum daha derin bir hikaye var galiba bu gidişatta'’ dediğinde ise, ''yok canım bak halaylar devam, türküler susmaz'' şeklinde cevap alıyordunuz. Ve tabi o halay, ünlü bir düşünürün dediği gibi ''doğru bir yerden bir yere, halay her yere götürürdü seni''. İşte her yere gidiş böyle oldu. Reklam ajanslarına mı dersiniz, holding ceoluğuna mı dersiniz, saray peçeteciliğine mi dersiniz, yetmez ama evete mi dersiniz. Ama en çok da gericiliğe götürdü o halay insanları. Ama bunun adı ‘yeni gericilikti’. Ve tabi daha bilgiç, daha entel, daha ince. Neyse konu yine dağıldı. Bu kriz işte böyle bir kriz, her şeye nane. Çünkü süreklileşecek ve her olaya nüfuz edecek artık. Geçmeyen bir krize adım attık yani. O yüzden sadece onunla ilgili yazmak zor artık. Artık ölüm çağı açıldı diyelim, hani şu piyasa vardı ya domuz pegy. Maalesef, yaah… Uyanabilir miyiz acaba, göreceğiz. Bazen ölmek lazım uyanmak için. Sufilerimiz güzel söyler bu sahayı. Ölünce uyanırız belki...   
            Şimdi bir taraftan piyasa ve ona bağlı tüm gerçeklerin hikayesi devam ediyor, diğer yandan insanların hikayesi devam ediyor. Fakat bunlardan başka bir de tarihin hikayesi var ve o da devam ediyor. Onun da ayrı bir hayatı var, bu ikisiyle dans etse de kendi hayatı var. Onun hayatı bambaşka bir hayat ve belli yasalarla ilerliyor. Çevrim yasaları diyoruz, duydunuz mu bilmem. Ben duydum şok oldum. İşte bu tarih denen garibim de bu yasaların dışına maalesef çıkamıyor. Allah'ın işleri bunlar, bir tür emir kulu yani o da. Şimdi Allah'ın işleri derken gökyüzünde yaşayan bir Allah tasavvurunuz varsa onu bi silin. Öyle bir Allah yok tabi ki. Doğada ve insanda işleyen bildiğimiz ve bilmediğimiz tüm yasaların birliği bütünlüğü diyelim mi ona. Geçtik. Geldik piyasaya. İşte o yasalar ne piyasa denen domuzu takıyor, ne onun sahiplerini, ne çiftliği ne de insanları, kendi şeysi var yani. Ama bunları da dinlemiyor değil, aklına yatarsa beraber yürüyorlar. O kada rda sert bir arkadaş kendisi. Ya onun yasalarına uyarsın ya da sen bilirsin. Sen bilirsin dediği an ölürsün demek istemiştir o. Emin misin diye sorarsanız, evet eminim. Aslında başka da bir şeyden emin değilimya, neyse. Yine konu dağılıyorken toparlıyoruz, sakin. Nerede kaldık, hah buldum oni da…
            İşte bu tarih açısından yani insanlık tarihi açısından geldiğimiz noktada tüm gerçekler değişmişti. Değişen gerçeklerle uyumlu bir bakış açısına sahip olmadan sosyal, ekonomik, eğitim, beslenme, sağlık, güvenlik, hatta kişisel psikolojik hiçbir sorunun üstesinden gelemiyorduk. İtiraf vakti tam da şu an mesela, tarihsel itiraf manasında. Bir örnek verip geçiyorum, hangi ilaç hangi psikolojik soruna çare olmuştur acaba. Bir örnek verilebilirse yeterli olur, özür diler müzik yapmaya dönerim. Ama hayır en çok da psikiyatristlerin bildiği gibi böyle bir şey olmadı. Ama piyasada her türden ilaç var, nasıl oluyor. El cevap. Yok. O halde devam ediyorum, klarnet beklesin biraz daha. Ama nedense biz hala eski ideolojilerle, felsefelerle, politik yaklaşımlarla çözüm üretmeye çalışıyoruz. İşte yanıldığımız nokta tam olarak da burası oluyor. Çünkü yeni sorunlara eski bakış açılarıyla çözüm üretilemez ki, değil mi?   
Sanayi toplumu daha en başından üretim ve tüketim temeli üzerine kurulmuştur. Üretilen mal ve hizmetlerin önce ulusal ölçekte daha sonra dünya ölçeğinde piyasalara arzı ve devamındaki birikim döngüsünün çalışması üzerine kurulmuştur tüm medeniyet. Böylesi bir medeniyetin temel unsurları da üretim ve tüketim döngülerine göre oluşmuştur. Üretim ve tüketim döngülerinin sürdürülebilirliği ise bunların sürekli olarak büyümesine bağlıdır. Hemen her araştırma, akademik inceleme bu döngünün büyümeden başka bir yolla sürdürülemeyeceğini söyler. Gerçekten de son beşyüz yıllık insanlık tarihi teknik altyapıları değişip gelişse de sürekli büyümeye bağımlı olmuştur.  Şimdi işin ilginç tarafı piyasa denilen şey gençleri her türlü maddeye bağımlı yapmak için kıçını yırtar, torbacılık yapar ama kendisi en büyük bağımlı ve tedavisi yok, ölecek yani. Üstelik sürünerek, göreceğiz. Üretim ve tüketimin büyümemesi demek bu devamlılığın sona ermesi demektir. O yüzden en gelişmişinden en gerisine kadar tüm ekonomikler sürekli bir büyümeden bahseder. Ama işte yolun soruna geldik. Hani roman vardı YOLUN SONU diye. İşte onun başlangıcındayız canlarım. Domates yetiştirmeyi bilen var mı sahi. Ben ve birkaç arkadaşımız biraz alıklığımızdan biraz salaklığımızdan dolayı öğrendik. Başka şeyleri de siz öğretirsiniz artık, hazır bir öğrenciniz var mesela.
Dünyanın neresinde olursa olsun her iktidar veya uluslar arası kuruluş işte bu büyümenin sürdürülebilirliği üzerine inşa eder ekonomi-politikalarını. Oysa son otuz yıldır yaşananlar bize çok sade bir gerçeği alttan alta hatırlatıp durdu. Artık sürekli büyümeye endeksli üretim ve tüketim döngüsünü ne dünyanın kaynakları kaldırabiliyor ne de toplumların sosyal psikolojik yapısı. Çünkü üretim ve tüketimin sürekli büyümeye dayalı bu yapısı doğanın ve insanın kaldırabileceği sınırları çoktan aştı. Üretim ve tüketim döngülerinin büyümeye bağımlılığı, üzerinde yaşadığımız dünyanın her türden doğal dengesini bozduğu gibi, insan yapısını da hem genetik hem ruhsal açıdan insanlıktan çıkardı, fazlasıyla. Yani uyanıp balığı çıkabiliriz artık. Düşünsenize doymadan yiyen insanlar var yeryüzünde, sevmeden sevişen, yol almadan hareket eden manyaklar filan var. İnanmadan tapınan insanlar var, ne yapacağını bilmeden biriktiren canlılar var. Bu nedir acaba, bu nedir yani. Bir fikri olan var mı, bilen varsa anlatsın lütfen. Çünkü ben bilmiyorum. Hakkaten bilmiyorum. Yok canım değil. En değerli kelimeyi söylüyorum şu an. Konuyu dağıtmaya meyilli olduğumuz belli. Hadi yine toparlayalım sıkıldım zira. (zira ne, demeyin lütfen :) )  
Dolayısıyla en temel sorun olarak doğa ve insan uyumunun sanayi toplumunun başlangıcından beri adım adım yok olmaya başladığını, fakat 1990’lardan itibaren tüm dünyanın tek piyasa haline gelmesiyle bu uyumsuzluğun diğer tüm sorunların temel kaynağı haline geldiğini tespit etmeliyiz. Emek-sermaye, çevre, şiddet, terör, etnik, eğitim, sağlık ve devamında sayılabilecek sorunların kaynağı doğa ve insan dengesinin temelden bozulmasıdır. Toplumsal, siyasal, ekonomik göstergelerle ortaya çıkan sorunların en altında çalışan gerçeklik işte budur. Çünkü hem doğa, hem insan taşıyabileceği sınırların ötesinde bir üretim ve tüketim baskısı ile karşı karşıyadır.
Her türlü üretimin başlangıcı doğadır. İçtiğimiz çaydan, çiplere, uçaktan motora, bardaktan arabaya, yazılımdan beyaz eşyaya kadar istisnasız her üretimin kökeni doğaya dayanmak zorundadır. Üretim için, doğanın dışında ve ötesinde herhangi bir kaynaktan malzeme sağlanamaz. Geldiğimiz noktada aşarı üretim-tüketim ve sürekli büyümeye bağımlılık dünyanın doğasının kaldırabileceği sınırların ötesine geçti. Bu, insanlığın ve dolayısıyla ülkemizin de yüzleşmesi gereken en temel gerçeğidir.  
Fakat bu gerçeğin hemen yanı başında başka bir gerçek daha var. Büyümeye alışmış bu yapı büyümenin önündeki her tür engeli kendi varlığı için tehlike olarak görüyor, ki haksız da sayılmaz. Büyümeye engel her ne varsa onunla savaşmayı görev edinmiştir. Bu engel, insan hakları, demokrasi olabileceği gibi, ücretlerin düzeyi de olabilir, sağlık, eğitim harcamaları da olabilir. Üretim ve tüketimi körüklemeyen film yaptığınızda gösterim şansı olmayabilir örneğin, ya da ne kadar saçma ve gereksiz de olsa piyasayı büyütüyorsa o mal yararlı kabul edilir, reklamı için devasa paralar harcanır. İnsanların beğenileriyle ünlenmiş kız ve erkekler cinsellikleriyle bunları bize kakalamak için para alırlar, kaşe deniyor adına. Aralarında bir hiyerarşi var bu kaşecilerde, kim daha çok kandırırsa kaşesi o kadar yüksek oluyor. Hatta rakip sermaye grupları veya herhangi bir ulusal devletin hükümeti de büyümenin önünde engel olarak görülerek yenisiyle değiştirmek üzere gereken tedbirler uygulamaya konulabilir.
Sonuç olarak, artık günümüzde doğa ve insan döngülerinin temelden sarsılması gerçeğinin üzerinden atlayarak hiçbir soruna gerçekçi bir yaklaşım geliştirilemez. Toplumsal, kişisel sorunların çözümünden tutun da demokrasi, insan hakları, çalışma hayatı, barınma, beslenme, eğitim, sağlık, güvenlik gibi tüm sorunların çözümü bu temel sorunun farkında olup tedaviler konusundaki yaklaşımımıza bağlıdır. 
Teşhis ve tedavi birbirini besleyen iki etken olduğuna göre teşhisin doğru konulması bizi her adımda tedaviye yaklaştıracaktır. Tedavi ayrı konu, başka zaman...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile