5 Eylül 2020

Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk

 

Aile Biçimleri

Kadın

Tek Eşlilik

Aşk

Tamer Kardeş

Üsküdar-2020

 

 

İçindekiler

Ayırt Edici Bakış Açısı

Kadın konusu, önüne gelenin çiğneyip durduğu bir sakız haline getirildi. Hal böyle olunca kadını ne konuşası ne de yazası gelmiyor insanın. Fakat söylenenlerin, yazılanların yetersizliği, yanlışlığı, tarihsel derinlikten uzak yüzeysellikleri ortadayken konuya farklı bir yaklaşım ihtiyacı da kendiliğinden ortaya çıkıyor.Evet böyle bir ihtiyaç olduğu açık, fakat kadın ve onunla doğrudan bağlantılı konulara ilişkin bakış açımızı politik hokkabazlardan,açık ya da gizli kadın düşmanlarından ayırt etmek mümkün olabilir miydi? İşte bu çalışmayı farklı bir bakış açısını ortaya koymaya çalışan türden bir deneme olarak düşünebiliriz. Bütüncül mantık diyebileceğimiz anlayışla konuyu tarihsel bağlamı, günümüzdek durumu ve geleceğe dair öngörülerle birlikte ele almaya çalışıyorum. Aslında kadınlar da bu türden bir mantığa ihtiyaç duyarlar. Kendi kökleriyle bağları koparıldığı için farklı yaklaşımlar kökleriyle yeniden buluşmalarının yolunu da açabilir. Konuya bütüncül mantıkla bakabilen kadın ruhu için ne kadın övgüsü tuzakları ne de kadın düşmanlığı gibi yöntemler çalışmaz. Bu düzey kadının kendi gücünü yeniden keşfedebileceği olanaklarla doludur. En önemlisi de kendi küllerinden yeniden doğması için ithiyaç duyduğu gücü toparlayabileceği olanakları bulması olabilir.

Elbette kadının yeniden doğması gerekiyor, fakat bunun için öncelikle doğanın ve insanın yaşadığı büyük maceranın kadınca bir yorumunu geliştirmesi ve bu yoruma sadık bir yaşam biçimi için yola çıkması gerekiyor. Görüldüğü gibi böyle bir okumaya uygun davranış bu okumanın öncelikli gereği oluyor. O yüzden, doğal ve toplumsal akışın kadın diliyle yorumlanmasından daha değerli bir şey varsa o da bu yoruma uyum sağlayabilmek denilebilir. Önümüzdeki toplum biçiminde kadının merkezi yerinin ve gücünün temeli de buradan geliyor aslında. Akışı sadece okuyan değil, okuduğuna uyum yapabilen kadının her zaman toplumun merkezinde olduğunu anımsamalıyız.

Sınıflı toplum öncesinde kadın, kendiliğinden bir biçimde toplumun merkezdeyken zamanla bu konumunu kaybetti. Sınıflı toplum her şeyi olduğu gibi kadını da yavaş yavaş açık ya da örtülü biçimlerde kendisi için malzeme haline getirdi. Sınıflı toplum kendi gelişimi için kadını bir malzeme olarak görüp onun gücünü, güzelliğini, yeteneklerini çürütmek için çalışıp durdu. Bunu belli ölçülerde başardı da, fakat insanlığın çekirdek altında saklı duran kanunlar işliyor ve kadını da her yeni kuşakta olduğu gibi gelecek için yenilenmek üzere kendi girdabına alıyordu. Kadının gücünü ve güzelliğini layık olduğu gibi ortaya çıkarmak üzere işliyordu çevrim kanunları.

 

Kadının Gücü ve Güzelliği Nereden Geliyor?

Kadınların gücü ve güzelliği nereden geliyordu? Daha önemli bir soru olarak bu güç ve güzellik günümüzde neden görünmez, tanınmaz bir halde? Sınıflı toplumun tüm unsarları bu arada ataerkil kafalar bile kadının bu gücünün ve güzelliğinin farkındadır. Kadın düşmanlığının en rezil örnekleri bile bu gücü ve güzelliği tersinden yansıtan davranışlardır.

Doğrudan ifade etmek gerekirse, kadının gücü ve güzelliği insanlık tarihininin tam merkezinde bulunmasıyla ilgilidir. Peki doğanın ve insanlığın tam kalbinde bulunmasına rağmen kadın hala neden bu güce ve güzelliğe uygun bir yücelim içinde bulunmuyor ya da bulunamıyor? Tersine hala her türden tacizin, aşağılanmanın konusu oluyor. Bugün nasıl ki doğa ve insana dair tüm birikmiş değerler taciz ve aşağılanmayla karşı karşıyadır işte kadın da tam bunların kalbinde bulunduğu için kendi payına düşeni fazlasıyla alır bu süreçten. O yüzden, sınıflı toplum tarafından aşağılananın kadın gibi görülmesi yanıltıcıdır, kadın düşmanlığı yapan o kafa aslında tüm doğa ve insana dair ne kadar olumlu değer varsa ona düşmandır. Özel olarak kadının hedefte olmasının nedeni doğa ve insanı temsil eden en etkili sembol olmasından dolayıdır. Günümüzde azgınlaşan ve giderek de artacak gibi görünen kadın düşmanlığının asıl kökeni de buradadır.

Kadın, doğa ve insanın tüm birikimini sembolize eder. Bizim eksiğimiz ya da yanlışımız bu birikimi kendi akışı içinde okuyamamak olabilir ancak. Her mesele olduğu gibi, kadın konusu da bu akıştan bağımsız ve abartılarak kendi kanuncul gidişinden kopartılıp ele alınır. Kadın meselesi de öyle yapılmıştır. Oysa tarih şaşırmaz, ne yapacağnı bilir. Bütün mesele onun aklını okuyup çözümleyebilmektir. Az önce söylediğimiz tarihin kanuncul akışını okumak ve uyum yapmak gibi bir yöntem gerektirir. İşte geleceğin kadın tipi bu okumayı ve uyumu yapabilen kadın olacaktır. Aynı zamanda bu okumaya ve oluşa uyum sağlayabilen erkek tipi de kadının sevebileceği erkek olabilir, daha azı değil. Fakat bu büyük bir dönüşüm ya da yeniden doğum gerektiren zor ve uzun bir yoldur. Çünkü hem kişisel tarihimizin hem de insanlık tarihinin yasalarının işleyişlerini kendi ruhumuza, beynimize hatta bedenimize yansımalarıyla birlikte görmeyi gerektirir. Yeniye doğumun başka bir yolu yok ve bu doğum geriye dönüşlerle, iki adım ileri bir adım geri şeklinde, kolayca geçilemeyecek gibi görünüyor. Her doğum gibi zor ama sonucu her bakımdan görülmeye değer. Sonuçta kadının gücü ve güzelliği, tam da buradan yani yeniden doğmaya ve yeniyi doğurmaya olan tarihsel eğiliminden ileri gelir.

Kadınların dönüşümü ile birlikte her şeyin dönüşebileceğini akıldan çıkarmadan bunun hangi ortamda, hangi koşullarda olabileceğini sabır ve emekle anlamaya çalışabiliriz. İçine girdiğimiz kişi çevrimi gibi hızlandırılmış bir çağda aslında bu her zamankinden daha mümkün. Evet daha da mümkündür fakat yeni ve daha önce tarihte görülmemiş bir çağ olduğu için hemen her konu yanlış ya da eksik değerlendirilir.

Sınıflı toplumun evrensel anlamda içine girdiği kişi çevrimi dediğimiz bu çağ, geri toplum biçimlerini, gelenekleri, bilgi yapıları, kültürleri ile birlikte hızla ortadan kaldırırken toplumu kişilere kadar hatta kişileri de iç kişiliklerine kadar parçalar. Parçalanma ile birlikte büyük ve yoğun kişisel enerjiler ‘’kişisel açlıklar’’ olarak açığa çıkar. İşte sınıflı toplumun ‘’parçalanmayı kışkırtmasının nedeni kişilerin büyük bir enerji ile ortaya çıkan bu açlıklarından ve yeteneklerinden taze kan alma ihtiyacıdır. Gerçeğin bu yönü bu kadarla sınırlı, diğer yönüne baktığımızda ise bu yaşlı sistemin kişilerin enerjilerini yeterince kullanabilecek yetenekte olmadığını görürüz. Çünkü sınıflı toplum teknik denilen unsuruna o kadar güvenir ki onun doğa ve toplum temelini unutuverir. Oysa teknoloji unsuru üretici güçlerden sadece bir tanesidir. Onu abartıp insanın ve doğanın üzerinde hakimiyet kuracak bir unsur sanmak sistemin çöküşüne ancak hız kazandıran bir zandır. Sistem ve kurmayları teknolojiyi o kadar abartırki kendi yarattığı sosyoloji,hukuk, psikoloji gibi insancıl bilimlerden bile yüz çevirir.

Fakat işte ilginç bir gelişme ile bu çağın ana diyalektiklerinden birisi işledi ve kendi zıttını da tam bu noktada ortaya çıkarmış oldu. Kapitalizmin teknolojik tapıcılığı, doğanın ve toplumun işleyen yasalarına ters bir işleyişti. Doğanın ya da toplumun her herhangi bir unsurunu bilerek öne çıkarılınca diğer unsurlarla arasındaki denklik bozulmuş olur. Oysa evrensel eşdeğerlilik yasası gereği doğada ve toplumdaki tüm unsarlar birine eşit değillerdir fakat denktirler.Biri olmadan diğeri olmaz,olamaz,çünkü hepsi birbiriyle bağlantılı bir bütünsellik içinde bir denge halindedirler. Birini çekip aldığınızda diğerleri de gereği gibi işlemez. Teknolojik gelişimin olağanüstü ritmi ile öylesine büyük bir kara delik yaratmıştı ki, kendisini yaratan doğa ve insan temelini yok etmeye doğru gidiyordu. Fakat bu olacak şey değildi, çünkü doğal ve toplumsal çevrimler o kadar köklü ve neredeyse sonsuz bağlantılarla örülmüş sigortalara sahiptir ki buna tarihin akışı izin vermez. Kendi içinden çıkan tekniğin yarattığı bu kara deliğin doğayı ve insanı yok etme potansiyeli gün yüzüne çıktıkça tam tersi yönde her unsuru yerli yerine oturtmaya çalışan yeni sentezler ortaya çıkıyordu. Sınıflı toplum sonrası çağa geçişin de adı olan kişi çevrimi çağında bizde ve bir çok yerde doğal ve toplumsal akışın bilincini okuyan yeni bilgi türleri ortaya çıkıyordu. Bununla kalmayıp kişi çevriminin her alana yayılan parçalanmaları arasında ölüm dirim kavşaklarıyla tanışan her kişiyi uyandırabilecek şekilde kaderın ağı gibi görülmemiş bir hızla ve üstelik evrensel ölçülerde örülüyordu. Sonuçta kişi çevrimi çağında dünyanın her yerinde doğayı ve insanı önceleyen fikirler uç vermekte gecikmemişti.

 

Kadın Kara Deliği

Şimdi, sıra doğayı ve insanı önceleyen bilgi türleri ile gelecek toplumun öncüleri olabilecek kadın ve erkeklerin buluşmasına gelmişti. Ancak bu türden bir buluşmayı geçici de olsa engelleyebilecek bir faktör devreye giriyordu. O faktör toplumsal çevrimde ilk atılan düğümlerden birisiydi. Bu düğüm aynı zamanda bize sürekli aklımızda bulunması gereken ana kanunlardan birinin somut resmini veriyordu. Çevrimde en ilk bastırılan her ne ise o çevrimin en son aşamasında ortaya çıkıyordu. En ilk bastırılan doğa (bencil genler) ile birlikte hayvansal üreme sistemiydi.Ve bu gelişim içinde özel olarak kadının ayrı bir yeri vardı. Çünkü hayvancıl bencil genlerin dizginlenmesinin yani üreme sisteminin uzunca bir yoldan insanlaşmasının tam ortasında kadın vardı. Örneğin ilk üreme yasağı da kadınla erkek çocuk arasındaki üremenın yasaklanmasıydı. İşte bu ve devamındaki yine kadının merkezde bulunduğu çevrimsel baskılanmaların birikimi her zaman kadın ve erkek ilişkilerindeki eşitsiz gelişimin de sebebi olacaktı.

Sınıflı toplum sahiplerinin teknolojiye tapmaları doğayı ve insanı yutmaya çalışan büyük bir kara delik yaratmakla kalmamış, ama özel olarak da kadın etrafında irili ufaklı bir çok kara delik daha türetmişti. Diğer bir deyişle kadınla erkek arasında daha önce var olan eşitsiz gelişimi kışkırtarak trajik sonuçlara yol açıyordu. Ama bu kışkırtmanın ters sonuçlar ürettiğini de görüyoruz. Çünkü kadın her şeyin içindedir, kadınsız hiç bir şey gerçekleşemez ve tabi bu arada sınıflı toplumda kadınsız yoluna devam edemez ve edemiyor da. Toplumun en temel unsuru olan kişi, kadın ve erkek (üreme) olarak var olabilir. İnsanlığı tür olarak devam ettiren yeni nesiller onların eseridir. Bu cümle bile kadın meselesinin nasılda her şeye nüfuz etme potansiyeline sahip olduğunu gösterir. O yüzden düğüm atıldığı yerden çözülecekse, kadın meselesi de başladığı yerden çözülecektir. Yani tüm tarih boyunca ne kadar bastırılmışlıkları varsa, yaşamadığı ne kadar toplum biçimi varsa hepsinin öncelikle ‘’açlıklar ve yetenekler’’ biçiminde ortaya çıkması ve nihayet bütünlüklü bir karaktere ulaşması gibi yollardan geçilecekti.

Evet beklenen, öngörülen budur, fakat hayat ya da tarih bize fikrimizi sormaz, kendi hükmünü icra eder. Bu açıdan bildiğimiz şu ki; akış her zaman farkındalık sahibi katılımcısını bekler. Katılımcı dediğimiz tüm tarihsel akışı bilinçlere çıkartıp kadın-erkek eşitsiz gelişimini yeniden dengeye oturtamazsa kara delik hem kadını hem erkeği hem de toplumsal sistemleri yutacak gibi görünüyor. Bu madalyonun olumsuz yüzüdür, fakat diğer bir yönü daha vardır ki uzaydaki kara delikler gibi tek yönlü işlemez. Uzaydaki kara delikler de hem her şeyi yutar, uzay-zamanı bükerler hem de yeni yıldızlar oluştur, uzayın genişlemesine neden olurlar. O yüzden kara delikler uzaydaki geçici girdaplar olarak görülebilir. Aynen onun gibi toplumsal çevrimde ortaya çıkan ternoloji ve kadın gibi kara delikler de toplumsal çevrimde irili ufaklı birçok girdap yaratırlar fakat toplumsal çevrimi tamamen yutamazlar. Tersine toplumsal çevrimlerin bilincini genişletip, yaygınlaştırılmasına katkıda bulunurlar.

Mevcut Bilgi Birikimi Geçiş Çağındaki Kadına Yol Gösteremiyor

Kadın, doğa ve insan bütünlüğünü bilince çıkardığı oranda kara delik olmaktan sıyrılıp parlak yıldızlar oluşturabilir. Fakat şimdiye kadar bu alanda biriken bilginin kadına bu türden bir farkındalık kazandırması bir tarafa tam tersine kafa karışıklığına neden olmaktadır. Kadını kendi ideolojik ihtiyaçlarına göre yontmaya çalışan, liberal, sosyalist ve feminist görüşlerin kısaca birikmiş bilginin bu türden bir parlaklığa sahip olduğunu söylemek ise mümkün değil. Elbette bu ana akımların çok çeşitli versiyonları var, fakat eninde sonunda kadını kendi idelojilerine uygun bir biçimlenişe zorlarlar. Bu zorlama kişiler çağına uygun bir şekilde rıza üretimi yoluyla gerçekleşir. Elbette bunun yanı sıra daha önceki zamanların kaba şiddeti ve akıl oyunları da buna eşlik eder. Sonuçta kadına cennetler vaat eden tüm bu ideolojiler kıyısında birikmiş bilginin devasa boyutlarına rağmen işe yaramazlar.

Piyasalar yeryüzü ölçeğinde birleşip kişi çevrimi açılınca işler iyice çığırından çıkmış oldu. Çünkü gerçeklerin daha da acı olduğu ortaya çıkıyordu bu çağda. Kişiler çağı ‘’yaşasın kötülük,yaşasın bilinçaltı,yaşasın günah!’’ çığlıklarıyla geliyordu. Ve bu atmosferin içinde tüm toplumlar yönsüz, yolsuz kaldığı gibi kadın da aynı durumdaydı. Çağın atmosferik etkisi ortaya çıkmadan hiçbir şey gerçek yüzüyle anlaşılamıyordu. En temelde kişi çevriminin kötücül değerleri ile insancıl, doğacıl değerlerin evrensel ölçülerde çatışma halinde oluşu, kadınların öyküsünü de yolunu da evrensel ölçülerde yeniden başlatmış oldu.


Günümüzde Kadın

Bu öykünün en belirgin yanlarından birisi gelişimin çok yavaş ilerlemesi hatta ve hatta yeni kuşakların olgunlaşmasını istemesidir. Çünkü geçmiş çevrimlerde kadın bastırılmış, zalimce köleleştirilmiş olduğu için tarihten alacakları da o oranda artmış oldu. Kadının geçmiş çevrimlerdeki birikmiş tüm alacaklarını alacağı o çağı yaşıyoruz işte. Şimdi çevrim bir tür intikam alırcasına her kişiye öğretiyor, bir daha asla yapılmaması gereken hatalarını ortaya çıkarıyor. Çevrim yeni kuşakları da böyle eğitiyor ve kendi yarattığı kara deliği böyle onarıyor.

Her şeyi en acı gerçeklik suyunda yıkayan bu çağda geçmiş defterler açılıp hatalarla birer birer yüzleşilecekti. Üstelik bu yüzleşme bütüncül bir farkındalık düzeyine çıkabilirse eskinin hataları tekrar etmeyecekti. Bu aslında ien başından beri nsanlaşmanın yöntemiydi. İşte bu çağ aynı zamanda bu dönüşümün de artık mümkün hale geldiği bir çağdır ve köklü dönüşümler olmazsa eski çevrimlerin hataları yanlışları yeniden ortaya çıkabilirdi.

Kişi çevrimi dediğimiz bu çağda doğa gibi, toplum gibi kadın da parçalanma olgusu ile tanışır. Çağımız sınıflı toplumun son çağı olarak yaşanıyor ve ayırt etmeden her şeyi parçalayıp kendi ömrünü uzatmak için malzeme haline getiriyor. Kadın ise bu ‘’malzemelerin’’ başında yer alıyor. Uzmanları için bile beklenmedik bir şekilde gelen çağın bir özelliği de hızlandırılmış olma özelliğidir. Parçalanmanın da bir hızı var ve ivmesi giderek artar. Parçalanmanın ivmeli seyri kadınlarda bariz bir şekilde görülür. Çünkü kadında eşitsiz gelişimden dolayı yaşanmamışlıklar fazladır ve hemen hepsi kişisel açlık olarak ortaya koyar. Ortaya çıkan yaşanmamış hayat tarzlarına ait açlıklar (olumlu ya da olumsuz biçimlerde) yaşanmadıkça da o açlığın hastalık haline gelmesinden kurtulmak pek mümkün olmaz. İlle akılda kalır ve bir yerde bir şekilde gün yüzüne çıkar. Bu süreç erkekte de yaşanır elbette fakat kadında toplum biçimlerine ait yaşanmamışlıklar fazlaca olduğu için bunlar üst üste gelir genellikle. Güzellik adı altında kışkırtılan her hangi bir şeyi çözüldü diyelim tam da bunun üzerine paraya sahip olma isteği gelir örneğin. Ya da cinsellik kafamıza takılmışken eleştirilmekten hoşlanmayız ve yücelim açlığımız ortaya çıkar örneğin. Bunlar rastgele örnekler tabi, fakat açlıklara çözülmek bu şekilde birbirini tetikleyip ivmelenerek ilerler. Kadının beyin, zihin ve ruhsal süreçlerine kadar giren bu parçalanma sonuçta sistemin ömrünü uzatmış olur. En temel sonuçlarından birisidir bu. Bu arada peşinde koşulan hiç bir açlık tam anlamıyla doyurulmamış olur, tam tersine açlık hissi artar, çünkü parçalanma tam da kendi bütünlüğünden kopuş olarak bu tür bir pozitif his veremez. Miden tıka basa olur fakat hala ruhun açtır ya da onlarca erkek denemişsindir fakat hala doyurucu bir cinsellik yoktur gibi. Var gibidir fakat aslında yoktur, çünkü olağan haliyle, hakkıyla yaşanmaz, yaşananın yaşanmamışa dönmesi için gereken şekilde yani parçalayarak yaşanır. İşte adına parçalanma dediğimiz bu süreçler bu yüzden içindeki kişinin bile şaşakaldığı süreçlerdır.

Kişi çevriminin parçalanma olgusu ile en başta eski çevrimlerden kalan hesaplar görülecekti, yaşanmamış hayat tarzlarına ait şeyler yaşanacaktı, fakat tam tersine sistemin körüklediğii açlıkların doyurulması bir yana giderek daha büyük kör düğümler haline gelmiş oldu. Bu arada sistemi beslemiş, ömrünü uzatmış oldu sadece. Fakat sistem açısından da başka bir yanılgı tam burada devreye girer. En temel cinsel, yücelimsel ve mülkiyet açlıklarını ele alırsak eğer bunların hızlandırılmış bir şekilde kışkırtılması ve insanların da bu açlıklar peşinde (param parça aşklar ve köpekler filminde olduğu gibi) yaşaması sistemi de hızlı bir şekilde kendi sonuna götürür. Çünkü sistem, tarihin onun önüne koyduğu ‘’kişi’’ denilen büyük imkanı böylelikle heba etmiş olur. Oysa kişi açlıklarıyla ve yetenekleriyle bir bütündür ve bu bütünlük açlıklarla tek yanlı bir şekilde dengede kalamaz. Dolayısıyla sınıflı toplum sistemi açısından bindiği dalı kesmek sonucu ortaya çıkmış olur. Olan da budur, sistem kendisiyle birlikte her şeyi çökertip ölüme sürüklemekten başka bir yetenek gösteremiyor.

İşte bu modern kapitalizmin ikinci çöküş çağıdır. Birinci çöküşünde dünyanın üçte biri sosyalist rejimlerle kaplanmıştı. Özellikle geri ülkeler kollektif yoldan modern kapitalizme yetişmişlerdi, fakat daha ötesine geçemeden çökmüşlerdi. Şimdi modern kapitalizmin ikinci çöküş çağı küresel olarak, teknolojiyi tapınçlaştırarak geldi ve bütün insanlığı kaplayarak kendisiyle birlikte ölüme sürüklemek istercesine geldi. İşte bu çağın yakıtı da en başta kadınlar, çocuklar ve doğa sisteme taze kan veren basit birer malzeme haline geliyordu.

Onların paraçalanmasıyla birlikte duygularımız, inançlarımız, değerlerimiz tuz buz olmaya başlıyordu. Sistem bunu yaparken eskisi gibi sadece zor ve şiddet kullanmıyordu rıza üretim mekanizmalarıyla yapıyordu bunu. Sistem bunu yaparken örneğin kadınların rızasını alabiliyordu, gençlerden, çocuklardan onay alabiliyordu. Üstelik kadınların, gençlerin, çocukların yok oluşuna, yozlaşmasına çürümesine yol açan fikir ve eylemleri için. Böylece insanlar kendi ayaklarıyla parçalanmaya, yozlaşmaya koşuyorlardı. Fakat bu daha başlangıçtı ve parçalanma denilen olgu aslında bir sonraki sonucun ilk adımıydı.

Kadının günümüzdeki durumu üzerine söz söylerken üzerinden atlanan ve hemen hiç kimsenin sözünü etmediği belki de edemediği önemli bir gerçeklik te kadının yaşanmamış toplum biçimleridir. Toplumsal çevrimde yaşanmamış toplum biçimleri eşitsiz gelişim potansiyelleridirler. Her toplum ve kişi, geçmişte yaşayamadığını onları çözümleyemedikçe mutlaka bir şekilde onlara geri döner ve yaşamak ister. Kadında böylesi yaşanmamışlıklar bulunur.

Büyük dönüşümler özellikle de devrimler hiçbir yerde ve hiçbir zaman gelişmiş toplumlardan çıkmazlar. Tersine, en ileriler ile en geriler arasında sıkışıp fakat tarihsel görevlerini sezebilecek kültürel birikime sahip toplumlar tarafından gerçekleştirilmişlerdir. Bu yüzden de bazı toplumsal çevrim konaklarıatlamak zorunda kalırlar. Fakat bu atlayış sonradan geriye dönüşlere neden olacaktır. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Kapitalizmi yeterince yaşayamadan sosyalizmin alt basamağına geçen Sovyetler ve Çin yakın örneklerdir.

Her toplum, her sınıf ve her kişi için geçerli olan bu toplumsal çevrim kanunu, kadınlar için de geçerlidir.Kadınlar için yaşanmadan üzerinden atlanmış toplum biçimleri ise çok daha fazladır. Çünkü, bin yıllardır, hayatı evlerinin mazgallarından erkeklerinin arkasından izlemek zorunda bırakılmışlardır. Fakat şimdi kişiler çevriminin hızlı ritmi içinde birden bire kendilerini piyasa ortamında buluverince, çok hızlı bir şekilde görülmemiş bir çözülüş ve parçalanış ama aynı zamanda da bilinçlenme süreci içinde bulurlar. Hızla kapitalizme çözülürlerken, aynı zamanda yaşayamadıkları bütün toplum biçimlerini, kapitalizm içinde erkek kadın ilişkileri içinde yaşayarak bilinçlenmek zorunda kalmışlardır.

Kadınlar en çok kapatılıp kaldıkları ve dolayısıyla hastalanıp ustalaştıkları kadın erkek ilişkilerinde, ev, evlilik, çocuk konularında yoğunlaşarak, yaşayamadıkları toplum biçimlerini aşmaya çalışırlar. Genel çoğunluk açısından bunlardan ötede fazla bir alan bulunmadığı için böyledir, fakat elbette bu yeterli olamaz ve olamayacaktır. Sınıflı toplum tarihi boyunca erkeklerin tekelleştirdiği hemen tüm alanlar kadınlar için yaşanmamışlıklar barındırır. Devlet hiyerarşisinde bile örneğin ilk kadın kaymakam, ya da ilk kadın valinin zihinlerdeki algılanışını düşünelim. Ya da örneğin, özellikle antik toplumtaki dinsel, ulusal hiç bir alana kadının ayak basamadığını anımsayalım. İşte tüm bunların hepsi kadında büyük boşluklar oluştururlar.


Parçalanmanın Sonu Bütüncül Bilinç Hali

Kişiler çağı her kişiyi, o kişinin parası, ilişkiler ağı ve zamanı elverdiği ölçüde parçalar, oyalar, süründürür. Ve bu parçalanma her kişinin kendi özel ölçülerine göre tüm insanlık ve doğa tarihinin yeni bir tekerrürünü oluşturur. Çevrim kavramını tekerrürün yeni koşullarda yeni ve benzersiz sonuçlar vermesi olarak tanımlayarak antik tarihin sonuna bakalım. Elbette çevrimin birçok tanımı var ve olabilir. Fakat burada kişi çevrimini daha iyi anlayabilmek için görüşümüzü keskinleştirecek bir tanım olarak kullanmış olduk.

Bir önceki başlıkta sadece modern çevrimin ikinci ölümünden bahsetmiştik. Şimdi ise ölçeği biraz daha büyütüp tüm sınıflı toplum çevrimine bakalım. Sınıflı toplum antik ve modern çevrimlerden oluşuyor malum. Antik tarihin sonunda da günümüzdeki kişi çevriminin bir tür prototipi olabilecek bir geçiş çağı yaşanmıştı. İşte o zaman toplumsal çevrim, modern kapitalizmi ve modern sınıfları ortaya çıkmıştı. Şimdi de sınıflı toplum tarihinin sonunda kişi çevrimi dediğimiiz zamanlar gerçek insanı doğururken benzer gelişmeler görebiliyoruz. Bu yüzden her iki doğum da toplumsal çevrimde görülmemiş etkiler yaratıyordu. Birincisinde, ortaya çıkan barbarların tarihsel devrimlerinden sosyal devrimlere geçiş olmuştu. İkincisinde yani kişi çevriminde ise sosyal sınfların yerini salt insana bırakması olabilir. Bu insan, genetik, milliyet, cinsiyet, sınıf gibi çevrim miraslarını kavrayıp değer verse bile her hangi birine takılmayıp çevirimlerin mirasını kendi bütünsel karakterinde sentezleyebilen insandır. Çağın bu etkisi kadın ya da erkeğin de çevrimin mirasları olduğunu hatırlatır, dolayısıyla diğer miraslar gibi, biz biz yapan unsurlardan birisidir fakat biz tekil olarak sadece o mirasın kendisi değiliz. Kısıaca insan ne cinsiyetinin ne genetiğinin ne de sınıfının değil tüm doğal ve toplumsal çevrimlerin bütüncül bir özetidir.

Böylesi bir çağ dönüşümünün etkisini kadın ve erkek üzerine düşünürken aklımızda bulunması yararlı olaibilir. Bu bilgiyi akılda tutmak bize ne sağlar, diyelim kadın ve erkek arasındaki eşitsiz gelişimin tamamen ortadan kalktığı bir zamanda ‘’ben bir kadınım’’ denildiğinde bugünki vurgusu ile aynı olmaz. Günümüzün tersine kendini tanıyan, toplumun merkezinde duran gücünün ve güzelliğinin farkındalığının altını çizen bir tohlama olsa gerek.

Günümüzün evrensel kişi çevriminde bastırılmış, hayvancıl, bencil genlerine çözülürken her kiş son zerresine dek bu süreçten nasibini alır. Özellikle sınıflı toplum tanımı olarak kadın ve ailenin yanyana anıldığını düşünürsek her şey gibi geleneksel aile biçimi de kendisini yeni baştan gözden geçirmek zorunda kaldığı büyük bir özeliştiri ya da arınma çağına girdi. Tek eşli aile de sınıflı toplumun bütün rezaletini kendi içinde buldukça en derinden sarsıldı. Bu sarsılma özellikle geleneksel tek eşli aile biçiminin en büyük zaafı olan kişi mülkiyeti ve ataerkil erkek sistemi açısından oldu. Fakat kadını ve çocukları da sarstı ve adeta kendiliğinden denebilecek şekilde büyük bir öz eleştiri içine girdi. Bu öz eleştiri aşaması, tek eşli aile biçiminin, özgürce seçim, bilinçli birliktelik, kadın erkek toplumsal eşitliği, aşk ve sevgi temelinde yeni baştan kuruluşu için elverişli ve gerekli bir ön koşul gibidir. Aslında, insanlığın ve sınıflı toplumun başına gelen de budur. Artık insanlık kendisinin çekirdek altı temellerini gözden geçirmek ve bilimsel bilinç ile yeni baştan yorumlamak zorundadır. Bu özeleştiri ya da arınma süreci hem teoride hem de pratikte büyük bir dönüşümün başlangıcıdır.


Üreme Serbestisi ve Komünün Doğuşu

Hatırlayalım, toplumu ve ona ait üretim adını verdiğimiz gerçeği yaratan biricik temel hayvan üreme sisteminin insanlaşmasıydi. Hayvan üreme sistemini insanlaştıran gelişme ise üreme veya cinsel yasaklardır. O da doğadaki hayatta kalma ve üreme döngülerinden çıkageldiği için doğa ile toplumun eş değerlilik kanununu kuran bir başlangıç oluşturmuştu.

Üreme yasakları hayatta kalmakla ilgili doğal bir gelişimin sonucudur, bilinçli bir şekilde konulmuş yasaklar değildir, tamamen hayatta kalmak ve türün devamı ile ilgili olup kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Üreme yasakları kendiliğinden ortaya çıkmış ve kendi içindeki zaaflarından arınarak ‘’çok eşlilikten tek eşliliğe’’ doğru gelişmiştir. Niyayet toplumsal kanunların da etkisi ile tek eşli aile biçiminde bir kararlılığa ulaşmıştır.

Komünün ortaya çıkışı, üreme yasakları, aile ve kişinin gelişimi insanlığın öyküsü olmakla birlikte özel olarak kadınların ve yeni kuşakların öyküsüdür. Bu konular yeterince bilince çıkarılamazsa gelecek toplum için çeşitli yaratıcılıkların ortaya çıkması zorlaşır.

İlk üreme yasağı insan tarafından konulmadı demiştik. Doğa tarafından doğal olarak, evrimin zorlamasıyla konuldu. Doğa üreme sistemiyle evrimleşir. Üreme sistemi evrimin en yüksek memeli hayvanlarında öyle bir dar boğaza sıkıştı ki, ekndiliğinden bir devrim geçirdi. Hominidler evrimleştikçe hamilelik süreleri uzadı. Hamileliğin uzaması daha gelişkin organizlar haline gelmesinden ötürüydü. Ve elbette yeni kuşakların yani yavruların eğitim süreleri de bu gelişkinliğe paralel olarak uzamak zorunda kaldı. Çünkü evrim geliştikçe daha çok karmaşıklaşıyor, ona uyum yapabilmek için önceki kuşaklardan edinilmesi gereken bilgi, deneyim, alışkanlık vs de o derece artıyordu. Eğitim süresini bu nedenle uzuyordu. Böylece beyin ve organ gelişimine uğrayan yavrular anne karnında daha uzun süre kalarak hamilelik sürelerini beş,altı aydan dokuz aya doğru çıkarmakta kalmadılar, aynı zamanda eğitim süreleri de uzadı. Çünkü doğaya uyum konusunda artık içgüdüler yeterli olmuyor sonradan edinilen adına eğitim dediğimiz bilgiye daha fazla ihtiyaç duyuluyordu.

Bir erkek ve birçok dişiden oluşan harem tipi yaşama biçimiydi, işte tıkanan bu yaşam biçimiydi. Bu tıkanma ile birlikte kadınlar ve çocuklar ölmeye başladılar. Burası tam da hayvanlık ile insanlığın sınır çizgisiydi. İnsanlığın en büyük başlangıçlarından birisi işte bu sınır çizgisinde gerçekleşti. Hayvanlar gebelik ve doğan yavrularının eğitim sürelerini mevsimlere göre genler temelinde ayarlayabiliyorlardı. Fakat evrim geliştikçe bu aşılmak zorunda kaldı, gebelik ve eğitim süreleri uzadıkça, mevsimlere uyum zorlaşmakla kalmadı, daha gelişkin yavruların eğitiminde de harem sistemi yetersizleşti. İşte bu gerçekler haremden kovulan diğer erkeklerin kadın ve çocuklara yardım etmesi için sürüye alınmalarını sonucu doğurdu. Bu gelişim ilerleyip başarı kazandıkça kökleşti ve hiç bir üreme yasağının olmadığı ilk komün temeli doğmuş oldu. Dikkat edilirse burada baş rol üreme sisteminin kendisindedir. Ortada ne teknik vardır ne de üretim araçları. Bu ilk toplumsallık antrenmanı diyebileceğimiz komün temelinde hiçbir cinsel yasak ya da üreme yasağı bulunmuyordu. Erkeklerin tümü hamile kadınlara ve yavruların eğitimine yardım etmek üzere sürüye katıldıkça, eski lider erkeğin haremi dağılıyor bunun yerine her erkeğin her kadınla cinsel alışverişte bulunduğu üreme yasağının olmadığı ilk komün doğuyordu.


Üreme Yasaklarının Aşamaları

Üreme serbestisinin geçerli olduğu bu ilk komün temeli hayvanla insan arasına kalın bir çizgi çekmişti elbette. Bu büyük bir üreme devrimiydi ve milyonlarca yılda ve çeşitli hominit türleri boyunca ancak geçilebilmişti. Aynı genden gelenlerin üremesinin olumsuz sonuçları ortaya çıktıkça özellikle de altsoy ve üstsoy arasındaki üremenin yeni nesillerin kalitesini olumsuz etkilemesi neticesinde bu defa yeni üreme yasakları ortaya çıkıyordu.

Cinsel alışverişin sınırlanması ya da üreme yasakları dediğimiz gelişim böylece aşama aşama ilerliyordu. Belli bir yasak ve dolayısıyla o yasağın oluşturduğu bilinç hali yerleşmeden bir diğer aşamaya geçilmediğini görüyoruz. O aşamaları görelim;

Birinci aşama, yine doğanın üreyim devriminden aldığı hızla doğar. Anneler ve erkek çocukları arasındaki cinsel alışveriş kendiliğinden cinsel yasak haline gelir. Anne ile erkek çocuk arasında üreme yasaklanmış olur. Annelik hormonu da bu üreme yasağı yerleşik hale geldikçe yani toplumsallık geliştikçe yoğunlaşır. Böylece ilk üreme yasağı yerleşmiş ve dolayısıyla kendiliğinden bir bilinçlenme de ortaya çıkmış olur.

İkinci aşama, erkeklerle kız çocukları arasındaki cinsel alışverişe son verir. Hangi çocuğun babası olduğu bilinmeyen babalarla kız çocukları arasındaki bu yasak biraz daha zor yerleşir. Fakat bu basamağın gelişiminde yine kadınlar (anneler) başrolü oynarlar ve zorlandıkça kendiliğinden bilinç sistemi de özellikle kadınlar ve çocuklar içinde daha fazla gelişim bulur.

Üçüncü aşama, kız ve erkek kardeşler arasındaki cinsel alışverişin yasaklanmasıdır. Aynı kuşak içinde olmalarından dolayı yaşıtların birbiriyle kaynaşma gücünden ötürü yerleşmesi en zor aşamadır. Önce aynı ana rahminden gelen kardeşlerin cinselliği yasaklanır, yasak daha sonra bütün kardeşleri kapsar. En zor yerleşen üreme yasaklarından olmasına rağmen ki biraz da bu nedenle geleneksel bilincin en çok geliştiği aşama da bu olur.

Dördüncü aşama, kardeş eşiyle yani yengelerle evlenme yasağıdır. Artık üreme yasakları dolayısıyla bu bilinç oturmuştur ve göçebelik sistemine geçilmiştir .

Beşinci aşamada, başlıca eş dışında birkaç kadınla evlenme yasağı kendiliğinden gelişir. İki başlı evlilik yerleşmeye başlar. Artık tarımcı kent komünü aşaması yürünmekte ve yavaş yavaş sınıflı topluma (medeniyete) geçilmektedir. İşte tek eşli aile tam da burada yerleşik hale gelecektir.

Üreme Yasakları Aile Biçimlerinin Temelidir

Üreme yasakları ile aile biçimleri yan yana gelişirler. Gelişirken de hem komün, hem de üretim biçimlerini geliştiren asıl temeller olurlar. Üreme yasakları hayvancıl bencil genleri denetim altına alır. Bu denetimle kontrol altana aldığı hayvancıl enerjiler toplumsal yücelim enerjisine dönüşür ve hemen yanı başında yeni aile biçimlerini yaratır . Böylece gelişen yeni aile biçimleri daha gelişkin daha organize bir toplum (komün) ve üretim biçimleri için zemin oluşturur. Üreme yasakları, aile biçimleri ve toplumsal çevrimler arasındaki ilişkiye bakalım.

Kandaş Aile Biçimi: Üreme yasağının olmadığı ilk komün zamanından kalma en ilkel aile biçimidir. Tevrat ve İslam geleneğinde Havva’nın her karında bir kız bir erkek doğurduğu ve bu kardeşlerin birbirleriyle evlenmeleri şeklinde bahsedilen bu aile biçimidir. Hepsi kandaş tek bir ailedir. Hamilelik süresinin ve çocukların eğitim sürelerinin uzaması, doğadaki üreme sisteminin devrim geçirmesidir. Bu devrimden üreme yasağının olmadığı ilk komün temeli ortaya çıkar. Bu devrimden çıkagelen ve henüz üreme yasağının olmadığı ilk komünün bizzat kendisi eski hayvancıl üreme ve yaşama güdülerini yasaklamış oluyordu. Üreme yasağının olmadığı ilk komün içinde gelişen cinsel yasaklar işte bu doğal cinsel yasak temelinden sonra gelişebilmiştir. Fakat bilinçle değil tamamen doğadan aldığı hızla kendiliğinden kurulmuştur. Burada üreme yasağının olmadığı ilk komünü tekniğin ve üretimin yaratmadığının altını çizmeliyiz. Günümüz klasik biliminin iddia ettiği fakat gerçeklerin tam tersini gösterdiğini söylemeliyiz. Tersine insanın bizzat kendisi dahil onun tekniğini de üretimini de toplumunu da milyonlarca yıldan beri gelişen ve doğadan gelen bu üreme sistemindeki devrim yaratmıştır.

Bu yapı doğal gelişimin ağır basması yüzünden üç milyon yıl içinde gelişebilmiş ve hem bütün genlerine hem de toplumsal bütün yapısına kadar işlemiştir. Bu yüzden de insanlığın en temel çekirdek altı (komün) kanunlarını oluşturmuştur.

Ortaklı Aile Biçimi: Anne ve baba ile çocuklar arasındaki cinsel alışverişin ve üremenin yasaklanmasıyla birlikte ortaya çıktı ve kardeşler arası cinsel alışverişin yasaklanmasıyla güçlendi. Kardeşin eşiyle (yenge) cinsel alışverişin yasaklanmasını da içine aldı. Göçebe toplumlarda bile sürer.Tevrat geleneğindeki İbrahim ve İsrail oğulları ile örneklenebilir.

İki Başlı Aile Biçimi: Komün giderek çözüldükçe, yenge ve kayınbirader grupları çoğaldıkça, artık erkeğin başlıca karısı belirse de çok eşlilik sürer. İslam evlenmeleri bu aile biçiminin kalıntılarına örnektir. Boşanmalar kolaylaşır ama boşanan kadın evden ayrılmaz saygısı sürer. Tarımcı kent komünü aşamasında belirir.

Tek Eşli Aile Biçimi: İki başlı aile geliştikçe, komünün üretimi ve çevre ilişkileri de organizasyonları da gelişir. Artık sınıflı topluma (medeniyete) doğru geçiş hızlanır. Tek eşli aile bu noktada zafer kazanır. Üreme yasaklarının ulaştığı en üst sentezi ifade eder aslında. Bu yüzden tek eşlilik öylesine elastiki bir maddi ve ruhsal yapı haline gelir ki, insanlık tarihinin tüm elemanları içine nüfuz eder.

Tek eşli aile görüldüğü gibi bütünüyle doğanın ve toplumun yaşadığı çevrimlerin içinden çıkıp gelir fakat sınıflı toplumun ve ataerkil erkek sisteminin eline doğmış olur. Uzun biirikimlerin sonucu olarak ortaya çıkan tek eşli aile biçimi böylece ataerkil erkek sisteminin elinde mülkiyet aktarımı ve üretimin geliştirilmesi için kullanılan bir alet haline gelir.

Tek eşli aile biçiminin karalı hale gelmesini yedi bin yıldan daha geriye götüremiyoruz. Bundan öncesi, çok eşli aile sistemlerinin baskın olduğu daha ilkel komün aşamalarıdır. Tek eşli aile henüz iki başlı aile biçiminde filizler halindedir. Ancak gelişimine elverişli ortam buldukça gelişebilecektir. Böyle bir ortamı yedi bin yıl önce Fırat ve Dicle deltasının bire üç yüz veren bereketli topraklarında bulur. Göçebe komünler buralara yerleştikçe ve tek eşli aile filizleri yeşerdikçe, kendi gelişimlerine uygun düşen üretim biçimine yani tarımcı kent kömünü aşamasına ulaşabilmişler. İşte bu aşamadan sonra toplum içinde kişiler de belirmeye başlayacaktır. Kişilerin belirmeye başlaması ile birlikte kişiler arası aşk da bundan sonra insanlığın gündemine girebilecektir. Ve ister istemez, kadın erkek farkı ya da eşitliği, özgür eş seçimini, üretim ve yaratıcılığı alevlendirir.


Tek Eşli Aile Biçimi Zaaflarından Arınmalıdır

Aile biçimlerinin ulaştığın en son aşama tek eşli aile biçimidir fakat mülk sahibi sınıfların elinde oyuncak haline gelir. Ailenin kurumsallığı hukuksal garanti altına alınır fakat özellikle kadın için hapisane haline gelir. Çünkü tek eşlilik insanlığın muazzam birikimleri sonucu ortaya çıkmış üstün bir sentez olduğu halde özellikle mülk sahibi sınıflar onu fuhuşla, çıkarla, yalanla, dolanla kirletirler. Aile ile mülkiyetin miras biçiminde sonraki kuşaklara aktarımı ihtiyacı giderilir fakat tek eşli aile biçiminin tek eşlilik özelliği bilhassa fuhuşla birlikte zaafa uğratılır. Dolayısıyla bu durumda aile ile tek eşliliği ayrı ayrı değerlendirmeliyiz. Aile kurumunun büyük bir özeleştiriden geçmesi gerekebilir elbette fakat tek eşliliğin insanlaşmanın temellerinden birisi hatta en önemlilerinden birisi olduğunun farkına varıp, sahiplenmeliyiz.

Kişi çevriminde yaşananlar ise zaten tanınmaz hale gelen geleneksel tek eşli aile yapısını temelinden sarstı her şey gibi onu da parçaladı. Öyle ki toplum kişilere dek parçalanırken aile bu parçalanmanın tam da ortasında kaldı. Bu parçalanma ile birlikte geleneksel tek eşli aile dediğimiz yapı fuhuşla, çıkarlarla, çok eşlilikle birlikte işler. Bu gerçek yeryüzündeki tüm toplumların hemen her hücresinde gözlemlenebilir. Geleneksel tek eşli aile yapısına sızan bu hastalıkların sonuçları tahmin edilenden daha yıkıcı sonuçlara yol açar.

Geldiğimiz noktada özellikle hakim erkek egemen sisteminin arzusu ailenin devam etmesi yönündedir fakat açık ya da gizli bir şekilde tek eşlilik özelliğinden de hoşlanmazlar. ‘’Aileye evet ama tek eşliliğe hayır.’’ şeklinde özetlenebilecek bu mantık finans kapitalizmin en tepesinden tüm toplumları zehirlemek üzere küresel bir salgın gibi yayılmıştır. Elbette toplum önünde ve meşru kanallarda tek eşliliğe doğrudan saldırmaları kültürel olarak pek mümkün değil fakat filmlerle, dizilerle, uydurulmuş yaşam biçimleriyle çok eşliliği ve fuhuşu destekleyip kışkırtırlar. Bu kışkırtma parçalanma süreçlerine hız kazandırır ve bu hız da sistemin ömrünü uzatır. Yani sosyal, kültürel atmosferin kirlenmesi, yozlaşması tesadüfen olmaz. ‘’Yaşasın bilinçaltı, yaşasın kötülük, yaşasın çürüme’’ diye açıkça konuşup yazamasalar bile hemen her alanda bu cümlelerin tercümesi sayılabilecek işlerini görebilirsiniz. Üstelik incelikli bir şekilde, sanatsal kılıflarla, teknik göz boyamacalarla, ilericilik yenilik ambalajlarıyla üstelik.

Toplumsal çevrimin bir armağanı olan tek eşli biçimi sınıflı toplumla birlikte günden güne zaaflarla sakatlanmıştı. Bu defa sınıflı toplumun son durağı kişi çevrimi ile birlikte sınıflı toplumun bütün rezaleti katmerli bir şekilde ailenin içindedir artık. Ailenin bu haliyle devam edemeyeceğini görmeliyiz, o yüzden bu yapının bir özeleştiriden geçmesi ve zaaflarından arınması gerektiğini söylüyoruz.

Geleneksel tek eşli aile yapısındaki bu zaafların devam etmesi halinde yeni kuşakların ve dolayısıyla gelceğin tehlikeye girmesi demektir. Aile bu haliyle yeni kuşakların yetiştirilmesi ve korunması için uygun bir ortam olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla her türden toplumsal çürümenin kanınsanması, olağan bir durum olarak algılanması da ailenin bu yapısıyla doğrudan ilgilidir. Böylesi bir aile yapısı içinde bireysel ya da toplumsal konu ve sorunların ele alınıp insancıl değerler doğrultusunda çözüme kavuşturulamaz. Kişinin ve toplumun sorunları gündeme gelmeyince de bir yenilenme, tazelenme olamaz. Dolayısıyla bugün anlamı ortadan kalkmış bir aile yapısı vardır.


Gelecek Tek Eşliliğindir

Yöntem açısından, tek eşli aile biçiminin, bütün kişi mülkiyeti ve ataerkil erkek egemen zaaflarına rağmen üreme yasaklarının ulaştığı en ileri aile biçimi olduğunu unutmamak gerekir. Öncesi hayvanlığa kadar uzanan çok eşli aile biçimleridir. İnsanlaşmanın en önemli icatlarından birisi olan tek eşlilik üzerinde ise özellikle durmak gerekir. Nasıl ki tüm doğal ve toplumsal çevrimler boyunca hayvanla insan arasında böylesi bir sınır çizilmiştir günümüzde de bu sınır çizgisini zihinsel, ruhsal anlamda korumak insanlaşma kalitesinin göstergesidir. Ne aile ne de tek eşlilik sınıflı toplumun ürettiği değerler değildir. Tam tersine o aileyi de tek eşliliği de kirleten bir tarih aralığı olmuştur. Finans kapitalizmin özellikle en tepesine baktığınızda toplumdaki aile yapısını parçalanması için uğraşırken kendi ailelerini koruyup kollama konusunda titiz davranırlar. Toplumda eşcinselliği yaygınlaştırmak için modasıyla, filmleriyle, tonlarca parayla çeşitli projeleriyle uğraş verirken özellekle mirasın aktarılacağı kendi çocuklarının eğitimi, cinsel yönelimleri konusunda son derece hassas davranırlar. Mirasın aktarılacağı çocuklarının eşcinsel olmaması için önemle üzerinde dururlar. Oysa toplumun genelinde kısırlığın, eşcinselliğin yaygınlaşmasını da desteklerler, kendi çocuklarının eşcinsel olmasına yanaşmazlar. Eşcinselliğin iyi ya da kötü olması meselesi ile kişi iradesinin sakatlanarak eşcinselliğe yönlendirilmesini birbirine karıştırmamak gerekir. Kişi olağan cinselliğini yaşayamazsa elbette kendi iradesiyle tercih edebileceği başka bir cinselliğe yönelebilir, fakat kişinin iradesini, seçim hakkın ortadan kaldıran moda, reklam, rol model dayatmalarıyla eşcinselliğe yönlendirilmesi kabul edilemeycek bir durumdur. Ki kişi çevrimi dediğimi çağımızda her türlü kanalla bu türden projeler bol paralarla finansa kapitalizmin çeşitli kurumları tarafından yürütülmektedir. Eğitim kurumlarında, medyada ya da hukuk alanındaki içerik ve tercihlerde bunu gözlemek mümkün. Olabildiğinde parçalanmaya hizmet eden içeriklerin ve tercihlerin parlatılıp gündemde tutularak özendirilmesi sonucu hiç aklında yoksa bile insanları eşcinselliğe teşvik eder. O yüzden tek eşlilk ve olağan cinselliğin bu türden yukarıdan aşağıya doğru tezgahlanan parçalanmaların da ilacı olduğunun farkına varmalıyız.

Aile yapısı ise yine tek eşlilikle arınıp yeniden kendi dengesine kavuşabilir. Onu kişi mülkiyeti, bencllik, fuhuş, erkek egemenliği gibi zaaflarından arındıracak olan unsur ise kişi gücü ve yeteneğidir. Kişi unsurunun tarih sahnesinde yerini yavaş yavaş almasıyla birlikte aşk ve sevgi temelinde tek eşli birliktelikler gerçek değerine kavuşabilir. Çünkü üreme ya da cinsel yasaklar kişi beyninde ve ruhunda temel bir yapı olarak bulunur. Kiş gücünün ve yeteneğinin tarih sahnesinde yerini alması ile birlikte aşk ve sevginin diğer tüm problemleri çözebilecek gerçek değerler olduğu da yine kişi etkeni ortaya koyabilir. Eşini bulamayan hiç bir insanın kendi kapasitesine ulaşamadığnı, yeterince yaratıcı enerjiye sahip alamadığnı yine en iyi bilen ya da sezen kadınlardır. Tek eşlilik konusunda kadınların erkeklerden daha ısrarcı olmasının nedeni de budur.

Gelecek toplumun yaratıcısı kişi gücüdür. En başından beri toplumun çekirdek altında gelişip duran ve kişiler çağı ile yeniden doğumunun ilk evresine giren kişi unsurunun önümüzdeki zamanlarda parçalanmadan toparlanmaya doğru bir seyir izleyeceğini öngörebiliriz. Geçmiş çevrimlerin olumlu olumsuz tüm birikimini eleyip kendi kurucu niteliğinin farkına vardıkça yeni toplumsal değerlerle birlikte yeni bir tür aile biçimini de geliştirir. Bu anlamda onun önünde duran geleneksel tek eşli aile biçimindeki zaafları elemek ve onun gerçek gücünü insanlaşma yönünde geliştirmektir. Adına aile ya da birliktelik diyelim aile biçimlerinin varacağı başka bir temel yoktur. Çünkü aile yapısı bu tarihsel dönem itibariyle ilk çevrimini tamamlamıştır, gelecek toplumda da varlığını yeni bir çevrime girerek koruyabilir ancak. Bu yeni çevrimin özü ise eski geleneksel aile biçimini zaaflarından, hastalıklarından arındırıp aşk ve sevgi temelindeki birliktelikliklerdir.

Sınıflı toplum tarihinin (erkek egemen sisteminin) kalıntıları özgür eş seçimiyle, kadın erkek eşitliğiyle, ekonomik bağımsızlıkla, cinsel özgürlükle, aşkın ve sevginin yüceltilmesiyle, açık ve gizli fuhuşu yok edecek tek eşliliği benimseyen kişi gücü tarafından yok edilebilir. Bu insanlaşmanın çevrim yasalarından gelen en sağlam temellerindendir, o yüzden ne kadar kirletilirse kirletilsin asla yok edilemez. Çünkü çevrim yasaları kişi beyrine, ruhuna, genetiğine milyonlarca yıl boyunca işlemiştir.

Tek eşliliğin parçalanması demek insan toplumunun çağımızda olduğu gibi üretimi, ve üreyimi ile çürümesi ile paralel gider. Tek eşlilik ile kişideki üreyim, üretim, toplum ve doğa bir bütün olarak işler. Nasılki kiş, insan toplumunun parçalanabileceği son unsur ise, tek eşlilik de ailenin ve üreme asakların son aşamasıdır. Dolayısıyla varılacak yeni kişi de parçalanan kişinin bütüncül bilinçle yeni baştan toparlanması demekse, tıpkı bunun gibi varılacak aile biçimi de parçalanan ve sınıflı toplumun bütün rezaletlerini içinde bulan tek eşliliğin yeniden arınma ateşinden geçerek aşkla, sevgiyle yaşanan tek eşlilik olacaktır. Adına aile ya da ne dersek diyelim gelecek aşkla, sevgiyle bir birine bağlanmış tek eşli birlikteliklerin olacaktır.


İkinci Dönüşüm Çağı ve Kadın

Bütüncül teori zorlu bir gelişimin ürünüdür. Gelmiş geçmiş teorileri alt üst ederek ortaya çıkmıştır. Tarihsel maddecilik ve tüm idealist teori kırıntıları şu ya da bu oranda alıntı ya da çalıntılarla da olsa bütüncül teoriye doğru dönüşüm geçirmek zorunda kaldı ve kalıyor. Çünkü bütüncül teori pratikteki bir devrimden çıkageldi. Sovyetlerin çöküşü, dünyanın tek piyasa haline gelişi ile birlikte açılan Kişi Çevrimi dediğimiz çağ tam olarak bu gelişimin özetidir. Bu nedenle önümüzdeki toplumun öncü kurucularının doğumu kişiler bazında tek tek olmak durumundadır. Buradaki önemli nokta bu doğumlarda kişilerin beyin süreçlerine girilmesi gerektiğidir. Sovyetler ve reel sosyalizm bu gelişime ne kadar yabancı kaldıysa o kadar içten içe çöküvermişti. Şimdiki sınıflı toplum da aynı yabancılaşmayı yaşıyor ve kişi doğumlarına Sovyetler kadar yabancı bir konumda. Böylesine görülmemiş bir tarihsel gidişatı sığlaştıran ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışan politik şizofreniye düşmüş sözüm ona sosyalist ve liberal görüşlerin sığlığından büyük dersler çıkarılabilir. Her iki kanalın da dünya görüşü çökmüş olmasına rağmen kendilerine bakmaya cesaret edemediler ve edemiyorlar. Sovyetlerin çöküşünün ve küreselleşmenin yeni aşamasının ne anlama geldiğini, toplumsal çevrimin kişileri parçalamak gibi yeni bir aşaması ve çağı olduğunu anlayamadılar. Ve her iki dünya görüşüne dayalı sistemler gizli gizli parçalanıp çöktüğü halde kendi durumlarını gizlemek üzere hep deve kuşluğu yaptılar.

Fakat bu düşünce ve yaşama kulvarındaki insanların, sistemlerin deve kuşu tutumlarına aldırmadan her alanda bütüncül teoriyi geliştirip yaygınlaştırmak üzere de bir süreç işliyordu. Sadece bizim çabalarımızla değil dürüst, namuslu düşünebilen her insanın da pekala bunu yapabileceği bir çağın içindeyiz. Kişi çevriminin işte böyle avantajları da var ve kendini bilmek isteyen her insan için yeterince zaman ve fırsatı sunuyor. Her alanda her konuda düşünce ve davranışın gözden geçirilmesi zaruretini öncelikle çağın bu atmosferini hissedebilenler başarabiliyor. Çünkü tarihte her yeni döngünün başlangıcı her zaman ölüm,dirim hissiyatıyla gelir. Yeni çağın bu ölüm, dirim kertesindeki özelliğini ruhunda hissedebilenler öncelikle yeni çağ için kendilerini hazırlayabiliyorlardı. Doğadaki tür başkalaşımlarında olduğu kendi zamanındaki tüm unsurları kapsamına alır, tüm kişileri, tüm sistemleri, tüm düşünceleri vs.vs.

Tarihsel bir unsur olarak kadınlar da kişi çevriminde büyük sarsıntılar geçirmeye başladılar. Politik, akademik, sistemik şizofrenler ne kadar gizli parçalanıyor ve hastalanıyorlarsa kadınlar da bir o kadar doğal ve açık parçalanıp hastalanıyorlardı. Çünkü kadınlar kapitalizmle en geç ama en hızlı karşılaşan ve çözülen tarihsel unsurlardı. Kapatıldıkları evlerinden kapitalizmin pazarlarına çıktıklarında sokağa yeni çıkan çocuklar kadar saf, içten bir şekilde önüne gelen cicili bicili her şeye kapılmadan yapamadılar. Onlar da erkeklerin yolunu ama en az on misli hızla yürümeye başladılar. Kadınlar için parçalanmak suç değil neredeyse doğal bir gelişimmiş gibi görüldü.Aynı parçalanma sürecini yaşayan politik, düşünsel ve akademik şizofrenler ile kadınların çözülüşü ilginç biçimlerde bir araya geldi. Ve sonuçta örtüşerek birbirlerini beslediler.

Böylece onlar için, açlıklarına parçalananlar için, özellikle binlerce yıldır bastırıldıkları için daha hızlı parçalanan ve tekrar tekrar aynı hataları yapmaktan kurtulamayan ve asla yeterince ders alamayan kadınlar için bizim gibi düşünenlerin çığlıkları hiçbir şey ifade etmiyordu. Hatta mülkiyet, yücelim ve özellikle cinsel açlıklarının peşinde koşturup duran kadınların bu durumlarından yararlanmamak enayilik, dinozorluk olarak damgalanıyordu. Fakat gelişim böyle bir şeydi ve açlıkların tekraren peşinde koşturmanın da bir sonu vardı. İnsan daima bilinçaltı zorlamalarıyla yaptığı hatalarını bilincine çıkararak insanlaşabiliyordu. Hataların tekrarı biriktikçe bilince çıkarma ya da buradaki eş anlamıyla insanlaşma da gelişiyordu. Yaşasın kötülük, yaşasın bilinçaltı, yaşasın şeytan çığlıklarının da sonu gelmek zorundaydı. Bu çağın özelliği buydu, ya şeytan kazanacak ya insan kazanacaktı ve ölüm, dirim virajı böylece keskinleşiyordu. İçimizdek şeytanlar böyle böyle çiçeklenmişti, fakat her çağın hikmeti anlaşılıp rafa kalkıyordu ve bu çağın açlıklarla sınavının da bir sonu gelecekti. Çağın açılışı ve yükselişi geçip yavaş yavaş yerini nefis savaşlarına, insanlaşmaya bırakacaktı ve böylece her türlü şeytanlık geri dönmemecesine sönüp gidecekti. Çünkü kişiler çevriminin başı parçalanma ise sonu da toparlanmadır.

Kadınların parçalanması finans kapitalizmin ikinci ölüm çağına denk geldi ve sistemin ömrünü uzatmış oldu. Elbette bu zorunlu bir duraktı, çünkü az önce dediğimiz gibi kadınlar bu yola daha geç ve sancılı bir şekilde girmek zorunda kalmışlardı. On bin yıldır erkek sistemleriyle zalimce bastırılmış, psikolojik ve bedensel baskılar bütün dünyada ölçü ölçü ve incelmiş olarak sürüp gelmişti. Bu zulüm ruhsal ve bedensel genetiğe işlediği içindir ki kadınların parçalanışları hemen bir iki tekrarla bitmez. Açlıkların sınavı kolayca geçmeyecek gibidir fakat sınıflı toplumun ikinci ölüm çağının ilk ve evrensel büyük krizi biraz olsun yeni bir dönüşüm için de fırsat sunuyor. Fakat sadece bir fırsat olduğunu bilmekte yarar var. Doğa ve insan uyumunu gözeten yeni bir toplumsallığın yaratıcısı öncü kadınlar da işte bu ortamda ortaya çıkabilirler. Evet yeni öncü doğumlarının başladığını görebiliyoruz ama yine unutmamakta yarar var ki, bu daha başlangıç. Önümüzdeki toplumun yeni öncü kadınlarının doğumunda da geriye dönüşlerin olacağını öngörebiliriz. Açlıklar sürekli geriye dönüşlerle işlediği için her an sınavdan geçirecek bir çevrimi gerçekleştiriyor. Çünkü kadınlar şu anda ister istemez, açlıkları ve bedensel, ruhsal aşamaları bakımından kapitalizme sarılıyorlar. Kapitalizm onlar için açlıklarının ve özgürlüklerinin doyum yeri oluyor. Bunun geçici bir çözüm olduğunu belki de yine en iyi kadınlar biliyorlar. Her kişinin yaşadığını şimdi kadınlar yaşıyor fakat bilince çıkardıkça fazla yaralanmadan, ölüm kalım girdabına düşmeden aşılabilir. Açlıkların peşinde şuursuzca koşturmak insanlaşma değerleri açısından aşağılanabilir fakat bilinçaltı kara deliğinin gücünü düşünürsek belli bir tolerans da geliştirebiliriz. Çünkü parçalanma ve toparlanma diyalektik çeşitliliğiyle işler. Parçalanma olmadan toparlanma da olmaz.

Kişi çevriminin temel özelliklerinden birisi açlıkları kullanmasıdır. Kadınlar bu yüzden günümüzde sistem için büyük bir kaynak konumundadırlar, çünkü on bin yıldır baskılanmışlıkları onlarda büyük kara delikler oluşturmuştur. Sistemin kullandığı da işte bu açlıklardır. Doğayı ve insanlığı yok edercesine devam eden bu çağın aynı zamanda sınıflı toplumun ikinci ölüm çağı olması da tam da bu yüzdendir. Çünkü doğanın ve insanlığın tüm birikimine saldırıp kemirdiği halde yerine paradan başka bir şey koyamıyor. Fakat her kişiye, her topluma da sunamadığı her geçen gün daha iyi anlaşılıyor. Sistem, ölüm çağına gelmiş yaşlı cambaz olmasına rağmen böylesine tehlikeli bir oyuna biraz da mecbur gibidir, çünkü kuruluş kodu paraya dayanıyor. Doğanın ve onun en temel sembollerinden birisi olan kadına bu derece saldırmasının elbette bir geri dönüşümü de oluyor, işte bu ikinci ölüm çağıdır. Cami duvarına işeyen köpeğin eceline susaması gibidir durum. Cami, İslam’ın devrimci kuruluş yıllarındaki anlamıyla kullanırsak toplumu derleyip toparlayan eğitim ve seferberlik merkezidir. Doğanın ve toplumun kuruluş değerlenini temsil ettiği için onun duvarına işemek ölümü istemek gibidir. İşte sistem de kadına, doğaya, insanlığın değerlerine saldırıp kemirerek cami duvarına işemiş oluyor ve oraya işeyen eceline susamış demektir. İşte çağımızda finans kapitalizm de öyle bir çıkmaza girmiş durumdadır, doğa ve toplumun var oluş temellerine saldırmak gibi bir batağa saplanmıştır.


Bütüncül Bilgi ile Buluşma Noktası

Sınıflı toplum öncesi kadın toplumun merkezinde ana tanrı derecesinde güçlü iken sınıflı toplum onu yavaş yavaş hiçliğe doğru sürükledi. Kişi çevrimi ile birlikte kadın hiçlikten kurtulmak için orta çağdaki serfler (yarı köleler) gibi, efendileri olan erkeklere karşı, akla hayale gelmedik her türlü özgürleşme yolunu deniyorlar. Fakat şimdilik bunu en çok kişi mülkiyeti üzerinden, kapitalizmin en ilkel, en bayağı yollarından geçerek deniyorlar. Ama artık kişi mülkiyeti yolundan özgürlüğe giden yol çoktan kapanıp gitti. Kişi çevrimi dediğimiz bu çağda kişi mülkiyeti ölürken sönen yıldızların son kez parlayıp kaybolmasına benzer ve bu parlaklığa aldanmamak gerekir. Kişi mülkiyeti sınıflı toplumun bu son çağında işte o ölmeden önce güçlü bir şekilde parlayan yıldızlar gibidir. İşte insan bilincinin ve tabi kadınların bütüncül bilgi ile buluşma noktası tam olarak bu noktadır. Bu nokta kişi mülkiyetinin tüm yaratıcılığını artık tarihin tozlu sayfalarında bıraktığının anlaşıldığı noktadır. Artık doğa ve insanın uyumlu, dengeli bir var oluşuna dayalı yaşama biçiminden başka bir yolun kalmadığının anlaşılmaya başladığı zamanlar olacaktır.

Bütüncül bilgi ile buluşma nokatası, insanlığın ve doğanın ölüm kalım kavşağına girdiğinin anlaşıldığı noktadır, parçalanışlarımızın sonunun gelmeye başladığı yerdir. Burası aynı zamanda hem sonun başlangıcı hem de doğumun başladığı yerdir. Ancak hem insanlık ölçüsünde hem de kişisel açıdan parçalanmalar hemen son bulmaz ve doğum hemen gerçekleşmez.

Sınıflı toplumun çıkmaza girmesi ve çöküşe doğru hızla yol alması yeni yaşam biçimi arayışlarını ve dolayısıyla bu arayışa yanıt olabilecek anlayışları da gündeme getirecektir. Bu açıdan bütüncül teoriyi burada olduğu gibi her zeminde açıkça anlatmaya çalışmanın yanısıra kişi çevrimine uygun olarak kişi bazlı anlatım ve uygulama örneklerini ortaya koymak önem kazanıyor. Bu türden küçük te olsa çeşitli alanlardaki uygulama örnekleri dönüşüm kuşağı tarih sahnesinde yerini aldığında onlar için kolaylıklar sağlayacaktır.


Eşitsiz Gelişim Yasası ve Kadın

Kadin ve erkek arasındaki çelişki, toplumsal çevrimlerin en temel çelişkilerinden birisidir. Çevrim tarihinin bütüm elemanları içine sızan bir çelişki olarak karşımıza çıkar. Çünkü insan toplumu doğanın büyük bir üreme devrimi geçirmesi sonucunda oluşmuştur. Ve kadın bu başlangıçta hep bir adım öndedir. Sonrasında özellike son yedi bin yıllar sınıflı toplum çevriminde erkek baskınlaşır ve en kalleş biçimlerde onun doğal gelişim süreçlerine girerek alt eder. Farklılık ve çelişkiler binlerce yıl boyunca erkek ve kadın arasında uçurumlar oluşturur. Binlerce yılın eşitsiz gelişimini göz önüne aldığımızda kadının kolayca kendi dengesini bulmasını beklemek ham hayalden öteye bir şey değildir. Toplumsal çevrimin bu en temel çelişkisi ortadayken kadın ve erkek ilişkileri önyargılardan kurtulup insanca yaşanamaz.

Eşitsiz gelişim yasası bir yönüyle toplumsal çevrimlerin baş belasıdır, diğer yanıyla da dinamizm kaynağıdır. Aslında çevrim yasalarını, tanrının yaratıcı ve yokedici iki yüzü gibi görebiliriz. Eşitsiz gelişim yasası da her zaman bu iki yüzüyle birlikte işler. O yüzden eşitsiz gelişim yasasının bu iki yüzünün derin anlamlarını çözemeyen toplumlar, sistemler, kişiler onun uçurumlarında koybolur giderler.

Kapitalizm de bu eşitsiz gelişimlerden yararlanarak, özellikle kişi çevriminin açılımlarından taze kan alır. Fakat yine aynı eşitsiz gelişimlerin taleplerini çözümleyemediği için, ikinci çöküşünü de hızlandırmış olur. Önce dünyada kapitalizme çözmediği yerleri de küreselleşme ile birlikte pazarlara açarak her kişinin açlıklarından yararlanarak gençlik aşısı alır. Sonra oralardaki geriliklerin evrensellik taleplerini kişilere varana dek doyuramadığı için yeniden, bütün insanlığa yaşlı bir bunaktan başka bir şey olmadığını hatırlatır. İkinci çöküşün göstergelerinden birisi de budur.

Kişi, açlıklarının patlamasıyla kapitalizmin oyuncaklarına yöneliyor ve doğal olarak kıblesi kaçınılmaz biçimde kapitalizm ve onun oyuncakları oluyor. Unutmayalım ki kişi çevriminin en önemli özelliklerinden birisi budur. Her kişi şu ya da bu ölçüde açlıklarına parçalanır ve kapitalizmin eline düşerek onun ömrünü uzatmış olur.

Fakat bu olumsuz, hasta edici ve giderek öldürücü gidişin yine eşitsiz gelişim yasasıyla ilgili diğer bir olumlu yanı bulunur. Modern kapitalist çevrim doğarken kendisinden önceki sosyal sınıfları sosyal devrimci (kendisini ve toplumunu kendi kararıyla kurtaran modern sınıf) özelliğe kavuşturmuştu. Şimdi yani kişi çevrimi çağında ise sosyal sınıfları atomlarına kadar parçalayarak her bir kişiyi sosyal devrimci olabileceği bir yola sokmaya başlamıştır. Yani kapitalizmin mezar kazıcısı artık sadece işçi sınıfı, emekçiler, aydınlar değil sınıfı, mesleği, fark etmeksizin hemen her bir kişi olabilecektir. Çünkü kapitalizm sistem, her kişinin evrenselleşen taleplerine, hastalıklarına, yeteneklerine yanıt vermekten çok uzak, modern imparatorluklara, modern beyliklere bölünüp bina ve zinaya batmış yaşlı ve çökkün bir sistemdir. Bırakalım çözüm üretmesini kendi kalp krizlerine bile dayanamayacak durumdadır. 1990’larla birlikte tüm yeryüzü kaynaklarını küreselleşme adı altında talan etmesine rağmen 1998’de yine büyük bir krize girdi. Daha o zamanlardan gelecek elli yılın krizlerle, doğumlarla büyük toplumsal dönüşümlere gebe olduğu anlaşılmıştı.


Dönüşüm Kuşağı ve Kadın

Dönüşüm kuşağı kendi çağını ve onun değerlerini aşabilecek köklü dönüşümleri yapabilecek kuşaklardır. Antik çevrimin temel çelişkisi olan barbar-medeni çelişkisinde barbar komünler saat sarkacına berzer şekilde her yüz yılda bir akınlarıyla medeniyete saldırdılar. Bu antik tarihin ritmiydi, modern çevrimde ise bu saat sarkacı her elli yılda bir ama bu defa kuşaklarla çalışmaya devam etti. Modern çevrimin temel çelişkileri içinde (en başta emek-sermaye olmak üzere) sosyal sınıflarla birlikte işledi. Bundan sonrasında insanlığın genç nesilleri her elli yılda bir kendinden önceki kuşakların birikimine sahip çıkarak dünya ölçeğinde dönüşümler yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Yeni kuşakların bu döngüsel gelişi genel çevrim kanunları içinde belirdiğinde henüz ikibinli yılların başıydı. Kuşaklar kanununun keşfi bize modern tarihte ortaya çıkmış tüm dönüşüm kuşaklarının bilgisini verdiği gibi önümüzdeki yeni dönüşüm kuşağının geliş tarihini de vermiş oldu. En son dönüşümü kuşağı meşhur 68 kuşağı idi ve yeni dönüşüm kuşağı tam tarihiyle 2012’den sonra ortaya çıkabilecekti. Öyle de oldu ‘’Gezi Hareketiyle’’ birlikte kendisini göstermiş oldu. Yeni dönüşüm kuşağı 1990 ve sonrası doğumlular oluyordu. Burada yeri gelmişken tüm çevrim kanunlarının olduğu gibi kuşaklar kanununun da detaylı, bilimsel araştırmalarla zenginleştirilmesi gerektiğinin altını çizmekte fayda var. Henüz keşif aşamasında (2001) bile yeni dönüşüm kuşağının tarihini ve sonraki seyrine dair açık öngörüler ortaya koymamızı sağlamış böylesine bir bilginin zenginleştirilmiş boyutlarıyla daha büyük imkanlar sunabileceğini söyleyebiliriz.

Her yeni kuşak ilkel komünden çıkarak, modern komün olmaya doğru çevrimleşir. Tıpkı toplumsal tarihte olduğu gibi. Bunu yaparken de her genç nesil içine doğduğu toplum biçimini mutlaka eleştirek onu reformlara zorlar. Eğer yeterince birikim varsa ki bu da elli yıllık döngüsel birikimlerdir, o durumda yeni kuşaklar bulundukları momentteki (o andaki) toplumu kökten değiştirmenin bir yolunuu bir yolunu bulurlar. Aralarında aynı kuşak olmanın verdiği doğal bir söylem birliği, müthiş bir iletişim ağı bulunur ve o ana kadar bilinmeyen yeni yöntemler kullanırlar. Dönüşüm kuşakları işte bu söyleleri, iletişim ağları ve yeni yöntemleriyle de karakterizedir. Ve bir noktada içinde bulundukları toplumu başkalaştırmak üzere hazır hale gelirler. İşte o kuşaklar dönüşüm kuşaklarıdır.

Dönüşüm kuşakları hemen olgunlaşamazlar. Dolayısıyla asıl tarihsel etkileri de hemen ortaya çıkmaz. Çünkü toplumsal çevrim, önceki toplum biçimlerinin tüm problemlerini bu kuşakların önüne koyduğu halde bir taraftan da içine doğdukları toplumla çelişkilerinin en uygun çözümünü bekler. En uygun çözümün yolu, yöntemi ortaya çıkmadan da dönüşüm kuşağı asıl tarihsel hamlesini yapmaz, yapamaz. Yani her dönüşüm kuşağının bulunduğu koşullara bağlı olarak belli bir olgunlaşma süreci vardır, o olgunlaşma tamamlanmadan yeteneğini ortaya koyması mümkün olmaz. Diğer yandan bu olgunluğu ve yeteneği içine doğduğu zamanın toplumsal yapısıyla çelişerek ve giderek çatışma süreciyle beraber edinir. Bir başka nokta da dönüşüm kuşakları geçmişten günümüze işte bu tarihsel çözümlerini daima insanlaşma yönünde geliştirirler. Bir önceki kuşağın derslerini alıp kendi hamlesini daha insancıl boyutlara taşırlar. Kuşaklar kanunu ve dönüşüm kuşağı ile ilgili hemencecik söylenebileceklerin bir kısmı böyle olmakla birlikte araştırılıp, geliştirilmesi gerektiğini belirtmekte yarar var.

Kadınlar dönüşüm kuşağının her ortaya çıkışında şu ya da bu oranda içinde yer almışlardır. Geçmişten günümüze kadının dönüşüm kuşağı içindeki nitelik ve niceliğinin arttığını söyleyebiliriz. Ancak kadınların kuşak içindeki etkisi erkeklere göre her zaman daha az olmuştur. Örneğin ülkemizde Kurtuluş Savaşı gibi zor bir görevi üstlenmiş 1920’lerin dönüşüm kuşağı içinde nam salmış öncüleşmiş kadınlar vardır. Şerife Bacı, Kara Fatma, Hafız Selman İzbeli, Tayyar Rahmiye, Halide Edip ve daha bir çok öncü kadın kurtuluş savaşı yürüten dönüşüm kuşağının içindeki öncü kadınlardandır. Dönüşüm kuşağının yolu ve yöntemi net olarak ortaya çıkınca kuşak içindeki kadınlar yaratıcılıkta sınır tanımadan katkıda bulunurlar. Örneğin işgal kuvvetleri Aydın’a doğru yöneldiğinde Emir Ayşe kocasından kalan tek hatırası olan elmas küpelerini satıp bir tüfek alarak Yörük Ali Efe’nin kuvvasına katılmıştır. Halim Çavuş sanılan Halime Çavuş erkek kılığına girerek uzun süre cephede savaşmıştır.

68 Dönüşüm Kuşağında kadın etkisi daha fazladır. Kuşak olarak dünya için bilindik etkileri bir yana kadın-erkek eşitliğinin teorik düzeyde de olsa kuşak içinde kabul görmesi en önemli kazanımlardandır. Böylece tarihsel olarak ortaya çıkmış kadın-erkek eşitsiz gelişiminin hiç olmazsa teorik düzeyde de olsa tedavisi yoluna girilmiş oluyordu.

68 Dönüşüm Kuşağından sonraki 2013 dönüşüm kuşağı ise önceki kuşağı taklit ederek ortaya çıktı fakat bunun çözücü bir etkisin olmadığını da tez zamanda kavrayıp kendi kabuğuna çekildi. Bu çekilme, doğum için hazırlanma dönemidir ve kendi orijinal tarihi etkisini ortaya koymak için olgunlaşmayı bekliyor. Bu proseyi kısaca göz önüne alırsak 68 kuşağını kapitalizm ve sosyalizm gibi seçenekleri varken 2013 kuşağının böyle bir seçeneği yoktur. O doğrudan kapitalizm içine doğmuş bir kuşaktır ve kendi seçeneğin kendisi yaratacaktır. Bu seçeneğin kapitalizm, sosyalizm ya da başka bir izmlerla sınırlanamayacağını şimdiden görebiliriz. Fakat her halükarda, yeryüzü ölçeğinde insanlaşma düzeyini arttıran orijinal bir seçenek olacağını söyleyebiliriz.

2013 kuşağının kapitalizmin son durağı kişi çevrimi içine doğmuş olmasının sayılamayacak kadar olumsuz etkileri vardır. Açlıkların dolu dizgin etkin oluşu, toplumsal çürüme ve teknik tapıcılığı bu kuşağın önündeki handikaplardır. Fakat yine bu konuda da kuşak içindeki kadınların çürüme ve yozlaşmayı frenleyici etkilerini görebiliriz. Kişi çevriminin ilk olumsuz dalgası geçmiş olmasına rağmen yine de sonun başlangıcındayız. Büyük dönüşüm atmosferine girilmiş olduğu hissedilse bile bunun, nasıl, ne zaman, hangi yöntemle, kimler tarafından gerçekleştirileceği gibi sorular henüz zihinlerde soru işareti düzeyindedir. Bu ve benzeri sorular yanıtlarını bulamadığı sürece dönüşüm kuşağı tarihsel etkinliğini daha geç kavrayacaktır. Öte yandan yerel ve evrensel problemleri kavrayıp uygun çözümleri ortaya koyabilmes için dönüşüm kuşağının uzun bir eğitim ve gebelik süresine ihtiyacı vardır. Bu yüzden de, doğumlar geriye dönerek, hazmederek çevrim yapmaktadır. Şaşırtıcı,bıktırıcı olabilir fakat toplumsal çevrim kendi gelişimini bu biçimde garantileyek ilerler.

Önümüzdeki toplumsallığın yaratıcı kuşağının doğumları geriye dönerek, bir adım ileri iki adım geri geliştikçe kapitalizme kan vermeye devam edilir. Bu görülmemiş gelişim, tarihte hiç bir dönüşüm kuşağının başına gelmemişti. Önemli hatta can alıcı nokta ise toplumsal çevrimin nihayet evrensel bir bütünlük içine girmiş olmasıdır. Bölgesel, sınıfsal, ulusal, cinsel eşitsizliklerin tasfiye edilmesi sürecinin öncelikle teorik olarak gündeme geldiğinin habercisidir bu gelişme.

Bir düşünüş ve davranış yöntemi olarak aklımızda tutmamız gereken gerçek şudur; erkek sistemi büyük döngüsünü tamamladığı için ölmek üzeredir, diğer yandan kadın ise tarihsel olarak doğum aşamasının içindedir. Bu gelişim, kadınları daha enerjik fakat görece bilinçaltı ile hareket halinde, erkekleri ise daha bilinçli fakat geri dönüşleri fazla olan bir doğum sürecine sürüklemiş bulunmaktadır.

Dönüşüm kuşağının doğumu hızlandığı zaman bile, bu süreç kendi orijinal gelişimini yansıtmaktan, mehter takımı gidişinden kolay kolay çıkamayacaktır. Fakat bütün bu gelişimde çevrimin geleceği sigortalamak gibi kendiliğinden bir amacı bulunur.

Serbestleşen Kadının Trajedisi

Evrensel Kişiler Çevrimi, kişiyi en son zerresine kadar parçalar ve onu önceki çevrimlerin misası tüm geleneklerden, değerlerden koparıp serbestleştirir. Bu sürecin otomatik olmadığını her bir kişide ayrı ayrı ve doz, doz işlediğini belirtmeliyiz. Kişiler çağının parçalanma ile başlayan bu gidişi tamamen çürüme ve yok oluşla sonuçlanabileceği gibi toparlanma ile de sonuçlanabilir,ki insana yakışan da budur. Tabi parçalanmada olduğu gibi toparlanma ve bütünlük haline ulaşmada yine kişinin kendi ritmine göre olacaktır.

Parçalanma sürecine giren kişi doğa, toplum, üreyim, kolektivizm, aile, çocuk, sevgi, onur, paylaşım gibi bütün insancıl değerlerden kopmaya başlar. Onlardan kendisini sorumlu hissetmez, bağımsızlaşır, bu sürece genel bir tanım olarak serbestleşme diyelim. Bu serbestleşme kölelerin toprak sahibi efendilerine karşı özgürlüklerini satın alışlarına ve bağımsızlıkları için her türlü yolu denemesine çok benzer. Fakat ondan daha trajedik işler. Artık serbestleşen kişiyi bağlayan ve yaşatan tek şey kalmıştır: kişinin özel çıkarları. Üretim sürecindeki hiyerarşisi yani kariyeri, tüketim yapma kapasitesi, süsü, şatafatı, yemesi, içmesi ve günübirlik cinsel alışverişleri kalmıştır sadece. Çünkü kapitalizmde ve genel olarak sınıflı toplumda başarının sırrı buradadır. Başarı demek tüm bunlara kolayca ulaşabilmek demektir artık. Böylece parçalanan kişi kendisini bağlayan eski engellerden kurtulup serbestleşir ve kapitalizmin değirmenine akan kesintisiz bir su haline getirir kendisini.

Bu sürecin başka ve teorik tanımı ise kişinin en temel doğa ve insan değerlerini oluşturan çevrim yasalarını (eski tabirle yaratıcının kanunlarını) hiçe saymasıdır. Tüm çevrim yasaları ise kişiyi oluşturur, yani doğa ve insan çevrimlerinin mikro yansıması kişidir. Demek ki parçalanma süreci aynı kişinin kendisini inkar edişi, hiçe sayması demektir aynı zamanda.

Kendi içindeki mikro çevrimi hiçe sayan kişi beden ve ruh olarak hastalanmış olur.

Bu süreçteki kişi para, zaman ve çevre (bu üçlü parçalanma sürecindeki temel yakıtlardır) bulabildiği oranda ya aşamalı olarak ya da ani olarak yozlaşma ve çürüme prosesine girer. Hatta parçalanmanın yerel ritminden tatmin olmazsa parçalanmanın tarihsel olarak kabesi diyebileceğimiz Avrupa ve Amerika’daki örneklerine başvurur genellikle. Çünkü buralar 68’lerden beri parçalanmanın ihracatçısı konumundadırlar. Parçalanma süreci açısından doğu-batı farkı da dikkat çekicidir. Doğulu toplumlarda parçalanma süreçleri çok daha sancılıdır. Çünkü parçalanma yakıtı dediğimiz para, zaman, çevre üçlüsünü doğuda temin etmek batıya göre daha zor olur. Erkek olsun kadın olsun kişinin serbestleşmesi, doğulu toplumlarda vicdan azaplarıyla gelişir ve kadınlar için ise bu sancı daha da katmerlidir. Kadının doğacıl ve insancıl değerlerden kopuşması hızlı ve o derecede de acılı bir süreçtir. Kadın, üreyim sistemiyle birlikte, en ilk, en uzun ve en yoğun bastırılan temel tarihsel unsur olduğu için, çağımızda en son ve en hızlı çözülmeye uğrar. Bu nedenle de kapitalizmin en çok ve en kolay kullandığı eleman haline gelir. Ve bu yüzden kadın, ortaçağdaki hürleşen ve kapitalizme geçerek işverenleşen, işçileşen yarı kölelerin serbest rekabetçi kapitalizme aşık olmalarına benzer bir şekilde, kazanmak adına her şeyi yapmaya hazır birer savaşçı gibi kapitalizmden yana enerjiler gösterir. Böylece gelenekselliklerden, kolektivizmden, doğadan, toplumdan, üreyimden, aileden, çocuktan, paylaşımdan kopuşmaya çalışır. İşte bu kopuşma doğulu toplumlarda kolayca gerçekleşebilecek ortamlarını bulamaz. Bulamayınca da serbestleşme dediğimiz süreç kişinin istediği ritimde olmaz. Ve daha yoğun, akut hastalıklara sancılanışlara tutulur. İşini, eşini, dostunu, ona yaşama gücü veren ne varsa hatta kendi öz gücünü bile yitirir.

Diğer yandan toplumsal değerler ve onun temsilcisi gibi duranların parçalanma sürecine bakışı toplumsal bir ortak yalan haline gelir. Aynı yalanı nakarat gibi her yerde tekrar ederler. Çünkü toplum bir yandan tersini yaparken diğer yandan kendi parçalanışlarını kamufle etmeye çalışarak vicdan azabını dindirmeye çalışır. Sonuçta toplumsal parçalanmayı gizlemeye çalışırken toplum namusunu koruduğunu sanarak kadını baskı alıp kadın düşmalığı gibi bir toplumsal değersizlik oluşturulur. Bu değersizlik üretimine en başta kadınlar eşlik eder.

Erkek sistemi kadınlarda öyle bir işler ki, kadınlar, erkeklerin doğal ajanı durumuna düşürüldüklerinin bile farkında olmadan, bir yandan serbestleşme yolunu yürürlerken diğer yandan namus bekçiliğine soyunurlar.

Parçalanma süreçleri batılı versiyonlarından farklı olarak doğulu toplumların en ilerisi yerelliklerden birisi olan Türkiye’de, önemli bir senteze kapı aralar. Bu kapıdan geçilebilirse kadının erkeği, erkeğin de kadını anlamak gibi bulunmaz yücelikte bir sonuç doğuracaktır.

Bu çok acılı, çok tekrarla öğrenilen fakat kesin sentezlerle dolu bir yoldur. Toplumsal çevrim ve onun geldiği kişi çevrimi aşaması, doğulu toplumların en ileri sınırında yer alan Türkiye’de, çok sancılı bir potaya girer. Bu pota kadın-erkek ilişkileri bakımından iğneli fıçı gibidir. Birçok sonucu bulunur, hem maddi manevi acılar içinde, hem hızlandırılmış öğrenmelerle hem de genel çoğunluk açısından bütün acılara rağmen kolayca birbirlerinden ayrılamaz bir durumda bulunurlar.

Aşağıda göreceğimiz gibi kadının, genel çoğunluk açısından ekonomik özgürlüğünü elde etmesi hala zayıftır. Bu durum kadının erkekten kopmasın engelleyen olumsuz bir yan gibidir. Doğrudur. Ancak aşk ve sevgiyi önceleyen kültürel kimlikler geliştikçe özellikle kadın toparlandıkça kadın-erkek ilişkisi daha eşitlikçi, daha özgür bir yola da girebilir. Çünkü kadın artık tarihsel anlamda artık bir adım öne çıkmıştır. İşte bunun kadınlarca fark edilmesi az önce bahsettiğimiz sentez kapısının anahtarıdır.

Tarihsel anlamda parçalanmanın ilk ortaya çıktığı batıya göre kıyasladığımızda özgürlük adına yaşanan ayrılıklar kolayca gerçekleşmez. İşte tam da bu neden genel çoğunluk için kadın,erkek ve çocukları aynı iğneli fıçıda birbirlerini anlamak zorunda bırakan etken olur. Bu durumun yarattığı karmaşanın yine kadın öncülüğünde çözüleceğini biliyoruz, fakat yeni bir bakış açısına ihtiyacı vardır. İşte çevrim bilgisi bu ihtiyacı daha ilk keşfinde bile görebildiği içindir ki en başta kadınların teorisidir diyoruz. Kadının trajedisi bir yönüyle burada başlar çünkü. Kendi hayatının direksiyonunu eline alabilme potansiyeliyle yüklü olduğu halde gerçek bir inanç temeli eksiktir. Bu nedenle hem dünyada hem de ülkemizde kadının sahip çıkıp yücelttiği bir düşünce, fikir yoktur ortalıkta.

Kadının hiçlikten hepliğe doğru yürüyüşü burada birkaç satırda anlatıldığı gibi kolay gerçekleşmez. Tersine, hele günümüzde kadınlar için bütün yollar her adımda kadının aşağılanmasıyla yürünür. Fakat daha acısı ise erkek sistemlerinin, bütün aşağılamalarının kadın tarafından yeterince bilince çıkarılamaması ve bu nedenle kadının bilinçaltına zehirleyici tuzaklar kurmasıdır. Aslında en büyük problemlerimizden birisi, belki de başlıcası budur. İşte erkek sistemi tarafından tuzaklarla çapalanmış o kadın bilinçaltı kolay aşılamayacaktır.

Fakat her şeye rağmen kadınlar bilerek ya da bilmeyerek, dramatik de olsa , engelli de olsa kendi yollarını yürürler, çünkü tarih bunun örnekleriyle doludur.

Dönüşüm kuşağının kadınları için bu yolun daha kolay yürünebileceğini söylemeliyiz. Buna dair bir çok ipucu vardır. Daha önceki kuşakların özellikle cinsellikte patinaj yapan tutumları onlarda pek gözlenmez, bu sanılandan daha büyük bir olumluluktur. Erkek sisteminin kadınları cinsel tatmin nesnesi durumuna soktuğunu bilince çıkarabildiklerinin kanıtıdır bu durum.

Daha önceki kadın kuşakların yaşadıklarını çok daha genç yaşlarda yaşayarak, (açlıklarına parçalanışı çok daha erken yaşlarda deneyerek) aşma gücünü gösterebiliyorlar. Ki bu durum yeni kuşak kadınların, evlilik determinizminden kurtularak kendi yetenek alanlarına taşmalarına daha güçlü ve yaygın köprüler oluşturur. Fakat yine de eski kuşakların eğilimlerine uymaya zorlanırlar, çünkü erkek sistemi de bunu besler. Eski kuşak kadınlarla erkek sistemi burada kültürel bir ittifak olurlar. Buna rağmen dönüşüm kuşağının kadınları için artık ev ya da evlilik psikozları gerilerde kalmaktadır.

Yeni kuşak kadınlar daha üretici ve yüceltici iş alanlarını seçme eğilimindedir. İş bulamasalar da hiç olmazsa böyle bir karakter gelişimi başlar. Kadınların yeni kuşaklarında insanlaşmanın ciddi başlangıcı bu olur, yani her şeye rağmen bağımsızlık karakteri oluşturmak. Ancak bu noktada işler yeniden karışır, çünkü Türkiye gibi ülkelerde her kadına iş bulma olanakları çok kısıtlıdır ve burada büyük bir engel ile karşılaşılır: ekonomik özgürlük basamağının çıkılamayışı. Ekonomik bağımsızlığını kazanamayan kadın özgür ruhunu geliştiremez. Fakat ikincisi de en az bunun kadar önemlidir ekonomik bağımsızlığını yetenekleri doğrultusunda, yaratıcı bir iş alanıyla kazanamayan kadın, yine gerektiği gibi bağımsızlaşamaz. Bağımlılık kadın meselesinde en örseleyici ve sincice işleyen ezeli mekanizmadır. Bağımsız kadın erkekle boy ölçüşebileceğini somut olarak kavrama şansına sahip olur ve ancak o zaman kendi gücünü ve güçsüzlüklerini tanıyabilir. Elebette ekonomik bağımsızlık kolay kazanılabilecek bir savaş değildir, ancak bu savaş bir kez başladı mı da eninde sonunda kazanılabilecek bir savaştır.

Dönüşüm kuşağının habercisi olan kadınlar, şimdiden annelerinden ve ablalarından farklı bir söyleme sahiptir. Ev, evlilik, erkeklerce beğenilmek gibi noktaları daha kolay aşabiliyorlar. Bunların erkek sistemleri tarafından zihinlerine kodlandığını, beğenilme arzusunun altındaki bilinçli – bilinçsiz tuzakların kadınları aşağılayıcı sonuçlara götürdüğünü görebiliyorlar. Kendi özeleştirilerine yardım eden, insancıl ve doğacıl değerleri hatırlatan, kadına et olarak değil insan olarak bakanları dost, parçalanmalarını kışkırtanları ise neredeyse düşman olarak görüyorlar.

Kişi çevrimi ile birlikte kadınlar öyle bir aşama geçiriyorlardı ki, öncelikle yücelmeye gereksinimleri oluyordu, eleştiriye değil. Özeleştirilerini yapacaklarsa sadece onlar yapmalıydılar, başkalarının eleştirisi onlara yıkıcı hatta öldürücü gelebilirdi. Bu eleştiri güven duyulan birisi tarafından yapılacaksa bile bu çok büyük bir anlayış içinde yapılabilirdi ancak.

Aşktan Sevgiden Ötesi Yalan

Aşk tanrısı Eros hayatını temiz, eşitlikçi, insancıl, çıkarsız aşkların varlığına borçludur. Sınıflı toplum tarihi boyunca aşkın kutsallığını ve tek eşliliği binlerce yıldır fuhuşla, çıkarlarla binlerce kez yere vursalar bile aşk yaşar. Aşkı tadan her kişi bunu anlamakta zorluk çekmez. Gönümüzde geleneksel tek eşli aile ölürken, geleceğin tek eşliliği onun külleri içinden alevlenir. Her büyük dönüşümün altında yatan önemli gerçek aşktır çünkü, doğanın ve insanın en yoğun özet hali aşkın içinde bulunur çünkü. Zaten aşk iki insanın var oluşlarındaki eksikleri birbiriyle tamamlamak üzere kavuşması değil midir ?

Aşkta iki ayrı insan kavuşur ve tamamlanır gibi durur. Oysa o iki insanın içindeki çevrim yasalarının düalitesi, zıt iki kutbun birbirlerini şiddetle çekmesi ve tamamlanışıdır. İnsan kendi tamamlanışını çok eşli biçimlerde sağlayamayacağına göre aşk gerçek tek eşliliği garanti altına almaktan başka bir şey yapmaz. Ve insan var oldukça aşk var olacağına göre tek eşliliği eziyet altına alan her türlü çok eşlilik, maddi, manevi fuhuş geri gelmemecesine tarihin çöplüğüne atılacaktır.

Kişi çevriminin bir hikmeti de budur işte, her şeyi, her şeyhi, herkesi, her bilgiyi, her inancı, her allameyi ateşle sınar. Sonunda ya külleri kalır ya da ateşten geçip arınmış olur. Kadın da erkek te ve tek eşlilik te bu çağda ölümcül ateşle arınacaktır.

Kişi çevrimi çağında bütün pazarlar birleşip evrensel olarak birbirlerine açıldıkça, en ücra köyleri, dereleri, ormanları ve kişileri kapitalizme çözdü . Kişileri hızla parçalarken ortaya çıkan şey kişilerin binlerce yıldır bastırılmış cinsel, yücelimsel, mülkiyet, doğa açlıkları oldu.

Kişilerin, bu açlıklarına çözülüşü, doğrudan doğruya geleneksel tek eşli aile biçimini parçalayarak ilerledi. Bu maddi ve manevi açlıklar hiçbir insancıl değeri dinlemiyor, ezip geçiyordu. Özellikle cinsel ve maddi açlıklar her türlü manevi değeri piranaların kurbanlarını kemirmesi gibi görülmemiş bir hızla kemirdiler.

Açlıkların peşinde sürükleniş, Sadom ve Gamora kentlerinde olanları andıran evrensel bir yok ediş saldırısına benziyordu. Biraz daha zaman ve para bulabilse, tek eşli aile sistemini yerle bir edebilecek azgınlıkta ilerleyen bir saldırı gibi duruyordu. Fakat saldırı dalgası başlangıç hızını kestiğinde anlaşılan büyük gerçek şu oldu: Aşk ile para ve fuhuş yan yana asla olamıyordu. Çok eşliliğin, fuhuşun, çıkar evliliklerinin katır kısırlığından beter olduğu ortaya çıkıverdi. Bu durumu aşkın ölümüyle eşleştiren çok bilmişler oldu. Oysa, ölen şey geleneksel tek eşliliğin ve ona destek veren fuhuşun, çıkar evliliklerin gönüllerde ölmesiydi. Açlıklarından ve bu ölen yanlarından bakanlar bunu asla anlayamadılar.

Geleneksel tek eşli aile biçimi çok köklü biçimlerde bütün zaaflarından arınma savaşı verirken yeni biçimde doğuma hazırlanıyordu. Ve insanlığın kişi çevriminden alacağı büyük derslerlen birisi daha ortaya çıkıyordu. Evet eski bir dersti ama hiç bu kadar yep yeni olmamıştı: Aşktan, sevgiden ötesi yalandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile