Çevrimlerle ilerleyen büyük bir akış olduğunu gördükten sonra bunun nasıl gerçekleştiğini çözmek doğumun ikinci aşaması oluyor. Edindiğimiz tüm bilgiyle ve özdeneyimlerimizle yaklaşırız akışa. Onu anlamaya, çözmeye başlarız. Gördüğümüz büyük resimdeki işleyişleri, düzenleri, düzensizlikleri, kaosları, mekanizmaları, ilintileri, bildiğimiz, bilmediğimiz tüm motiflerin nasıl bir örüntüyle birbirine bağlı olduğunu kavramaya çalışırız.
İnsanlığın Bilgi Birikimi,

Kapitalizmin malzemesi doğa ve insandır. Bunların kendini yenileme ritmi ile piyasaların ihtiyaç duyduğu üretim-tüketim ritmi arasındaki uyumsuzluktan dolayı krizlere giriyor. Doğa ve insanın çevrimleri ile piyasanın ihtiyacı olan ''hız'' arasındaki uçurum giderek artar. Önceki toplum biçimlerinin seyri ve kapitalizmin seyri bizi bu senteze götürür. Aktüel terminolojide ''hayat hızlı'' olarak tercüme ediliyor bilmeyerek de olsa. Evet hayat hızlı, ancak bu hız ne doğanın hızıdır, ne de insanın doğasının. Bu hız tamamen kapitalizmin talep ettiği, zorladığı bir hızdır. Bu hızı ne doğa ne de insan kaldırabilir. Kapitalizmin açlığını, yeryüzünün tüm insan ve doğa kaynakları gideremez, krizin asıl kaynağı budur. Bu ritim çelişkisi, krizler ve elbette insanın yeni yaşam arayışları üst üste geldiğinde mevcut toplum biçiminin de sonu geliyor demektir. Sınıflı toplum biçimlerinin son halkası olan kapitalizmde ortaya çıkması muhtemel başka bir potansiyel bulunmuyor. En son kullandığı potansiyel ''kişi açlıkları'' idi ve orada patinaj yapmakta. Tarihsel olarak tüm barutunu tüketmiş bulunuyor.
Animistik, totemik, tek tanrı sistemi ve en son bilimsel kavrayış türlerinin her biri belli koşulların ürünüdür. Her biri insanın iç ve/veya dış dünyasını yorumlama biçimleridir. Her biri tarihsel olarak ortaya çıkmış belli bir çevrimin ana düşüncesidir. Her bir yorumlama biçimi bir öncekini baskılayarak gelişmiş ve o çevrimin temel kültürü olmuştur.
Tüm bu bilgi birikiminin, aslında daha büyük bir pazılın parçaları olduğunu görürüz. Çevrimlerle ilerleyen büyük akışı yorumlamaktır aslında. İşte tam bu noktada her çevrimin kendi diliyle akışı yorumladığını görürüz. Yorumlama dili, canlı doğa dili, ruhsallık dili, kutsallık dili veya bilimsellik dilidir. Dilin özelliğini kaldırınca akışın bütünselliği ortaya çıkar. Dolayısıyla bilgisi de bütünsel bilgi olur. İşte bugün bu okumayı bütünsel olarak yapabilecek durumdayız.
Tanrı Totemlere ''Cin'' Derken, Bilim Tanrıya ''Gerici'' Der,
Tek tanrılı kavrayışın ''cin'' dediğinin, bir önceki çevrimde totemler olduğunu anlıyoruz. Tek tanrılı kavrayışı toplum hayatına ve insan beynine yerleştirmek için önceki çevrimin totemlerine cin diyerek olumsuz bir anlam yüklenmiş oluyor. Böylece eski çevrimin bilgisi baskı altına alınıyor. Daha ötesi akışın böyle bir yasaya sahip olduğunu görüyoruz. Her çevrim bir öncekini maddesiyle, kültürüyle kısacası her şeyiyle baskı altına alır. Eski çevrimin tüm birikimini kendisine malzeme yapar. Tek tanrı sistemi, totemleri nasıl cin diye baskı altına aldıysa kendisi de bilimsel bakış tarafından laiklikle baskı altına alınmıştır. Tek tanrı inancı ve genel olarak kutsallık çevriminin bilgisi laiklik, demokrasi, modernleşme ile baskılanmıştır.
Yine bugün bütünsel bakışla bilimi ele aldığımızda sınıfta kalıyor. Dolayısıyla bütünsel bakış açısının pozitif bilimselliği baskılayacağını öngörebiliyoruz. Örneğin insanı parça parça ele alıp tedavi etmeye çalışmasının sonuçsuz bir çaba olduğunu her organın ya da ruhsal elemanın tüm bedenle ve zihinle bağlantılı olduğunu ancak ve ancak bütünlüklü bir bakışla teşhis ve tedavi edilebileceğini biliyoruz. Piyasaya hizmet etmeyi tek gaye olarak önüne koymuş olması kısaca teknoloji üreten merkez haline gelmesi çöküşünün habercisi olmuştu. Nihayetinde öyle de oldu ve oluyor. Gerçek bilim ise, bu durumda akademilerde barınamaz hale de gelmiş oldu.
Gerçekten Değerli Olan Nedir,
Önümüzdeki dönemin yeryüzü ölçüsündeki en önemli tartışmalarından biri de neyin gerçekten değerli olduğuna dair tartışmadır. Determinist, pozitivist bilim anlayışının ve eski çevrimlerin değerli kabul ettiği her şey tartışılacak ve yeni değerlere ulaşılacak. Bu bir öngörü sayılmaz. Yaşadığımız gerçek. Çünkü hemen her konuya bütünsel bakışaçısı ile yaklaşınca eski çevrimlere ait bilgiler birer birer dökülüyor. Bilimsel anlayış bir tür din gibi yerleştiği için en çok da orada anlamsız bir direniş oluyor. Bilimci arkadaşlarla hangi konuda olursa olsun tartışmalarımız, karşılaşmalarımız bütünsel bakışın kendisini yenileyerek çıktığı ortamlar haline geliyor. Diyelim fizikle uğraşan bir arkadaşımız toplum bilimleriyle de uğraşmak zorunda olduğunu kavrayarak kalkıyor masadan. Bu örnek akademide de olsa namuslu arkadaşlar için geçerli elbette. Bağlı oldukları bilim dalını ne pahasına olursa olsun savunmak içgüdüsüyle hareket edenler ise en nihayetinde ''evet bunlar doğru ama siz akademisyen değilsiniz'' gibi felsefi olarak saçma bir yere düşüyorlar. Öte yandan bu memleketten orijinal bir fikir çıkamayacağına dair ön ve bön yargıların da hatırı sayılır bir ağırlığa sahip olduğunu görürüz. Eski düşünce kalıpları ve ideolojik gözlükler hayatı anlayıp yorumlamaya yetmedikçe elbette akışın bütünsel izahı ihtiyaç olarak ortaya çıkar.
Örüntü Matematiği,
Akışı bütünsel bilgiyle okudukça ortaya bir örüntü çıkar. Bir ağ örüntüsü gibidir, içinde hem dalga vardır, hem de parçacık. Tüm tarih boyunca bilgelerin, filozofların, peygamberlerin ve düşünen her beynin aslında aynı akışın farklı yönlerini keşfettiklerini görürüz. Bugünün farkı ise elimizdeki son verilerle akışa yeniden bakmaktır. Üstelik sentez bilgi ile ve bütünsel bir kavrayışla. Bu kavrayış yöntemi edinildikçe artık kendini tanımak ya da olup biteni doğru yorumlamak daha kolay hale gelmiş olur.
İşte bu aşamada bir nevi akışın matematiğine girmiş oluruz. Akıştaki ne'leri, nasıl'ları çözmeye çalışırız. Tüm doğa ve toplum hayatının önümüze koyduğu verilerle akışa tekrar bakar ve yeniden yorumlarız. Hangi motifin ne zaman nerede ortaya çıktığını, hangi çevrimde hangi biçimleri aldığını daha açıkça görürüz. Örneğin Havva'ların, Meryem Ana'ların, Afrodit'lerin kökenindeki Lilith'in sınıflı toplum biçiminden önceki ilkel komün (barbar) kadını olduğunu anlarız. Hepsinin oradan çıktığını anlarız. Daha ötesi onun da kökeninde doğal çevrimde ortaya çıkan ilk cinsiyetin dişil olduğunu görürüz. Ta ki erkek, Lilith'in evcilleştirdiği hayvanlardan sürü yapıp onu ekonomiye dönüştürmeye başladığı tarihe kadar dişilliğin hayatın kaynağı olduğunu, doğadaki dişilliğin toplumsallıkla birlikte nasıl başkalaştığını görürüz.
Bireyin İçindeki Karakterler,
Elli bin yıl önce anatomik evrim durunca insan yoluna toplum biçimlerini değiştirerek devam etti. İlkel komün iken sınıflara parçalanmış daha sonra, zümrelere, mesleklere derken bu parçalanma kişiye kadar gelmiş ve kişi de paramparça olmuştur. Günümüzün bireyi, her çevrimden kalan karakter miraslarıyla yaşamaya devam ediyor. Bir yanı doğa, diğer yanı çocuk, öte yanı tüccar, bir karakteri şurada solcu, burada sağcı, diğer bir karakteri anne ya da baba, başka bir karakteri bencil, diğer bir karakteri daha toplumcu. O kişide hangi karakter iktidarı ele almışsa biz de onunla muhatap oluyoruz. Örneğin arkadaş canlısı karakter iktidardayken bir konuda sözleşmişsek bir süre sonra cinsel açlığı pik yapmış karakter o kişide iktidara geldiğinde yaptığımız sözleşmeyi tanımayabilir. Çünkü o sözü veren başka bir kişilik parçasıdır ve artık iktidar onda değildir. Genellikle bu tür durumlarda o kişideki yeni iktidar eski sözleşmeleri pek tanımaz. Çünkü iktidar artık ondadır ve onun değerleri öncekinden daha farklıdır. Bütünsel bilgi bugün bize bireyin bu halinin daha derinlikli izahına bu imkan veriyor.
Ve artık şunu söyleyebiliyoruz ''Kişi eski çevrimlerden miras kalan ne kadar karakter varsa hepsiyle uzlaşarak karakterini bütünleyip akıştaki gerçek yerini bulabilir. Kendisini ve içinde yaşadığı ortamı hastalıkları ve yetenekleriyle birlikte tanıyıp yolunu kolayca bulabilir.''
Birkaç karaktere bölünmüş günümüz insanının içindeki tüm karakterler sanki bir tek insan niteliğinin ortaya çıkması için yaşanmıştır. Kişideki karakterler birden fazla olunca bazen biri bazen diğeri kişinin iktidarını ele alıyor. Bazen paylaşımcı komün karakteri iktidarı ele alıyor, bazen etnik karakter, bazen bencil piyasacı kapitalist karakter yönetimi ele alıyor. Bazen de bilinçaltı tüm ağırlığıyla iktidardaki karakteri istediği yere sürükler. Bunların hepsinin çevrimlerin mirasları olduğunu, her bir çevrimin kendine göre yetenek ve hastalık kaynağı olduğunu anladıkça kişinin toparlanması daha hızlı olur. Akışı gördükçe, akışın nasıl zuhur ettiğini matematiğine kadar anladıkça kişideki tüm karakterler yavaş yavaş tekleşmeye başlar. Artık her ortamda, her yerde o o'dur ve bir tek karakterdir.
Örneğin arkadaşıyla sözleşmiş birinin karakterindeki iktidar değişmiştir ve o sırada iktidarı ele geçiren karakter bu sözleşmeyi tanımayabilir. Kendinden önce iktidar olan karakterin verdiği sözle kendisini bağlı hissetmez. O yüzden ''ne kadar iki yüzlü'', ''ne çabuk unuttun, hayret'' cümleleri çokça dolaşır insan ilişkilerinde. Ya da bir gün her şeyi yapmaya cesareti olan kadın bir süre sonra kabuğuna çekilip ''çirkin dünyaya'' bulaşmak istemeyebiliyor. Oysa sadece parçalanmış kişiliğinde bir karakter yerini başka bir karaktere bırakmıştır. Tüm bunlar kişinin benzersiz özelliklerine göre oluşur ve her bir kişi için apayrı yollar yöntemlerle gözlemlenebilir. Eskinin savaşlar ve devrimler çağında nasıl ki sınıflar ve sınıfsal karakterler daha baskın ve yönlendirici idiyse onun gibidir ama asla benzemez.
Komündeki birlik hali bugüne doğru geldikçe bölünmüş parçalanmış ve bu parçalanma bir tek kişiye kadar hatta onun da iç kişiliklerine kadar gelip dayanmıştır. Akışa kulak kabarttığımızda akış bize bunu söylüyor. Akış dediğimiz doğanın ve toplumun tüm tarihi ve birikimi olduğuna göre o halde daha yakından bakmaya, uzaklaşıp bütünü görmeye de çalışıyoruz demektir. Akıştaki her hangi bir motife daha yakından bakıp tekrar uzaklaşarak tüm resmi daha yukarıdan algılama işi, aslında tüm bilimler ve diğer bilgiler sayesinde oluyor.
Kişi denen şeyi büyük akış içindeki doğru yerine koyabilirsek, kişideki düğümlerin yerlerini, yoğunluğunu daha doğru anlama fırsatımız olur. Anlamakla bitmiyor tabi, anlamak sadece matematiğini çözmek demek oluyor ve sadece bu yazıda olduğu gibi kulak dolgunluğu yaratıyor. Doğumun bundan sonraki aşamasına hazırlıktır aslında olup bitenler. Akışı görmekle başlayan doğum süreci, doğa ve toplum bilimleriyle (ve diğer tür bilgilerle) haşır neşir olarak bir nevi akışın matematiğini çözmeye çalışarak ilerler.
Görmekle başlayan doğum, görülenin kavranmasıyla devem eder. Kavrayış geliştikçe, bakışaçısına güven oluşur, böylece akışa uyum denemeleri başlar. Bir sonraki aşama ''akışa uyum denemeleridir''. Bu denemelerle beraber bireysel erkin farkına varılır ve önceki çevrimlere ait tüm algılama, düşünme ve davranış kalıpları çöker. Çöküşle eş zamanlı olarak bireysel erk devreye giriyordur ve o ne yapacağını bilir. Bu noktaya gelinceye kadar yaşanan hipnoz benzeri durum yok olur, ne yapacağını bilemeyen birey yavaş yavaş herşeyle yeniden tanışacaktır. Artık karada, havada ve cehennemde bile yolunu rahatça bulabilir.
konuyu ''yaşayan'' sana nasıl anlatmıştı,
akışın matematiğini çözmek adına tüm doğa ve toplum bilimlerine dalarsın ve normalde merak etmeyeceğin bir sürü konu hakkında bilgi edinirken bulursun kendini. bundan da hiç rahatsız olmazsın. çünkü o bilgi artık kendi sınırlarının ötesinde tüm akışa dair de bir çok ipucu taşıyordur aslında. bu ve benzeri bir çok şeyin olabileceği bir dünyada yaşadığını anlayınca hayat daha eğlenceli hale gelir bir taraftan. ama burada fazla oyalanmamalısın. çünkü akışın matematiğini çözmek ortalama akla ve zekaya sahip herkesin yapabileceği bir şey.
öte yandan, akıştaki işleyişleri anlamak senin kavrayışından önce ne kadar çok insan tarafından gerçekleştirilirse o kadar kolay olur. yani senden önce bu kadar derin bir izah yapılmadıysa en çok senin işin zor olur. senin yapacağın senden önceki tüm bilgiyi anlamak ve üzerine bişey koymak...
senden önce birileri yoksa o kadar zor kavrar ve bir tür acı çekersin. ama senden önce birileri varsa o zaman iş daha kolay. çünkü senden önceki, yürüdüğü için o yolu yürümek daha kolay. o yüzden yolun genişliği ve rahatlığı biraz da yolcuların sayısı ile ilgili. demek ki yol artık keşfedilmiş neresinde neyle karşılaşılacağı aşağı yukarı ortaya çıkmıştır. ve daha öncekilerin deneyimleri ortadayken herşey daha kolay olur. bunu anlayınca bu defa sen de kendi yaşadıklarını kayıt altına almaya çalışıyorsun, daha doğrusu birilerinin işine yarayabilir diye anlatıyorsun. ben bunu ilk zamanlar tüm akışı görmenin verdiği heyecanla insanlara neredeyse zorla yapardım. sürekli onlara birşeyler anlatmak için çırpınırdım. tabi böyle yapmam onların da canını sıkardı. zamanla bunun çok yorucu bir saçmalık olduğunu anladım ve artık birileri birşeyler anlatmamı istiyorsa anlatıyorum. bu konuda da akışla uyumlu olan buymuş çünkü, öğreniyoruz. akış öğretir. öyleya biri benden birşey anlatmamı isterse bunu pek ala söyleyebilir. aynı şeyi bende ondan isteyebilirim, yani birşey anlatmasını istersem bunu ona söylerim. o yüzden artık durup dururken birilerine akış hakkında birşeyler anlatmak istemiyorum ve yapmıyorum da. ancak çok yaşamsal bir şeyse söylüyorum. hemen söylenmezse çok büyük bir tehlike gerçek olay haline gelecekse eğer, o durumlarda mecburen anlatıyorum.
matematiğin anlaşılması şimdilerde daha çabuk oluyor. üç dört yıl önce neredeyse bir yılı buluyorken bugünlerde aylara inmiş durumda. tüm akışı görmeye en yatkın olanlar içinse daha kısa bir zaman.
zaman zaman akışın matematiğine geri dönüp bakmak ihtiyacı ortaya çıkabiliyor. bu da çok normal. üzerinden atladığın çok önemli bir konu ileride önüne çıkabiliyor. işte o zaman geri dönmek gerekebiliyor. ama akışı bir bütün olarak kavradığın için üzerinden atladığın her neyse onu nasıl ve nerede bulabileceğini de biliyorsun. elbette matematiği kavrayıp akışla uyumlanmayı deniyorsundur bu arada. yani yeniden doğmanın,kişisel erkine kavuşmanın bir sonraki aşamasına da gelmiş oluyorsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder