
Sınıflı toplumun ilk
ve antik biçimi Sümer'de başlar. Daha sonraki modern kapitalizmin
ve küreselleşmenin ilk çevrimidir. O yüzden günümüzün
başlangıç noktası da Sümer'dir. Bugün her ne görüyor ve
yaşıyorsak Sümer'de bir kökü, kökeni mutlaka vardır. Aile
yapısından, devlete, paraya, yazıya, tekniğe, kutsallığa ya da
eğitim sistemlerine kadar her tür döngünün başlangıcı orada
bulunabilir. Gerçeğin son görünümüyle başlangıç noktası
birbirine hiç bemzemese bile yine de her gerçek o başlangıç
noktasına hassas bir şekilde bağlıdır. Filmin son karesi ile ilk
karesi çok farklı olsa da, o son kareye ilk kareden yola çıkarak
gidilir. İbraham Peygamber'le Muhammed Peyamber arasında böyle bir
bağlantı bulunur. Biri Allah inancının teorik köşe taşlarını
koyar, diğeri bu köşe taşları üzerine en son ve tamamlanmış
bir din pratiği yaratır. Yine ilginç bir şekilde biri Kabe'ye ilk
taşı koyar, diğeri ise antik dünyayı Kabe'nin bulunduğu yerden
başlayarak ilk kez küreselleştirmenin yolunu açar.
Kent devletleri
biçiminde organize olan Sümer toplumları özel mülkiyetle
birlikte sınıflara bölünür, yazı, para ve devlet örgütü
oluşmaya başlar. Kutsallık ta bu başlangıca uygun bir seyir
izler. Sınıflı toplum öncesinin somut totemlerinin yerini yavaş
yavaş göksel tanrılar almaya başlar. Kabile veya komün totemleri
yerlerini, doğal döngülerin ya da toplumsal döngülerinin simgesi
olan soyut tanrılara bırakmaya başlar. Çünkü temel yaşama ve
üretim biçimi tarım ve devamında ortaya çıkan fazla ürünün
ticari meta haline gelmesiyle ortaya soyut bir ticari gelir
çıkmıştır. Bu gelir üçe aldığını beşe satmakla oluşan
aradaki iki liraya karşılık gelir, ki alınan ve satılan mal
üzerinde hiç bir değişiklik yapılmadığı halde oluşan bir
gelirdir. Tüccar bir kilo buğdayı değiştirmeden, ona bir değer
katmadan üçe alıp beşe satarken oluşan fark soyuttur. Hizmet,
nakliye, kırtasiye gibi gerekçelerle izah edilemez çünkü temel
üretim biçimi yani ticari faaliyet olmazsa ona bağlı diğer
giderler de kendiliğinden ortaya çıkmaz. Üçe alıp beşe
satarken arada oluşan gelirin izah edilebilmesi tarımsal ürün
fazlası ile ortaya çıkan üretim biçiminin toplumsal olarak kabul
edilmesi için önemli hale gelir. Ticaret ve onun sermaye
biriktirici etkisi ile soyut tanrıların gelişimi birbirine paralel
ilerler. Etkin olduğu yerde de önceki ilkel yaşam biçimlerini
silip süpürdüğü gibi ona ait somut totemleri de yasaklar, yerine
kendi soyut tanrılarını koyar. İşte bu gelişimin ilk örneği
Sümer'dedir, daha sonraki medeniyetlerde ileri geri giderek farklı
varyasyonlarda yaşanır. Fakat aynı kanun çalışır hep, somut
tanrıların yerini dünyanın her yerinde soyut tanrılar ve
nihayetinde tek tanrı alır. İşte bu gidişatı ilk okuyan İbrahim
Peygamber olur.
Bu gelişimin zihinlerde
algılanması,buna paralel soyut tanrılar yaratılması ve sonraları
tekleşmesi sınıflı toplumun ilk ortaya çıktığı Sümer'den
ilhamla devamında Mısır, Hindistan ve Çin Medeniyetlerinde
yaşanır. Sümer'den hemen sonra bunların her biri kendi
başlangıçlarını oluştururlar.Dolayısıyla aralarındaki
ilişkiler ya da alışverişler başlangıçta çok azdır. Her biri
kendi ırmak boylarında gelişip serpilirler ve henüz yerellik
aşamasını yaşıyorlardır. Daha sonraları kendi yerel piyasaları
kararlı hale geldikten sonra ancak bir diğerinin piyasalarıyla
bağlantı kuracaktır. İşte tanrı algısının dağınık
totemlerden çıkıp tekleşmesini ve soyutlaşmasını zorlayan
etken de bu ihtiyaç olur. Çünkü temel üretim ve yaşama biçimi
özel mülkiyet üzerine kurulmaya başlanmıştır ve bu yüzden
eskinin yaşam biçimleri de totemleri de giderek güçsüzleşir.
Kutsallık insanlaşma ile birlikte ortaya çıkmıştı ve daha en
başından üreme ve yaşamanın devamını garanti altına alan
kuralları ortaya koymuştur. İşte bu kanun antik çağda da devam
eder ve çağın insan yaşamı ve ihtiyaçlarıyla uyumlu bir
kutsallık oluşur.
Tek tanrı keşfini
hazırlayan ortam tarihin bu aşamasında mümkün olur. Medeniyetler
yeryüzünün değişik yerlerinde fakat ırmak boylarında ortaya
çıkarlar ve her biri bir diğerinden şu ya da bu oranda
etkilenirler. İbrahim Peygamber medeniyetlerin bu gelişiminin aynı
kanuna göre olduğunu sezgileriyle fark eder. O bunu fark ettiğinde
kutsallık evet totemlerden kurtulup gökselleşmişti fakat henüz
tek tanrıya ulaşamamştı. Tek tanrı ya da özel adıyla Allah'ın
birliğinin keşfi tam da bu dönemde mümkün olabildi. Allah'ın
birliğini İ.Ö.1900-1800'lü yıllarda yaşayan İbrahim Peygamber
ilk kez ortaya koyar. Onun bu keşfi yeryüzünün değişik
yerlerinde ortaya çıkan ilk sınıflı toplum biçimlerinin tek
tanrıya doğru giden kutsallık algılarını derleyip toparlayarak
tek tanrıda birleştirir.O hem medeniyetleri hem de komünleri
yakından tanır. Zaten kendisi de avcılık, toplayıcılıktan,
çobanlığa geçen, hayvan sürüleri olan bir komün lideridir.
Yerleşik sınıflı toplumun kirletici etkilerini yaşamadığı
için tertemiz komün aklıyla, ruhuyla düşünür ve yaşar. Fakat
diğer yandan sınıflı toplumu da tanır, işte onu tek tanrı
keşfine götüren hem bu bilgi birikimi hem de temiz komün ruhudur.
İbrahim Peygamber bu
keşfiyle aslında medeniyetlerin yaşama biçiminin eninde sonunda
yeryüzü ölçeğinde birbirine bağlanacaklarını, aralarındaki
siyasi, ekonomik, kültürel alışverişin yoğunlaşıp tek bir
yeryüzü medeniyeti gibi devam edeceğinin muazzam bir öngürüsüdür.
Gerçekten de tek tanrının keşfinden sonra antik çevrimin
başlangıcında ortaya çıkan medeniyetler giderek yeryüzü
ölçeğinde çeşitli yollarla, piyasalarla birbirine bağlanacaktı.
İşte bunu ilk kez tek tanrı inancıyla İslam Medeniyeti
yapacaktı. İbrahim Peygamber'in Allah keşfi ondan ikibinbeş yüz
yıl sonra Muhammed Peyamber'le en gelişkin haline ulaşarak antik
çevrimin ilk evrenselliğini yaratacaktı. Toplumsal çevrimlerin
beş aşamalı başlangıç ve çöküş yasası işleyerek
evrensellik aşamasından sonra çöküşe geçecek ve ardından
modern çevrim açılacaktı.
İbrahım Peygamber'in
Allah keşfinin en temeldeki anlamı, medeniyetler arası ilişkilerin
aynı kodlara göre düzünlenmesi ihtiyacıdır. Mısırlı bir
tüccarın Ra üzerine yemin etmesinin bir Fenikeli için ne anlamı
olabilirdi ki. Onun tanrısının Fenikelinin kültürel algısında
hiçbir karşılığı yoktur. Bir komün şefinin toteminin
yasakladığı bir davranış örneğin bir Persli için yasak
olmayabilir. Dolayısıyla kutsallığı farklı çevrim kodlarıyla
algılayıp ona göre davranmaları aralarında bir ilişki
kurulmasını zorlaştırır. Bir topluluğun totemini bir diğerinin
put olarak görmesi ya da tek tanrı inancı olan bir topluluğun
eski totemleri cin olarak görmesi gibi. İşte tek tanrı keşfi ve
zihinlerde o şekilde bir algının açılması topluluklar arası
lişkilerin kültürel kodlarını temelden değiştirir.
Tek tanrı inancı
kendisinden önceki inanç biçimleri üzerinde ağır bir baskı
oluşturur.Örneğin eskinin totemlerini toplu bir şekilde cin
olarak tanımlar ve onlarla haşır neşir olunmasını yasaklar.
Çünkü eskinin totemlerinin emir ve yasaklarına kulak asmak tek
tanrı inancında geriye dönüşü ifade eder. Ki bu da tek tanrıya
şirk koşmak ve en ağır günah olarak tanımlanarak zihinlere öyle
kodlanır. Ttek tanrıya inandığı halde çevrimde geri dönüş
mutlaka olacağı için bu geri dönüş cin çarpması olarak
formüle edilir. Her çevrim geçişinde geri dönüşler mutlaka
olur, tek tanrı inanışı da birden bire yerleşmez. Fakat nitelik
olarak öncekilerini aşan bir kutsallık algısı olduğu için
giderek diğer tüm kutsallık biçimlerini kapsayıcı hale gelir.
Değişik toplumların Anularını, Mardukları, İsislerini,
Atonlarını, Mitralarını birleştirir. İşte bu keşfi ilk kez
İbrahim Peygamber açıkça ortaya koyar. Böylece tek tanrının
yolu açılmış olur. Bu yol açılınca, yani antik çevrimin ilk
medeniyetlerininin birbirine bağlanması gerektiği algısına uygun
yeni bir kutsallık algısı gelişince antik çevrim de
evrenselleşir. Sümer'deki sınıflı toplum başlangıcı ve
devamında ortaya çıkan medeniyetler kendi yerelliklerinden çıkıp
bir diğeri ile bağlanarak tek piyasaya doğru yol alır.
Muhammed Peygamber,
arada Musa (i.ö.1400-1300) ve Davut Peygamber (i.ö.1000-900)
olmasına rağmen tek tanrı kutsallığı yani Allah ve onun sistemi
hakkındaki tüm referanslarını İbrahim Peyamber'e (i.ö.1900-1800)
dayandırır. İnanç konusunaki tüm şahitliklerde onun adını
anar. Daha öncesinde denemeler, alıştırmalar olsa da tek tanrı
ve özel olarak Allah inancını ve sistematiğini keşfeden İbrahim
Peyamberdir. Aralarında yaklaşık ikibinbeşyüz yıl bulunur. Tek
tanrı inancı antik çevrimin küreselleşme ihtiyacının teorik
olarak ilk ifade edilişidir. İnanç biçiminde teorik olarak ifade
edilmesiyle bunun gerçekleşmesi arasında ikibinbeşyüz yıllık
bir zaman vardır. Bu arada gelişen dinler ise İbrahim Peygamber'in
inancı ile çeşitlemeler yapılarak ve sistematize edilerek
gelişirler. Her birinin değişik işlevi ve ihtiyacı karşılaması
ayrıca ele alınması gereken konular olarak şimdilik bir tarafta
dursun. Fakat tam burada altını çizmemiz gereken iki nokta var.
İlki teorik öngörü ile bunun gerçekleşmesi arasındaki bu zaman
farkı teori ile pratiğin yollarının henüz birleşmediğini
gösterir. Çünkü tarih boyunca teori ile ona dair adımların
izlediği yollar arasında hep bir açı olmuştur. Önce teori sonra
pratik geldi her zaman ve İbrahim'le Muhammed arasında bu zaman
farkı antik tarihin durağan ritmine uygun bir şekilde ikibinbeşyüz
yıl oldu. Günümüzde bu açı farkı hemen hemen sıfıra yakındır
diyebiliriz. Bugün teori ve onun pratiği bir ve aynı içerikler
halinde ilerliyor diyebiliriz. Söylememiz gereken ikinci nokta ise
İbrahim'den itibaren teorinin kendisini adım adım gelişen
ihtiyaçlara uyarlanmış yeni dinlerin ortaya çıkışı olarak
görüyoruz. Yani esasında çeşitli isimlerle karşımıza çıkan
dinlerin hepsi de bir tek dinin yeni çevrimdeki oranizasyonundan
ibaret. Dolayısıyla bir tek dinden bahsetmeliyiz. İslam dini işte
bu gelişimin nihayet en üst perdesi olur.
Toz ve gaz
nebulalarına benzeyen sürüsüne bereket totem tanrılar her
medeniyette giderek tek tanrıların etrafında toplanmışlardı.
Nebulaların yıldızlaşması gibi onlarında içlerinden bazıları
diğerlerini yörüngesine alıyordu. Bunun en güzel örneği Marduk
efsanesi olabilir. Totemler, Sümer'de gökselleşerek yavaş yavaş
soyutlaşırlar ve doğal döngülerin yönetici sembolleri olurlar.
Bir çoğu tanrı yörüngesindeki melek olarak kalır ve nihayetinde
İbrahim Peygamber'de tek tanrı ile yeni bir düzene kavuşurlar.
İbrahim Peygamberin dehası tüm bu gelişim teorik bir inanç
temelinde tutarlı bir sistematiğe kavuşturmasıdır. Daha
sonrasında İslam bu teorik inancı en üst düzeyde realize eder.
İnsan yaşamının
somut ihtiyaçlara göre konuşursak, Sümer'deki antik çevrim
başlangıcı yerel medeniyetlerin kendi tanrılarını
olgunlaştırmasından sonradır ki birbirleriyle ilişki kurmak için
hazır hale gelirler. İşte tek tanrı keşfi tam da bu ihtiyacın
ifadesi olur ve bu ihtiyaca uygun keşfi İbrahim Peygamber ortaya
koyar. Bu ihtiyaç başka bir açıdan şöyle ifade edilebilir,
antik medeniyetlerin yerel aşamadan çıkmaya başlaması hatta
kıtalararasılaşması gerçekleşmişti, fakat henüz
küreselleşememişti. İşte tek tanrı keşfi antik çevrim
piyasalarının küreselleşme aşamasına hizmet eden, onun önünü
açan teorik zemindir.
İbrahim Peygamber'in
antik toplumların evrensel olarak iletişim ve piyasa olarak
birleşmeye doğru gittiklerini öngörmesi üzerinden ikibinbeşyüz
yıl sonra bu öngörüsü gerçekleşir. Muhammed Peygamber'de bu
öngörünün doğruluğunu bilir ve tam da bu okumayı yapabildiği
için tarihsel görevini iliklerine kadar hisseder. Bu yüzden
fikrinde ve eyleminde hemen hemen hiç tereddüt yaşamaz. Çünkü
gidişatı ve yolu görür.
Muhammed Peygamber antik
çevrimin küreselleşme eğilimine girdiğini görür ve kaçınılmaz
olarak bu göreve atandığını hisseder. Tarihin gidişat
yasalarını okuması onun için vahiy demektir ve bu ona tarihsel
olarak bir sorumluluk yükler. İlginç olan ise onun bu görevi
içinde bulunduğu toplumu medeniyet geçirmesini gerektirir. İçinde
bulunduğu toplum ise tarihteki en son kent komünüdür. Tarihin
gidişatının sınıflı toplumdan yana olduğunu, üstelik
küreselleşme aşamasına geldiğini görür. Yine, diğer
coğrafyalardaki yollar kapandığı için küreselleşme için yeni
ticaret yollarının aşağı Hicaz yolu üzerinden geçmesi
gerektiğini de görür. Tam da İbahim Peygamber'in Kabe'sinin
bulunduğu kavşaktan.
Kaçınılmaz görevinin
insanı yozlaştırıcı etkisini de hemen hisseder. İşte bu
yüzdendir ki Kur'an ayetiyle mal, mülk biriktirmeyi, mülkiyete
tapmayı Allah kelamıyla yasaklar. Sınıflı toplumun bina ve
zinalarla çöktüğü ve bundan ders alınması gerektiğini
anlatır. Kişisel olarak kendisi sınıflı toplum zenginliğini de
yoksulluğunu da yaşamış ve esasında komünün temiz ruhsallığını
arar. Fakat zaman o zaman değildir. Tarihte geriye gidiş
olamayacağına göre, yani mecburen medenileşileceğine göre bunun
en temiz, doğru, vicdanlı bir biçimde olması için uğraşacaktır
her daim.
Muhammed Peygamber'in
yaşadığı dönem Sümer'de başlayan antik sınıflı toplum
çevriminin küreselleşme aşamasına denk düşer. Antik dünyanın
hemen tüm noktalarının birbiriyle ilişkisi, alışverişi ilk kez
onunla beraber yoğunluk kazanır.
İbrahim Peygamber'in
asıl dehası kendi komününü sınıflı toplum cehenneminden
korumasıydı. Sümer'deki Ur şehrinden kalkıp Anadolu'ya gelir,
buradan Kenan ülkesine ve oradan da görece sapa sayılabilecek
Güney Ticaret Yolu üzerindeki Kabe'yi kurar. Burası kendi
topluluğu için sınıflı toplum cehenneminden korunabileceği bir
sığınak, bir kale ve giderek bir kent olacaktır. İbrahim
Peygamber'in teorik inancı onu tüm medeniyetlerden uzakta ama
onlarla da teması kesmeden yaşamasını ve bu dengeleri yerli
yerine oturtması için yolunu aydınlatmıştı. Onun o zaman için
anlaşılmaz gibi görünen keşifleri ona öylesine bir davranış
üstünlüğü kazandırmıştı ki ondan ikibinbeşyüz yıl sonra
gelen Muhammed Peygamber o başlangıç noktasına sadık kalarak hem
de onun tohumunu attığı yerden kalkarak tarihsel görevini hiç
tereddüt etmeden yerine getirebildi. Daha ötesi o başlangıç
noktasının sahiciliğini ve çevrim yasalarını iliklerine dek
hissettiği için de son peygamber olduğunu ve tarihin gördüğü
en olgun kutsallık biçimini yaratma görevini açıkça görebildi.
O'nun kendi tarihsel görevini bu kadar açık görmesinin nedeni
insanın ve doğanın çevrim yasalarına yani antik tarihteki
kavrayış biçimiyle Allah'ın yasalarına en üst düzeyde uyum
yapma yeteneğiyle ilgilidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder