26 Kasım 2018

Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ


              Rasyonalist Tanrılar,                         İlk medeniyetler doğal olarak Sümer medeniyetini örnek alırlar, çünkü başlangıç orasıdır. Bu medeniyetler olağan sınırlarına ulaştığında tarihte yeni bir tıkanma ya da duraksama görünümü ortay çıkar. Fakat hemen peşisıra Helen ve Roma Medeniyetleriyle antik tarihteki bu tıkanma aşılır. Tıkanıklık aşılınca antik tarihin küreselleşme koşulları oluşur. Ve bu küreselleşmeye antik tarihte ilk kez İslam Medeniyetiyle ulaşılır. Ondan sonra zaten çöküş aşaması gelmiştir. Uzun bir ortaçağdan sonra sınıflı toplumun antik zamanlarının sonuna gelinmiştir. Artık modern zamanlar açılıyordur, ki bu çağda tüm kutsallık ve tek tanrı inancı bilimsel bilgiyle bilince çıkarılacaktır.
          Modern zamanlarda kutsallığı izah etmeye çalışan rasyonalizm ya da laisizm ise her şeyin kökenini Sümer tabletlerinde ya da Tevrat'da bulur fakat Kuran'a pek yaklaşmaz. En fazla Tevrat'ın, İncil'in ve Kuran'ın Sümer'deki köklerinden yola çakarak ilginç teoriler geliştirmekle yetinir. Bu teorilerin ortak noktası kutsal kitaplardaki efsanelerin bu kitaplardan çok önce zaten bilindiği, dolayısıyla bu kitapların orijinal olmadığı yönündedir. Kutsal kitapların peygamberler tarafından yazıldığı, çünkü zaten öyle gökte yaşayan ve her şeyi yaratan bir tanrının olamayacağı, bunun bilimsel olarak mümkün olmadığı anlatılır. Hemen söylemek gerekir ki, evet bu tür bir tanrı yoktur, fakat bir tür tanrı algısı vardır. ''Kutsal kitaplarda anlatılan türden bir tanrı yoktur'' demek ne inancı ne de kutsallığı izah etmiş sayılmaz. Laisizm, ateizm ya da rasyonalist anlayışlar bu açıdan işin kolayına kaçmış olurlar. Gökyüzünde yaşayan ve her şeye gücü yeten bir tanrının bilimsel açıdan olamayacağını söylemekle ufkumuz açılmaz. Üzerinde durulması gereken tanrı inancından öteye insandaki kutsallık ya da inanç arayışının sebebi konusudur. Tanrıya ya da bir dine inanmayan bir çok insan örneğin başka bir şeye inanç duyabiliyor, onu kutsallaştırabiliyor. Gelecek güzel günlere, bir lidere, bir ideolojiye, bir başka şeye bilerek ya da bilmeyerek inanabiliyor insan. Bu durum kutsallığın tanrıdan başka bir şeye yöneltilmesi oluyor ki asıl izah edilmesi gereken de burasıdır. Çünkü kutsallık burada biçim değiştirerek tanrı yerine başka bir şeye yöneltilmiş oluyor sadece. Bu konuda dişe dokunur bir açıklama bulmak zor. ''Ben tanrıya inanmıyorum, şuna inanıyorum'' şeklindeki ifadede inancın yöneldiği şey tanrı değil başka bir şey olmuştur, onu kutsallaştırmışsınızdır, o kadar.

          Akılcılık ve civarındaki anlatımlarda kutsallığın insana kattığı değerler ya yok sayılır ya da çarpıtılır. Bu açıdan Kuran ve Muhammed Peygamber'i eleştiri adı altında karalama eğilimi vardır genellikle. Bu eleştirilerde yaşamı ve ortaya koyduğu toplumsal düzeni ele alınırken zaman ve mekanın şartları gözetilmez. Tarihsel gerçeklerin nedeni ve nasılı üzerinden atlanarak akıldışılıkla damgalanmak istenir. Hal böyle olunca da Kuran gibi devasa bir kaynak yok sayılmış olmakla, insanlığa ait muazzam bir değer görmezlikten gelinmiş olur. Oysa Kuran'a girmeden yapılan bir tarih anlatımı eksik ve yanlış olur. Kuran'daki kutsallık gibi hayati bir konunun üzerinden atlayınca, diğer anlatılanlar da akıldan yoksun olur. Oysa görmekten ve araştırmaktan çekinilen Kur'an neredeyse her sayfasında ''akledin'' der, fakat kılavuzu akıl olan ''rasyonalizm'' bunu pek görmez.

               Kuran'ın Benzersizliği,
         İnsan her zaman yaşam ihtiyaçlarına göre kutsallık geliştirir. Tersi de doğrudur, seçtiği kutsallık insanın yaşama ve güzellikle var olma ihtiyaçlarına uygunsa seçer o inancı. Muhammed Peygamber'in inancı da bu kanuna uygun bir şekilde gelişir ve yeni bir medeniyet haline gelir. İbrahim Peygamber'den aldığı inanç temeli yepyeni bir medeniyet kurmak için pratik bir yol haritası olur. Her yerde, her zaman geçerli olan hayatın kanunlarının Allah adı altında keşfidir bu. Fakat bu keşiflerin hepsi birden ve aynı anda olmayıp bu medeniyet kurulurken keşfedilip uygulanır. O nedenle Kuran parça parça olarak, tam yerine ve ihtiyaca göre tamamlanır. İlahiyatçı, mistik veya skolastik örtülerle bu gerçeğin üzeri özellikle müslümanlar tarafından örtülür. Muhammet Peygamber'in ölümünden sonra yönetici sınıfların eline düşen Kuran mistifize edilir. Özellikle okunmaması, anlaşılmaması için saygı adı altında duvarlara asılır, dokunulması bile belli şartlara bağlanarak insanların yararlanması engellenir. Giderek ritüellerde okunan, hocaların kullanımına mahsus, içeriğine aldırmadan törensel kullanıma özgü bir kitap haline gelecektir. Vahiy sırasının bozularak derlenmesi ile başlar bu süreç. Kuran vahiy sırasıyla okunursa o günün toplumsal sorunları ve tarihsel gerçeklerini izah eden doğru ve gerçekçi yaklaşımlara sahip olduğu görülür.
           Tek tanrı ya da orijinal adıyla Allah, İbrahim Peygamber'le birlikte keşfedilir ve kutsallığın dili vahiyle kendisini gösterir. İbrahim Peygamber'den sonra Musa Peygamber'le ve sonrasında İsa Peygamber'le tek tanrı ve ona ait hükümler demek olan din birikimi fazlasıyla vardır. Tek tanrının keşfinin teorik öyküsü ile ona ait dinsel pratiğin öyküsü birbirine çok benzer. İbrahim Peygamber'in tek tanrısı Allah'tan önce de çeşitli medeniyetlerde tek tanrıya doğru bir gidiş olur fakat özellikleri, sistemi ve adı tam olarak konulamaz. Aynı şekilde Muhammed Peygamber'den önce de tek tanrılı çeşitli dinler ve sistematikleri ortaya çıkmış olsa da onun en gelişmiş sistematiğini Muhammed Peygamber ortaya koyar. Bu açıdan teorik olarak gidilen yolun sonu İbrahim Peygaamber ise ona ait pratiğin sonu da Muhammed Peygamber olur.
         Muhammed Peygamber, içine doğduğu çoktanrılı hayatla İbrahim Peygamber'in tek tanrısını hep karşılaştırır. Doğal ve toplumsal döngülerin birliğinin kutsallık algısıyla ifadesi olan Allah sistemine dair iç dünyasındaki bu tartışma kırk yaşına geldiğinde bitmiştir. İlk vahiyler de o zaman belirir. Teorik inanç temeli Allah sistemi ve kendisinden önceki dinsel pratiklerin birikimiyle yola çıkar. O'nun açtığı bu yeni yola, uzunca bir süre çok az insan anlayıp inanacaktır.
        Tarihteki en son kent barbarlarını medeniyete geçirmekle başlayan yolculuğu sırasında Kuran somut sorunlara somut çözümler ortaya koymasıyla bu yolu aydınlatır. Kuran'da zaten bu ihtiyaçların ortaya çıkmasıyla ve vahiy yöntemiyle tamamlar kendisini. Kuran, içindeki hemen her şey sembolik anlamlarla yüklüdür. Kendisinden önceki olaylara ya da efsanelere değinirken bile onların sembolize ettiği asıl anlamlara işaret eder har zaman. Olayın kendisinden ziyade alt anlamlarını göstermek ister. Ondaki anlam katmanları her kavrayış düzeyine göre farklılık gösterir. İsteyen hikayenin büyüsüyle oyalanırken isteyen o hikayenin sembolize ettiği alt anlamlara doğru derinleşebilir. Daha ilk sözüyle birlikte onun bu çok katmanlı anlam dünyası ile tanışırız. ''Oku'' derken, en zahir anlamıyla elimizdeki kitabı okuyabiliriz, bir alt anlamıyla olayları, sorunları, çözümleri okuyabiliriz, daha alt anlamıyla bunlara yön veren etkileri okuyabiliriz. Belki de en derinlerde duran, tarihin ve hayatın yasalarla yürüyen süreçler olduğunu, kitabın değil hayatın okunması gerektiğini anlatan bir katmana ulaşırız. Daha sonra hemen bu açıdan kendi okumasına geçer ve inancın teorik temellerini ortaya koyar. İnsanın bir kan pıhtısından yaratıldığını, öğrenme yetisi olduğunu, fakat buna rağmen yoldan çıktığını, fakat Allah'ı (doğanın ve insanın çevrimlerle ilerleyen yasalarını) anlayıp bunlara uyum sağladıkça kurtuluşun mümkün olduğunu anlatır.

                İlk Ayetler ve ''Oku'',
           ''Oku''manın binbir türlü yolu vardır ve Muhammed Peygamber bildiği bilmediği her yolu önerir insana, yeter ki okusun. Allah'ın yani akışın yasaları her yerdedir,yani ayetleri her yerde vardır. Demek ki okumak sadece kitapla, akademiyle olmaz, herhangi bir şekilde hayatı ve onun yasalarını okumak, okuduğuna inkar etmeden uyum yapmaktır mesele. Hayatın kanunları okunduğunda ise uyum yapıp, yapmamak önümüzde duran iradi bir seçim konusu olur sadece. İster uyarız, ister uymayız. Kuran'ın diliyle söylersek cennet ve cehennem doğrudan bize bağlanmış olur ve insan seçimine göre her ikisine de gidebilir. Allah ve Kuran sistemiyle bugün için birkaç okuma yaptığımızda; örneğin, fosil yakıtları kullanarak insanı ve doğayı kemirmeye devam etmek gibi bir seçimde ısrarcı olmak belli ki bizi cehenneme götürür. İnsanın insanı sömürmesi ve bu sömürünün devamı için savaşlar icat etmesi de cehennemin yoludur. Kadınların ve çocukların tacize, tecavüze uğraması yine ayrı bir cehennem. Mal, mülk biriktirmek ve biriktirdiklerine sahip çıkmak için insanın harcadığı enerjiyi paylaşımcı bir hayat kurmak için kullanmaya başlaması da cennete adım atması anlamına gelir.
        Kuran'ın ilk sureleri Mekke'de vahyolunan daha çok teorik inancı geliştiren, pekiştiren surelerdir. Ara ara tüm Kur'an boyunca bunlar hatırlatılır, fakat genel olarak yeryüzündeki somut hayatın sorunlarının hangi yollarla çözüleceğini işaret eder ayetler. Kur'an, çoğunlukla somut olaya değinmeden o olayın hangi yöntemle hangi kurala göre çözüleceğini açıklar. Fakat bazen de somut olayın kendisi örnek olarak ele alınıp o olay üzerinden dersler verilir. Doğrular, yanlışlar o olay üzerinden ayetleşir. Kuran'ın kullandığı yönteme örnek olması açısından ''zihar'' adı verilen cahiliye (komün dönemine ait) bir Arap geleneğinin ortadan kaldırılmasıyla ilgili olayı ele alalım. Bir erkek zihar yöntemine başvurduğunda karısıyla ebediyen yatmama kararı almış oluyordu. Bu kararı karısına bildirmesi yeterliydi. Karısına "sen bana anamın sırtı gibisin" dediğinde zihar uygulamış oluyordu. Bu yöntemle eşler boşanmıyor, ama karısı artık ona haram olduğu için başka bir kadınla yatabiliyordu. Açıkça anlaşıldığı gibi erkeğin iktidarını pekiştiren bir tabu uygulamasından başka bir şey değil. Tabular tarihte ilk kez erkeğin sürü yetiştirip toplumsal düzeni ve ekonomiyi eline geçirdiği zamanlardan karşımıza çıkar. Tabu ile erkeğin yasakladığı bir alan oluyordu ve alana izinsiz girilemiyordu. Hele bir kadının o alana yaklaşması mümkün değildi ve cezası vardı. Tabu türlü kılıklara girse de en genel anlamıyla erkeğin iktidarını yerleştirmek için bulunmuş bir yöntemdi. Zihar da işte böyle bir tabu uygulamasıydı ve elbette erkeğin bencil nefsinin keyfine hizmet ediyordu. Zihar uygulayan erkeğin karısı bu durumu kabul etmez ve kabul etmediğini şikayetle defalarca peygambere bildirir. Ziharın haksız olduğunu bu yüzden arabuluculuk yapmasını eşiyle arasını düzeltmesini ister. Fakat peygamber önce geleneklere uygun olarak erkeği haklı bulur. Kadın bu kararı kabul etmez. Yaşlandığı için ziharla karşı karşıya kaldığını ve verilen kararın adaletsiz bir karar olduğunda ısrarla savunur. İşte tam da bu sırada somut soruna dair ayetler gelir ve bu ayetler komünün kirlenmiş cahiliye kültürünü aşan Kur'an'a yakışan çözümler olur. "Allah kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözünü işitti. Allah, ikimizin birbirinizde olan konuşmasını işitir. Çünkü Allah işitendir, görendir. Sizden kadınlara zihar edenler bilmelidirler ki, o kadınlar onların anaları değillerdir. Onların anaları kendilerini doğuran kadınlardır. Onlar çirkin ve yalan olan bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah affedici ve bağışlayıcıdır." Mücadele Sûresi. Yine Nahl Suresi, Kuran ayetlerini, Muhammed'e Hırıstiyan bir Rum kölenin öğrettiğine dair söylentilerin yayılması üzerine iner. Nahl Suresiyle bu tür söylentilerin yalan olduğu anlatılır. Bu örneğe benzer çokça olay ve hemen peşi sıra gelen ayetler olur.
          Muhammed Peygamber hayatın gidişatını ve yasalarını Allah sistemiyle okur ve somut çözümler ortaya koyar. Hayatın ve insanın doğru okumasını yapabildiği için ihtiyaçlar ve toplumdaki değişim isteğine uygun ayetler gelir. Toplumsal çevrimler her daim kendisini okuyan ve ona uyum yapan insanlarla birlikte ilerler çünkü. Muhammed Peygamber'ın yaptığı da toplumsal çevrim yasalarının, o tarihsel anını okumak ve dillendirmektir. Bu okumalar her daim, önce en özgür ruhlarda yankısını bulur, ki o zamanın müslümanları bu anlamda özgür ruhlu insanlardır.
           Kur'an açıkça yeni bir medeniyetin kuruluşu için gerekli teorik inanç temelini ortaya koyduğu gibi aynı zamanda pratik engellere karşı ne yapılması gerektiğine ışık tutuyordu. Bu anlamda yeryüzündeki eşsiz bir örnektir. Hacılarla, hocalarla ya da karşıtı gibi görünen maddecilerle okuyarak anlaşılması mümkün değildir. Kendi zamanının sorunlarının en ileri çözümlerini kutsal ayetler olarak hükme bağlar.

             Nefs Savaşları,
         Sınıflı toplumları çürüten insan nefsinin arzuları olarak yansıyanlardır. Üstelik kişilerin ve toplumun genelinin belli bir sınıfın ve özellikle de erkek sisteminin arzularının karşılanması konusundaki görünmez sözleşmeleri varken, peygamberin nefis savaşı önermesi o günün koşullarında kabul edilemez gibi görülür önce. Fakat peygamber ısrarla ve ayetlerle altını çizerek mülkiyet, iktidar, gösteriş, cinsel açlıkların dizginlerinden boşalmasının toplumu çürüttüğünü bilir. İşte bu bilinçle her alanda nefis savaşı önerir. Çünkü hayvanlıklarımızın adı nefstir ve hayvanlıklarımızın dizginlenmesiyle insan ya da antik tarihin deyimiyle müslüman olunur. "Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya ulaşırlar.'' Haşr Suresi. İnsanlar için de, toplum için de nefsin arzuları peşinde koşmak yıpratıcı hatta öldürücüdür.
            Havva'nın sunduğu elmayı yani özel mülkiyeti alıp yemesiyle sonsuzluğun bir parçasını kendi malı gibi algılama gafletine düşünce insan (adem) aslında hayvansal içgüdülerinin onu sürüklediği yere gitmiş oluyor. Yaşamak ve üremek içgüdülerinin akılla birlikte asıl amacından saparak insanı sürüklediği bencilliğin sınflı toplumda mal biriktirmek, iktidarını sürdürmek ve hayvansı bir arzuyla her tarafı döllemek demek olan cinsel açlıkların peşine düşmek toplumu ve insanı çürütür. İşte Muhammad Peygamber sınıflı toplumun bu zaafını açık bir şekilde okuyabildiği için nefs savaşını tüm savaşların, erdemlerin en üstüne koyarken tereddüt yaşamaz. Gerçi Muhammed Peygamber hiçbir konuda tereddüt yaşamaz.

              Akışın Yasalarını Okumak ve Uyum Sağlamak,
           Allah her daim aklı kullanmayı öğütler. Muhammed Peygamber'de aklını kullanır ve bunu öğütler. Aklını kullanmayanlara üzülür, acır. Aslında Allah'ın da Muhammed'in de söylediği birdir ''hayatın işleyen yasalarını okumak ve onlara uyum yapmak'' ancak bu olmazsa birey için de toplum için de yıkım başlar ve Allah'ın adaletinin seri olduğu vurgulanır. Çünkü hayatın işleyen yasalarına uyumsuzluğun sonuçları hemen işlemeye başlar. O sonuçlar hemen ortaya çıksın ya da çıkmasın bunun önemi yok. İşte tüm bu kavrayış, hayatın işleyen yasalarını ifade ediş antik tarihte bu şekilde tek tanrı kutsallığıyla ifade ediliyordu. Totemlerden beri işleyen kutsallık kendisini en soyut haliyle ifade eder duruma gelmişti. Somut pratik hayatın doğrudan yönlendiriciliğini yapıyordu. Peygamber'ler de onun sözcüsü ve o yasalara uyumun bizzat örneği oluyorlardı. Yoksa güzel söz söyleyip, liderlik yeteneklerine sahip oldukları için değil, hayatın akış kanunlarına uyabildikleri için peygamber düzeyinde toplum liderleri oluyorlardı. Muhammed'in tüm peygamberler içindeki farkı ise artık bu tarihin sonunun geldiğini görmesi ve bunu açıkça söylemesidir. O toplumsal akış kanunlarını çok duru bir şekilde okudu, fakat bunun ifadesini hep Allah sistematiği içinde ifade etti. Çünkü insan bilincinin olup bitenleri algılama düzeyi henüz kutsallık aşamasındaydı. Fakat bu kutsallık somut hayat organizasyonuna yol gösteren bir kutsallıktır. Tamamen gerçek hayatın sorunlarına yanıtlar üretir.
         Hayatın akışını okuma ve sonrasındaki değişimlerin seyri antik ve modern çevrimde bir hiyerarşiyle gerçekleşir. Önce keşifler ve fikirler daha sonra kendisine uygun peygamberler ve liderler daha sonra da ümmet veya sosyal sınıflara yayılır ve hayat bulurdu. Antik ve modern çevrimlerde ''okuma'' ve ''devamındaki pratikler'' arasındaki bu hiyerarşi günümüz için söz konusu olamaz. Artık bu tür bir hiyerarşik gelişimden bahsedemeyiz. Toplumsal çevrimlerin bugün içinde bulunduğu düzey açısından bu unsurların birliğinden bahsedebiliriz. Yani her üç unsur da artık tek bir ruhta ya da bireyde birlikte işleyebilir ancak. Bu işleyiş ''kişi çevrimiyle'' yakından ilgili olup, tarihin tıkandığı ve açılacağı yerin adresinin kişi olmasından dolayıdır. Allah inancını skolastik olarak anlarsak yeni bir okumaya ihtiyaç yoktur, zaten Kuran vardır. Oysa ayni Kuran tam tersini söyler ve okuyun der, üstelik yol gösterici yeni bir peygamberin de gelmeyeceği kesin. Tam burada sormak lazım, bu okumayı kim yapabilir ve peygamber gelmeyecekse kim kime yol gösterebilir. Çünkü yeni sorunlar ve yeni çözümlere ihtiyaç olduğu açık. İlahiyatçı anlayışa göre okumak gerekmez fakat yeni sorunların çözümü için her fırsatta kendi çıkarlarına uygun çözümler zikreder. Özellikle örgütlenmiş ilahiyatçılık ve skolastik kafalar Allah'ı, Kuran'ı ve Muhammed Peygamber'in mirasını kendi varlıkları için kullanırken en çok da buradan besleniyorlar. Toplum hayatında resmi ya da gayri resmi olarak örgütleniş ve bir tür çıkar şebekesi gibi hareket eden bu ilahiyatçılık anlayışı Allah ve Kuran'ın gerçekten anlaşılmasının önündeki en büyük engel. Fakat anlamak isteyen, Kuran'ın deyimiyle konuşursak okumak isteyen beyinlerin her şeye rağmen gerçeğe ulaşabilecekleri bir çağdayız. İlahiyatçı, skolastik kafaların tarif ettiği Allah ve Kuran'ın gerçekte onların çıkarlarına hizmet eden tarifler olduğunu anlamak da zor olmuyor elbette. Allah'ın kutsal dille ifade edilmiş doğa ve insanın yasalarının birliği ve bütünlüğünü ifade ettiğini, Kuran'ın da bu yasaların o tarihsel kesitte yeniden yorumlanması olduğunu biliyoruz. Bu bilgi elbette tüm kutsallığı ve din tarihini yeniden yorumlamayı gerektirdiği gibi skolastik anlayışın kendi çıkarları için kulladığı Allah ve Kuran'ı ellerinden alarak gerçek değerini vermek anlamına geliyor.
             Muhammed Peygamber'in inancının teorik temelinde Allah'ın yasaları vardır ve bunları ortaya koyar. Daha ötesinde bu yasaları Arap Kabilelerinin bile anlayabileceği medeniyete geçişin kuralları haline gelen ayetlere dönüştürür. Sonrasında ise bu ayetlere kendisi ve yol arkadaşlarının azami düzeyde uyması için çaba gösterir her zaman. Genel olarak peygamberlik kendi yaşam ihtiyaçlarına uysun ya da uymasın tarihin kendisine yüklediği görevi kavrayıp ona uygun yaşama sanatıdır. Görevi kavrayınca çok nadir geri dönüşler dışında sözüyle, davranışıyla keskin hatlarla belirlenmiş yol gibidir. İşte Muhammed Peygamber'de aynen böyle kendi ihtiyaçları karşısında hiç bir zaman küçülmeden bu yolda yürümüş nadir insanlardandır. Günümüzde Allah'ı, Kuran'ı kendi ihtiyaçları için kullananların aksine Muhammed Peygamber, Allah ve Kuran için kendi malını mülkünü harcayarak ilerledi yolunda.

                 Peygamberler Coğrafyası,
         Arabistan Arapları ile Filistin civarında yaşayan İsrailoğulları aynı komünden ayrılmış boylardır. Her ikisinin ataları İbrahim Peygamber'de buluşur. Araplar İbrahim Peygamber'in oğlu İsmail'den gelirler, ki annesi Hacer'dir. İsrailoğulları ise İbrahim'in diğer karısı Sare'den olan İshak'tan devam eden koludur. Sami denildiği zaman her ikisini birden anlamak gerekir. Samiler Filistin'de yani antik sınıflı toplumların hemen hepsini birbirine bağlayan bir kavşakta yaşıyorlardı. Bu kavşakta her medeniyetin hem malları hem de düşünce ve değerleri karşılaşır. Ve antik tarihte ne kadar orijinal düşünce varsa mutlaka burasıyla bir şekilde ilgilidir. Piyasa dediğimiz alıcılar ve satıcıların buluştuğu ve üretilen malların değişim değerinin yani fiyatının belirlendiği yerlerin hepsinin kesiştiği yerdir burası. Antik tarihte, bir mal ya da bir düşünce yeryüzünde dolaşıyorsa, burasıyla mutlaka bir ilgisi vardır. Piyasada mal ve hizmetler somut olarak yer alırlar, alıcı, satıcı, aracı ve başkaca unsurların hepsi somuttur. Fiyat ise tüm bu somutluklar bir araya gelince ortaya çıkan soyut bir etkendir. İşte fiyat dediğimiz kavramın dünyaya yayıldığı yer de burasıdır. Fiyatın ortaya çıkması demek, soyut algının, somut hayat içinde paraya dönüşmesi ve bu dönüşümün antik tarihteki tüm zihinlerce kabul edilmesinin zamanının geldiğini gösterir. Fiyat etkisinin burada yerleşik hale gelmesinde tüm medeniyetlerin burada her türlü birikimini ortaya koyabiliyor, etkileyip, etkilenebiliyor olmasının da payı büyüktür. Fiyat için ayrıca şunu söylemeliyiz ki, Sümer'den sonraki herhangi bir medeniyetin geldiği nokta fiyat denilen soyutlukla özetlenebilirdi. Yani fiyatın diğer unsurlarla birlikte eş zamanlı etkileşimi antik tarihte ilk kez bu coğrafyada en üst düzeye ulaşır.
          Üretim fazlası malların ve tabi kölelerin değişimi için temel ölçü birimi olarak para yönteminde ortaklaşılması paranın evrenselleşmesi anlamına geliyor. İşte bu kavşağın bu açıdan tarihte önemli bir işlevi oldu. Tüm metaların (mahat) soyut hali olan paranın her piyasada güvenle dolaşması için bu medeniyetlerin birleşmesi gerektiği fikrinin doğduğu yerdir burası. Evet para soyutlamasına insanlık daha önce ulaşmış, kullanıyordu, fakat Muhammed Peygamber'in çağı bu piyasaların evrensel ölçüde birleşmek istediği bir zamandır. O günün dünyasında Hicaz ve Kabe'nin üzerinde bulunduğu güney ticaret yolunun dışında diğer orta ve üst ticaret yolları kapalıydı. Ticaret yolları üzerinde istikrarlı yönetimler yoktu ve kentler arasında barbar kabileler yaşıyordu.
          Ürün fazlasının yani ticari sermayenin pazara ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaç kendisine yeni yollar bulma eğilimindedir. Piyasaların birbirine bağlanma eğilimi piyasalarla birlikte ona bağlı her unsuru da birbirine bağlıyordu. İşte gelişmeler bu yönde birikir antik tarih boyunca. Fakat antik çevrimin ritmi öylesine düşüktür ki, ya da bu güne göre öylesine düşüktür ki gelişmelerin yaptığı birikimlerin gözlenmesi zorlaşır. İşte soyut fiyat düşüncesinin yerelden evrensele yaptığı bu yolculuğun çok önemli bir aşamasında güney ticaret yolu devreye giriyordu.
          Antik piyasaların zamanla tek piyasaya dönüşeceği öngörüsü ile tek tanrı fikrinin ortaya çıkışı arasında böylesine bir paralellik bulunur. Fakat bu inancın ve öngörünün somutluk kazanması için Muhammed Peygamber zamanını beklemek gerekir. Filistin ve burada yaşayan İsrailoğulları bu kavşakta yaşadıkları için dünyanın değişik yerlerinden gelen maddi ve manevi tüm üretimleri ve bunların piyasa bilgilerine sahip olabiliyorlardı. Bu kavşak bir tür borsa işlevi görüyordu. Toplumların kavşağında bulunmakla onların hem onların etkisinde kaldıkları gibi hem de onlardan ticari olarak besleniyorlardı. İşte bu yüzden birçok fikrin, keşfin dolaştığı bu coğrafya, peygamber çıkarmaya eğilim gösterir. Antik tarihin seyri boyunca toplumların içine girdiği krizler ve muhtemel çözümleri bu kavşaktan gözlenebiliyordu. Burasının bir gözlem evi gibi işlev görmesinin de peygamberler coğrafyası haline gelmesinde vardı. Çünkü peygamberlik krizlerin teşhisi ve tedavisi işiydi. Tüm medeniyetlerin doğuşu ve çöküşüne dair efsaneleşmiş, masallaşmış, mitleşmiş, destanlaşmış tüm anlatılar buraya mutlaka uğrardı. Tüm bu bilgilerin elenip, harmanlandığı, işlendiği yer burası olduğu içindir ki burası tek tanrı soyutluğunun yerleşik hale geldiği ve yayıldığı coğrafya olur. Fakat peygamber çok olsa da böylesi bir ortam aynı zamanda sınıflı toplumun tüm zehirlerini de içinde barındırdığı için toplumlarla lider peygamberler arasında genellikle uçurumlar bulunurdu. O yüzden Allah'ın ve peygamberlerinin sözünden çıkmamak gerektiğine dair özel vurgular kutsal kitaplarda fazlaca bulunur.
            Antik tarihin ritmi o kadar düşüktür ki, İbrahim Peygamberin antik tarihin tek bir medeniyet ve onun kutsallığına doğru gittiğini keşfetmesiyle bu çağın açıldığı zaman arasında iki bin beş yüz yıl bulunur. Ve ondan iki bin beş yüz yıl sonra bu öngörüsü İslam Medeniyetiyle somutluk kazanır. Böylece Sümer'de başlayan antik çevrim bu aşamasında evrensellik kazanır. Ardından gelen bin yıla yakın sürede evrenselleşir ve tüm çevrimler gibi o da tüm birikimiyle yeni bir çevrimin doğumu için malzeme haline gelir.
         Peygamberlik sadece doğruları söyleme sanatı değil, aynı zamanda onları uygulama işiydi. Antik tarihte bunun anlamı tarihin tıkandığı yeri görmek ve uygun tarihsel eylemi yapmak demekti. İşte peygamberler çıkaran bu coğrafya ve üzerinde yaşayan Sami geleneğinden İsrailoğulları antik tarihin piyasa ve çıkar ilişkileri içine öylesine gömülmüşlerdi ki yeni bir tarihsel atılım yapabilecek güçleri yoktu. Daha doğrusu antik sınıflı toplumun tüm çürütücü, yozlaştırıcı etkilerini yaşıyorlardı. O yüzden de oradan en son çıkan İsa Peygamberin varlığı bile tartışmalıdır. Elbette kişi olarak İsa Peygamber'in yaşayıp yaşamadığının bir önemi yok, anonim bir karakter olarak yaratılmış olsa bile bunun nedenleri daha önemlidir.
        İsa Peygamber'le birlikte bu coğrafyanın peygamber çıkarma geleneği bitmiş oluyordu. Bu gerçek düşünen akıllarca anlaşılır ve ayetlerde yansımasını bulur. Saff sûresi 6. ayeti "Meryemoğlu İsa "Ey İsrailoğulları, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak geldim demişti. Ama o müjdelenen elçi açık deliller getirince, bu apaçık büyüdür dediler." Tek tanrı inancının ve antik tarihin ana yollarla birleşeceği düşüncesinin keşfedildiği topraklardan artık peygamber çıkmayacağı biliniyordu. O yüzden de bu topraklarda yaşayanlar peygamberliği başka bir yerde arıyorlardı. Aradıkları yer Hicaz, yani henüz ticari olarak pek de işlek olmayan güney ticaret yoluydu. Hicaz Arapları bu yolu yeni bir inançla ve istikrarlı bir yönetimle açarlarsa İsrailoğulları bu yolu kullanabileceği gibi, belki peygamberi de yönetebileceklerdi. Elbette burada gözetilen ticari sermayenin dolaşımı için yeni yolların açılmasıydı, yoksa Allah kelamının yayılması değil. Fakat burada ince bir çizgi var ki bu çizgi kutsallığın insan zihnine ve eylemine yapışık halde doğuşuyla ilgilidir. Yahudi ve Hırıstiyan din adamlarının, tüccarların peygamberlik için Arapları işaret etmesi çıkar beklentisiyle olur. Fakat bunun ifade edilişi insanla kutsallığın birlikte doğuşuna uygun olarak yine kutsallık çerçevesinde olur. Antik tarihte böyledir, her ne yapılırsa yapılsın bunun kabul edilebilmesi için mutlaka bir kutsallık kılıfına sokulması gerekirdi. En kötü cinayetler bile tanrı adına işlenirdi. Çünkü insan zihni henüz o aşamadaydı, başka türlü düşünülmesi hayal bile edilemezdi. Demek ki yaşanan somut hayatla kutsallığın kopmaz bağları görünmez gibi dursa da devam ediyordu. Ve bu kutsallık hayatın akışına hizmet ettiği oranda yerleşebiliyordu. İşte şimdi de hayatın akışı güney ticaret yolu üzerinde düşüncesi, davranışı berrak Arap Kabileleri işaret ediyordu. Bu işaret, tarihin gidişatını görmek ve ona uygun pozisyon almakla ilgiliydi. Tarihsel akışı okumak başka, akıştaki iyilikten veya kötülükten yana pozisyon almak başka bir davranış elbette.

              Muhammed Peygamber'in Bilinci,
              Antik piyasa merkezlerinin yeni peygamberin Araplardan çıkacağı yönündeki bu öngörüsü, çok sonraları modern çevrimle birlikte öngörüleri işleme, organize etme ve tarihe hakim olma eğilimini geliştirecektir. Antik imparatorlukların yıkılıp ulus devletlerin kurulduğu 1900'lerle başlayan zamanlara bakalım. Bu zamanlarda piyasa merkezlerinde üretilen, demokrasi, liberalizm, laiklik, ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi görüşler Asya ve Afrika'da milliyetçilikle karışık bir şekilde sunulur. Daha ötesi buralardaki ulusal kurtuluş savaşları ya da emperyalizmden kurtuluş eğilimleri giderek piyasa merkezlerinin istediği yere doğru akar. Ulus devletlerin tüm birikimi bu defa yeni ulus devletlerin eliyle piyasa merkezlerine akar. Tarihin çevrimlerle ilerlemesi böyledir, antik tarihte antik piyasaların yaptığını modern çağda onların devamı olan sınıflar daha olgun, daha ustaca yürütürler. Fakat sınıf aklıyla yürütülen bu hesaplar her zaman Bağdat'tan döner, o da ayrı bir konu. Evet yeni peygamber Araplar içinden çıktı fakat onların beklediği gibi antik piyasaların emrine girmedi. Muhammed ve çekirdek toplumu yahudi ve hırıstiyan bezirganların beklediği gibi mal mülk peşinde olmadı. ''Rızkınızı ticarette arayın fakat azıtmayın, binaya, zinaya düşmeyin, kardeşçe yaşayın.'' diyordu peygamber. Müslümanların arasına sızmış Yahudi Kabilelerin çıkar beklentilerini Bedir savaşındaki Enfal suresinin birinci ayetiyle bitirir. Savaş ganimetlerine el uzatmaya çalışınca bu bezirganlar ''Ganimetler Allah'ın ve Resul'ünün kontrolündedir.'' diye ayeti koyar ortaya. Fakat bu kabileler diplomatik davranıp beklediler, ne zaman ki Uhud savaşında Muhammed Peygamber yenildi o zaman ona karşı Ebu Sufyan'ın tarafına geçtiler. Mal, mülk, çıkar peşinde Allah'ın adını kullandıkları açık bir şekilde bu olayla ortaya çıkmış oldu. Zaten hemen peşi sıra müslüman toplumdan sürüldüler.
             Muhammed Peygamber'in bilincini belirleyen iki etken olur. İlki, kendisinden önceki birikimi yorumlama konusundaki benzersiz tavrıdır. Peygamberler, masallar, destanlardan oluşan bu muazzam birikimi orijinal bir şekilde yorumlar ve uygular. İkinci etken ise, ilkel komün ruhunu Allah potası içinde eritmesi ve İslam kültürü için temel almasıydı. Böylece komünün kardeşçe yaşama ülküsü Allah'ın değişmez buyruğu haline gelmiş oluyordu. Elbette komün ruhunun kardeşçe yaşama ilkesi ile piyasacıların çıkar beklentileri birbirine uymayacaktı. İşte bu yüzden sonraki komünler, aşiretler, boylar bu dine ve onun Allah'ına tutkuyla bağlanacaklardı. Fakat öte yandan aynı İslam ve Allah'ın içi boşaltılarak yönetici sınıflarca mülkiyet ve iktidar devam ettirmenin araçları haline getirilecekti. Bunun ilk işareti daha Muhammet Peygamber öldüğünde ortaya çıkmıştı. Henüz cenazesi bile kaldırılmadan iktidar kavgaları başlamıştı. Muhammed Peygamber'in bilincini belirleyen bu iki etken ve nihayetinde Kuran bu yüzden mucizevi sentezlerdir. Bu yüzden, Kuran ve Muhammed Peygamber'in mucizesini toplumsal çevrimlerin dışında ve ötesinde aramak yanlış olur. Ya da tersine mucizeviliği metafiziğe bağlayıp Kuran ve Muhammed'i olmamışa çevirmek olur. Ki günümüzde yapılan da budur. Bunların kutsallığını gökten zembille inmişcesine ilahiyatçılığa bağlamak, insanlığın bunlardan alacağı dersleri saklamak olur. O yüzden bugün Muhammed Peygamber'in ve Kuran'ın akışın yasalarını okuyabildikleri için yeni bir başlangıç, yeni bir medeniyet yaratabildiklerini görüyoruz.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile