30 Haziran 2014

Moloch ve Ötesi...

Beyin ve Çevrimlerin Bütünlüğü,
Doğal ve toplumsal akışın en ilk enerji halinden beyin yapısına ulaşıncaya kadar yaşadığı macera
hayret vericidir. Hayret vericiliği doğal ve toplumsal akışın birliğini kavramayı ve değiştirmeyi kendisine iş edinmiş bir beyin yapısına ulaşmasıyla ilgilidir daha çok. Enerji, atomaltı parçacıklar, DNA ve tüm canlı türlerinden geçerek hepsinin özeti bir beyin yapısına kadar ulaşılmıştır. 

Doğanın itici gücü olan içgüdülere sosyal ve cinsel yasaklar konuldukça gelişir insan bilinci. İçgüdülere yasaklar konulur, bu yasaklar biriktikçe bilinç haline gelir. Hayvan beynine getirilen bu sınırlamanın en önemli sonucu ise bilinç-bilinçaltı zıtlığının ortaya çıkışıdır. Aynı bedende hayvan (doğa) ve insan (toplum) niteliklerinin birliği ve zıtlığıdır yaşanan. Memelilerin en üst türü iken üreme ve yaşama biçimi tıkanmış, türün devamı daha sonra bilinç haline gelecek sosyal ve cinsel yasaklarla sağlanabilmiştir. İşte üç milyon yılda tamamlanabilen bu vahşet çevrimi aynı zamanda içgüdüleri dizginlemenin de tarihidir. Hayvan gibi yaşamaya ve hayvan gibi üremeye getirilen bu yasaklar ve kurallar bütünlüğü insanı insan yapar. Ancak içgüdüler yani doğal çevrimin temel mirası kaybolmaz, bilinçaltı haline gelir ve bilincin her tökezleyişinde ortaya çıkar. Doğa çevriminin baskılanması ile birlikte beynin yeni bir yapıya kavuştuğunu görürüz. Beyin ikiye bölünmüştür artık, aynı beyinde hem doğa vardır hem de toplum. İşte ruh dediğimiz de tam olarak bu birlik ve zıtlığın kendisidir. 

Doğal çevrimin mirası olan bilinçaltıyla, insanlaşma çevriminin bilinci birbirlerinin farkına vardıkları andan itibaren hem farklılıklarını ortaya koyarlar hem de birlik arayışı içinde olurlar. İşte bu durum ilk yasaktan beri (anne ile erkek çocuk arasındaki cinsel yasak) ruh algısını yeni düzeye taşır. Bu düzeyde örneğin, içgüdülerin her yere tohum bırakma isteği ''Hayır, hayvan gibi üreyemezsin, bu türün devamını tehlikeye sokar'' şeklinde bilincin yasağıyla karşılaşır. İçgüdülerlerle, bilinçli yasakların çatışma alanı örnekte olduğu gibi burasıdır. Üreme ve yaşama biçimi olarak hayvanlığına devam etmeye çalışan bir bilinçaltı ve insanlaşmaya çalışan bilinç. Bu savaş ve uyum arayışının adı ruh olur. Bu soyut ruh kavrayışı ile birlikte ruh da insandan ayrı bir varlığa dönüştürülmüş olur. 

Ruhun Kökeni, 
Animizmden beri devam eden ''kutsallaştırma gelişimi'' tek tanrı ile zirve yapar. Süregelen bu kutsallaşma örtüsünü kaldırınca ortaya yaşama ve üreme biçimlerinin somut çevrimleri çıkar. Çevrimlerin değişik aşamalar olduğu ve her aşamaya ait bir algılama ve yorumlama biçimi de ortaya çıkardığını görürüz. İşte zihin de çevrimlerle ilerleyen bu akışın ürünüdür. Akış içinden çıkıp gelir, zihni yaratan akışın bizzat kendisidir. Zihin ya da beyin tüm bu gelişimi çözmeye çalışır. Bilgi edinmek, bilmek zihnin en önemli özelliği, bilinen ise akıştır. Kutsal kitaplarda bu konuda çok açık ve ileri görüşlü fikirler vardır. Allahın kendi ruhundan insan yaratma isteği onun farkında olacak bir varlık yaratmasına bağlanır. Allah kendi varlığını idrak etsin diye yaratır insanı. Aslında tamanen doğru bir yaklaşımdır bu. Kutsal kitapların allah, tanrı ya da tek olarak tanımladığı yaratıcıdır akış. Doğal ve toplumsal gidişatı, zihnimiz çeşitli şekillerde kategorize edip öyle kodlasa da aslında tek bir akıştır. 


Onu anlamaya, tanımlamaya, ölçmeye çalışmamız gerçekten öyle olduğu anlamına gelmiyor. Akışı çeşitli yönleriyle gözleyen bu zihin tarihsel olarak elbette akışın içinden çıktığı için varlık sahasında yerini akıştan sonra alır. Kutsallık örtüsünü kaldırarak bakarsak onu ortaya çıkaran, yaratan bir allah/akış vardır. Akış tarafından yaratıldı elbette, ancak zihin için akış gözlendiği anda realite kazanır. Herhangi bir bilinç için akış onu gözleyebildiğinde vardır. Ortada gözleyen, bilen bir bilinç yoksa o bilinç için akış da yok demektir. 

Sınıflı Toplum Biçiminin Varlık Krizi,
Bugün, doğal ve toplumsal çevrimleri bir bütün olarak görebiliyoruz. Öte yandan bilinç düzeyi içinden çıktığı onu var eden akışın kaderini neredeyse elinde tutuyor. Ürettiği tüm toplumsal sistemler, düşünce biçimleri, ideolojiler tıkanmış durumda. Üzerinde yaşadığı yeryüzünü ve yakın uzayını dahi çöplüğe çevirmiş durumda. İnsanı ve insanlığı var eden ne varsa onların üzerinde tepinip duruyor. 

Tüm doğal ve toplumsal varlığımız tıkanan sistemin günü kurtarmak için kullandığı metalara dönüştürülmeye çalışılıyor. Bunların metalaşması normal ama metalaşmaya karşı kürek çekmek anormal olarak değerlendiriliyor. Elbette sınıflı toplum kültürü bu demek, bunda bir beis yok. Ancak kendi ölçüleriyle bile durumu analiz ettiğinde batmakta olduğunu anlayabilir. Bana kalırsa sınıflı toplum sahipleri bunun son derece farkındalalar ve sistemin ömrünü uzatmak için tüm çareleri piyasaya sürüyorlar. 

Bu yüzden, dünya ve ülke ölçeğindeki tüm sistem davranışlarını bir de böyle okuyalım derim. Sınflı toplum yapısı, daha önceki krizlerinden farklı olarak artık bir varlık krizi ile karşı karşıya bulunuyor. Doğa ve insan yakıtı ile ilerleyen bu makina yakıtının bitmek üzere olduğunun da farkında. Diğer tüm siyasal, ekonomik vs krizlerini ise bu en gerçek, en uzun ve en çözülemez krizini çözmeye hizmet edecek tarzda ele alıyor. 1991'deki Irak İşgalinden beri tüm ikincil krizleri bu temel krizin çözüm araçlarına dönüştürmeye çalışıyor. Oralardaki eski püskü hurda rejimlerin hepsini sistemin kendisi kurduğu halde yıkıp yerine yeni piyasalar ve onları koruyacak daha demokratik yönetimler kurmaya girişirken işte bu en temel krizine çözüm arıyor. 

Sınıflı toplum kurmayları, Nasrettin Hoca gibi üzerine bindiği dalı kestiğini anladığında pek gülemediler. Üzerine bindikleri doğa ve insan dalını hem kesmeye devam etmek zorundaydılar hem de düşmemeye çalışmalıydılar. Sistemin ömrünü uzatmanın yollarını bulmak gerekirdi. Bu durumda orta sınıfları yok ederek daha kristalize bir sınıf haline gelmek gerekirdi. Diğer yandan sosyal yükümlülüklerinden arınmış piyasaları koruyan bir güvenlik aracı olarak devlet varlığına devam edebilirdi. Son otuz yıldır yeryüzünde yaşananları postmodernizmle, neoliberalizmle izah edememenin nedeni budur. 

Muhalefet Mantığının ve İdeolojilerinin Çöküşü,
Doğal ve toplumsal çevrimlerin birliği ve bütünlüğü fikrinden önce belirli tarihsel süreçleri izah eden o süreçlere özgü kavramlar kullanıyorduk. Ancak bu kavramlar o süreçlerle beraber çöktü, ki buna sosyalizm de dahil. Doğal ve toplumsal çevrimlerin birliği ile ulaştığımız noktada her çevrimin kendine özgü kavramlarına ihtiyaç duymayız. Ancak unutmamak gerekir ki o kavramların açıklayıcılığı olmadan da birlik, bütünlük fikrine ulaşmak imkansızdı. 

İbrahim'in Allah'ın tekliğini keşfi ile başlar bu zihinsel evrim ve her düşünen beyinde kendi yorumunu bulur. Günümüzde ise her bir kişinin tüm insanlık birikimini yorumlamak zorunda olduğu bir çağdayız. İşte bu yüzden yeni nesillerde ergenlik çağı uzamıştır,eğitim süresi uzamıştır. Çünkü biriken bilgi çok fazla ve bunların dışarıdan başka bir beyne aktarılması imkansız. O yüzden sadece kendi kavrayışımızla, kendi hayatımızla örnek olabiliriz. Günümüz insanına yapılabilecek en büyük yardım bu olsa gerek. Örneğin Lenin'in dışarıdan bilinç artarma fikri artık geçerli değil. Ya da öğretmenler ve liderler çağının bittiğini ortaya koyarken yine aynı gerçeklere dayanıyorz. 

Daha ötesi, çevrimlerin özelliklerini, ne olup bittiğini bilmek ayrı bir şey, bunlara uyum yapmak ise apayrı bir şeydir. Günümüzde daha çok birinciler konuşur, ikinciler ise olur, olmaya çalışır. O yüzdendir ki keza devrim fikri yine olsa bile eskisi gibi işlemez, devrimin yeri ve zamanı değişmiştir. Devrim artık olmakla ilgilidir. ''En küçük yerellik olan bireyden'' tüm evrensel kategorilere kadar doğanın ve insanın gidişat yasalarına uyum yapmaktır. 

Bugün önümüzde açılan yeni çevrim ise bize daha fazla insanlaşmayı işaret ediyor. İnsanlaşma çevriminde tür, cins, ırk, sınıf gibi kavramların anlamı kendisi ile sınırlı olup ötesine geçemez. Bir sınıfın, bir cinsin, bir ırkın ya da bir türün ( ki bunlarda eski çevrimlerin bugünü domine etmeye çalışan miraslarıdırlar) diğerleri karşısında hiç bir anlamı yoktur. İşte insanlığın yaklaşan büyük sınavı budur, eski çevrimin tüm miraslarından arınmış (ama aynı zamanda onların farkında olan ve tanıyan) bilinç düzeyine çıkabilmek. Elbette çıkmak derken bilincin bizzat kendisi olabilmektan bahsediyorum. Bilincin yaşayan hali olmak. Bilincin kendisi olabilmek, işte günümüz insanının ''olmak'' konusunda tıkandığı yer de tam olarak burasıdır. Akışın bilinciyle bütünleşmiş tüm ustalar akışı okuyabildiği kadarıyla ve hemen uyum sağlayabildikleri için onlara usta diyoruz. Bu düzeyi tüm çevrimlerde en önce genç kuşaklar hissediyor. Ancak yolu ve yöntemi konusunda (bizim Gezi'de olduğu gibi ) eski alışkanlıklara teslim oluyor. Fakat kaçınılmaz olarak gelişme böyle olacak. Eski yöntemlerin sınflı topluma hizmet ettiğini önceki kuşaklar gibi Gezi'de ortaya çıkan ''dönüşüm kuşağı'' da kısa zamanda öğrenecek elbette. 

Teorinin Önemi,
Bu sürecin hızla ve verimli olarak atlatılması hayati öneme sahip. Bu noktada aktüel olandan sıyrılıp teoriyle ilgilenmek önem kazanıyor. Son elli yılda biriken bilgi, insanlığın tüm bilgi birikiminin yarısı. Yani tüm bilim alanlarında ve eski çevrimlerden miras kalan bilgilerde gece gündüz harcamak gerek. Hadi bunu yapamadık, gecesini gündüzünü sentez bilgi için seferber edenlere biraz kulak kabartarak kendi benzersiz yorumumuza ulaşabiliriz. Elbette böylesi bir yoruma ulaşmak ilk adım, ötesi az önce de dediğim gibi ''uyum yapmak''. Sayısız yararının yanında teori, bireysel ve toplumsal doğumları kolaylaştırıcı etkiye sahiptir. Doğal ve toplumsal çevrimler üzerine çalışmak, sorunlara daha köklü yaklaşımları beraberinde getireceği için bireyesel ve toplumsal özgüven için de ilaç gibidir. Teori elbette başlangıç okumalı, anlatmalı, yazmalı, tartışmalı ancak daha ötesi doğru bildiğine hemen uyum geliştirmeli. İçine girdiğimiz ''İnsanlaşma Çevriminde'' akışın bütünselliğini hakkıyla kavrayamayan beyinler ne tür bir metaya sahip olurlarsa olsunlar gerçeğe sahip olamazlar. Gerçekle irtibatsızlık ise kendinden menkul lakırdı olur, basmakalıp bir hayat olur. Bireyin kendi benzersizliğine ulaşamaması ile son bulur öylesi bir hayat. Orijinal doğup kopya olarak ölmenin diğer adıdır bu. Karikatürize ederek söylemek gerekirse, iki kitap okuyup bilinçlenmek devri geçen yüzyılda kapanmıştı. Köprünün altından bu anlamda da çok sular aktı. Bu esnada doğa ve insan aşığı beyinler teorik gelişmeler ve keşiflerle öylesine haşır neşir ki sınıflı toplumun sağlı sollu hiçbir ideolojisi artık eline su bile dökemez. Kapımız açık, buyrun...

Nöronlar ve Uyum yapmak,
Uyum yapmak, doğa temellerimize kadar uzanır. Eski çevrimin öldürücü yok edici etkisinden yeni çevrime uyumlanarak kurtulmak ve yaşamak genetik temellerimizdendir. İnsan beyni özellikle yeni bilgiye aşıktır, yeni bilgi kadar onu canlandıran başka bir etki yoktur. Bu noktada ''peki aşk'' itirazını duyar gibiyim, evet aşk yeni diyebileceğimiz bilginin zirvelerinden. Üstelik tüm bilginin asıl hedefi. Beynin bu özelliği üzerine fazlaca kafa yoran bilimci arkadaşlarmız bir türlü gerçeği göremezler. Çünkü sadece kendi uzmanlık alanlarından, laboratuvarlarından bakarlar insan beynine. Oysa o beynin bir tarihi var ve toplum bilimlerine zahmet edip girmeyince laboratuvardaki bilginin içinde sıkışıp kalınır öylece. Örneğin vahşet çağındaki gelişmelerle ilgilenmeyen, komün nedir bilmeyen, cinsel yasakların sonuçlarından habersizdir bu arkadaşlarımızın çoğu. Sorduğunuzda ise sınıflı toplum tadrisatından geçmiş, birçok diploma ve kağıtları vardır. Uzmanlık alanı (birikim bilgisi) ile beyin konusunda bir arpa boyu yol alamayınca sentez bilgiye yaklaşan bilimcilerin olduğunu da görüyoruz. Bu sevindirici bir gelişmedir, ancak yetmez. Beyinle ilgili gelebildikleri son noktada genellikle aynı cümleleri vardır ''nöronların yapısı böyledir''. Evet nöronların yeniye açık bir yapısı vardır fakat neden bu yapıya sahiptir asıl ona bakmak gerekmez mi? Nöronların bu yapısı beynin temel kuruluşu ile ilgilidir. Tüm beyin ve hormonal sistem eski çevrimin öldürücü gidişatından çıkmak ve yeni çevrime doğmaya göre motive olmuştur. Ona bu yapısını kazandıran işte bu motivasyondur. Ölüm ve yaşam ayrımı her önüne çıktığında bu motivasyon harekete geçer ve beyin yeniden organize olur. Nöronlar ve tüm hormonal sistem de buna uygun olarak genetik yapıya kavuşmuştur ve öyle çalışırlar. İşte bu genetik temellerimiz, toplum olduktan sonra da kişinin beyninde bilinçaltı olarak hayatına devam eder. Toplumsal tüm gelişmeler için de itici güç olur, tüm yaratıcılıkların, yeteneklerin de kaynağı aynı zamanda. Doğadan temel alan ve genetikleşen uyum yapmak davranışı kendisini tüm çevrimlerde şu ya da bu şekilde gösterir. Bugün de bu temel işlediği için sınıflı toplumu moral olarak aşabiliyoruz. 

Özet olarak doğadan çıktığımızda ondan farksız iken giderek ondan uzaklaşıp, içinden çıktığımızı unuttuk. İşte çağımız bunu anımsama çağı. Büyük bir hatırlama seferberliğine ihtiyaç var, hem her bir zihinde hem de toplumda. Doğa köklerimizi hatırlayıp ona uygun yaşamak kişideki bilinç-bilinçaltı uyumunu da getirir. 

Kutsallık Algısının Yerleşmesi,
Kur'an'da da ''evreni ve insanı Allah yarattı'' der. Ancak nasıl yarattığına dair fazla detay vermez. Birkaç yerde ''sudan, balçıktan, topraktan ve bir damla kandan yarattık'' der. Esasen yanlış olduğuna dair hiçbir kanıt gösterilemez. Bu bilgi için de tüm Kur'an için de. Ancak söylediğim gibi onun simgesel anlamlarını yerli yerine koymadan da Kur'an'ın doğru yorumlanması imkansız. Kur'an simgesel dille konuşur.

Kutsallaşma doğadan ayrılışla beraber kazanılıyor. Animizm insanın dünyayı ilk kavrama, yorumlama şekli. Tüm varlıkların ve doğanın canlı olduğununu varsayıyor. Canlı oldukları için hareket halindedir tüm alem. Çünkü insanın kendisi de öyledir. Bu anlayış aslında kendisinin ondan çıkıp geldiğini çırılçıplak atlatır. Değişik, mistik ya da kutsal bir yön yoktur ilk başta, olduğu gibi somut olarak anlar. Ne zaman ki doğadan ayrılıp hayvandan ayrı bir insan sosyalliği kazanır işte o zaman bu somut algılama biçimi giderek soyuta doğru evrilir. Animizmdeki o somutluk ayrı bir soyut ruh algısının yerleşmesiyle birlikte totemlerce temsil edilir. İlkel komün insanı tüm sosyal kuralların simgesi olarak totemi kabilenin orta yerine diker. Tüm bu kuralların temsilcisi olarak da totemdeki ruhu gösterir. İşte bu kendisinden ayrı bir ruhun varlığına dair kanıtı da yine totemde bulmaya başlar. Totemin toplumsal kuralları temsil yetisi işte bu ruhun kaynağıdır. Kendi kabul ettiği totemin bu konumunun nesiller içinde yerleşmesiyle beraber totemin ayrı bir ruhu olduğuna dair inanç kökleşir. Daha sonra doğaya belirgin bir üstünlük sağlayıp üretimi keşfettikçe bu ruh göklere doğru yükselir. 

Atomaltı Düzeydeki Canlılık,
İçinde bulunduğu anı daha derinden kavrayabilmek için en eski geçmişine ulaşmak ister insan. Dahası, bunu yapamayınca an'daki sükünetini kaybeder, yolunu bulamaz, eylemini eyleyemez. 

Beynin macerasını canlılığın tarihi ile sınırlama eğilimi pozitif bilimlerin bir yanlışıydı. Ancak atomaltı düzeyde veriler çoğaldıkça beynin tarihini atomaltı hayatına kadar hatta temel enerjinin birlik haline kadar götürmek mümkün. 

Atomaltı parçacıklar tanımı ile oluşan resim gerçeği yansıtmaz. Atomun içindeki daha mikro hayatı anladıkça bunun pek de parçacık sözüyle tanımlanmaya uygun olmadığını anlıyoruz. Adeta yaşayan şeylerdir bunlar, parçacık sözü karşılamıyor. Çevrelerinde olup bitenleri bilgi olarak alan, bu bilgiyle en ekonomik konumlar ve sistemler kuran daha ötesi gözlendiğini algılayan şeyler var. ''Şeyler'' sözünü bilerek kullanıyorum. Öğe, unsar, yapı, özne vs demek istemediğim için ''şey'' kelimesini özellikle kullanıyorum. Neredeyse bir canlı gibi hareket ediyorlar. Demek ki canlılığın en temel ortam ihtiyacı atomaltında zaten bulunuyor. Bu durumda atomu ve atomaltı düzeyi cansız kabul edebilir miyiz? Daha doğrusu kesin olarak cansızdır diyebilir miyiz? Diyemeyiz, çünkü canlılığa benzer bir hali de barındırıyor içinde. Hem canlıdır hem cansızdır ve ikisi de aynı anda varlar. O halde canlılıkla cansız olarak bildiğimiz atomların dünyası o kadar da birbirlerinden kopuk dünyalar değiller. Sonuç olarak, atomaltı düzeyin bazı niteliklerinin özel olarak organize olmuş haline canlılık diyoruz. Atomaltındaki bu canlılık benzeri nitelik bir tür bilinçliliktir. Her bir ''şey'' bilgi taşıyor ve tüm diğer ''şey''lerden haberdar oluyor. Canlılıkla beraber atomaltı düzeydeki bu bilginin kendisi de özel olarak organize olur. Hatta ortak bir atadan kalkıp doğal çevrimin bildiğimiz yollarından geçerek kendisine özel bir organ icat eder, yani beyni. Atom altındaki bilinç benzerinin, insan beynine kadar ulaşan yolculuğu bu açıdan bakınca tüm hayretleri hak eder.

Kişi Açlıklarını Kışkırtma Sanayisi ve Süründürülen Zihin,
Eski çevrimlerin baskıya uğramış özellikleri kişisel açlıkların temelini oluşturur. Birey, eskinin sansürlenmiş, baskıya uğramış katmanlarından yukarı çıkabilenlerini kendi isteği olarak algılar çoğu kez. Bu işleyiş tam bilinemez ama sınıflı toplum tarafından kullanılır. Herşeyi olduğu gibi kişinin açlıklarını da paraya çevirmek üzere bu açlıklar kışkırtılır. Kişi açlıklarını kışkırtma sanayisi diyebileceğimiz reklamlar, kişisel gelişim sektörü, rıza üretme mekanizmaları, yaşam biçimi pazarlamaları yoluyla genel olarak aynı kalıpta bir öneri piyasalara sürülür; ''isteyin olsun'' şeklinde. Kelimeyi bir yönünü öne çıkarıp o haliyle önerirler. Zaten öteki yönü anlatanlar da ötekileştirilir aynı sanayi tarafından. Öne çıkarılan yönü ''ben''in arzuları anlamındaki isteklerdir. Oysa ''ben'' diyebilen zihnin ulaşmaya çalıştığı şeyle gerçekten ihtiyaç duyduğu şey aynı olmayabiliyor çoğu kez. Yani her zaman isteyince olmayabiliyor. O halde hemen şu fikre ulaşıyorum; demek ki başka etkenler var. Başka etkenler varsa, bunlar neler ? Anlamı ne ve isteğimin olmayışına nasıl katkıda bulunuyorlar ? Bunların zihnimle ne tür bir bağlantısı var ? Acaba zihnimin kendi kendini var edemeyeceğini kabul edersek, akışla aralarında bu tür bir yaratım ilişkisi olabilir mi ? Eğer varsa böyle bir ilişki, kim kimi var etmiştir? Acaba son zamanlarda düşünen herkesin farkında olmadan anlattığı türden bir ilişki mi bu? Şöyle ki ''Evet akış kendi hareketine devam ediyor ve senin zihninden bağımsız bir şekilde ilerliyor....Örneğin senin zihnin bile bu ilerleyiş esnasında oluştu... İşte bu ilerleyişi gözleyen bir de zihnin var... Aynı zamanda senin zihnin akışı gözler ve gözlediği için onu var eder... Ancak senin zihnin de o akışın içinden çıkıp geldiği için her halükarda senin zihninden önce akış vardı ve sana kaynaklık etti... O halde şöyle bir senteze ulaşırız: yaratan elbette bu büyük akış... ama aynı zamanda zihinsel gözlemim olmadan da var olamaz... daha doğrusu benim için var olamaz. onu algılamaya yarayan bir zihnim yoksa akışın bir manası olmaz benim için.''

Zihinle akış arasındaki bu ilişkiyi bilerek hayatıma devam etmem halinde hem akış hem de zihnim uyum içinde, huzurlu bir şekilde aynı hareketin içinde yollarına devam ederler. Üstelik aynı birleşik alanın içinde bir yolculuk, ki asıl konumuz da zaten budur. Yani yolculuk. Önemli olan yolculuğun kendisidir, bu esnada neler olduğu ile ilgilenmek elbette o an için önemli ve öncelikli olsa da yine de bunun yolculuğun bir parçası olduğunu bilerek yaşamak o ana da değer katar. Zihin de akışın içinde diğer yoğunluk alanları gibi var olur. Onu özel kılan akışla aktif ilişkisidir, bilen ve etkileyendir aynı zamanda. Diğer yoğunluk alanları bilinç gibi özel bir etki göstermez. Oluştuğu andan itibaren akışta o da bir etken olarak yer alacağı için artık ''akış'' derken zihin gibi yoğunluk alanlarının da bulunduğu bir sınırlılıktan bahsetmiş oluruz. O halde zihin devam eden büyük akışın parçası olarak birbirini karşılıklı etkileyen bir ilişki yerine ondan sürekli birşeyler isteyen pozisyonunda hayatına devam edebilir mi? Akışla bağlarını hiçe sayıp kendini ondan ayrı ve de üstün bir varlık olarak görüp sürekli ondan birşeyler isteme ve koparma çabası içindeki bir zihinsel düzey sınıflı toplumun düşük ve düşürülmüş zihnidir. 

İşte tüm zamanların ve günümüzün insan zihninin yaşadığı sorunların en altında yatan asıl neden. Şunu demeye çalışıyorum ki, insan zihninin akışla bağını koparıp kendisini efendi ilan edişinden beri zihin rahatsızdır. Rahatsız bir zihinle hayatın ortasında kalmış bir insanoğlu tablosu var önümüzde. Çok karamsar gibi gelebilir ama tam tersine. Bugün bu problemi anlıyor ve üzerine gitmeye çalışıyorsak eğer çözüm de buralarda bir yerlerde olmalı. Çünkü her problem akışa dahil olduğunda beraberinde çözümünü de getirir. Bütün mesele çözümü görüp görmemekte gizli. Yani artık zihnin akışla uyumlu bir hayata ihtiyacı olduğunu da hemen söyleyebiliyoruz bunun ardından. Çünkü zihin akışı daha rahat görebiliyor bugün. O halde zihnin yoğunlaşmış bir alan olarak daha büyük bir akışın içinde olduğunu ve bozulan zihin-akış uyumunu yeniden kurmalı. İşte bu yüzden günümüzün paradigmalarının hepsi çökmüştür. Birey ve toplum hastalıklarının çözümü için getirilen tüm önermeler eski çevrimlerin bit pazarı gibi. Modern kafalar zihine yani insana öncelik verirken daha antik kafalar akışa yani gidişata ya da Allah'a öncelik verirler. Oysa huzursuzluğun asıl kaynağı bu ayrımın kendisidir. Asıl çözülmesi gereken mesele bu. Zihin ve akış aynı birliğin içinde yuvarlanırken zihin akışa inat içinden çıktığı şeyin efendisi olmaya çalıştıkça her şeyi krize sokuyor. Yani kurduğu doğa-insan ilişkisi artık sürdürülemez hale geldi. Ancak o hala görmemeyi tercih ediyor. Ne kadar erken görürse o kadar iyi tabi. 

Aktif Uyum,
Zihin ve akış arasındaki ilişkinin inceliklerine girdikçe yeni şeyler ortaya çıkıyor. Daha ötesi bu şekilde bakınca durum daha da berrak hale geliyor. Örneğin zihin akıştaki herhangi bir şeye sahip olma isteğini ilettiğinde -sözle ya da davranışla ya da sadece düşünerek, biçimi kişiye göre değişir elbette- zihni böyle bir isteğe doğru motive eden şey akışla uyum yapma arayışıdır. Zihin akışla uyum yapmak için ondan herhangi bir şey ''ister''. Ona sahip olup huzura kavuşacaktır. Çünkü o isteğin gerçekleşmesiyle beraber uyum sağlayacaktır. Ve uyum sağlamış olmanın doğal sonucunu yani huzurlu olma halini yaşayacaktır. Aslında denge arayışı olması açısından önemlidir, ancak o kadar. Bireyin herhangi bir şeye sahip olma isteği onun akışla uyumlanmak istediğinin göstergesidir. 

Evet bir istekte bulunarak akışa uyum yapmak ve dolayısıyla huzura kavuşmak istediğini anlarız ancak tamamen yanlış bir şekilde yapar bunu. Amaç güzel olsa da yol yanlıştır, öncelikle bu pasif bir tutumdur. Akış kendisini derinden kavramayan, kendi frekansına inmeyen ya da çıkmayanla mutatap olmuyor. Evrenin nereden gelip nereye gittiğini, doğa, insan ve varoluş gibi akışın temelleri üzerine ''an''daki durumu okyamayanlarla ilgilenmez. Akıştaki kanunları görmeden ve hatta onlarla aktif bir uyum geliştirmeyenlere akış hep kötüsünden sürprizleri gösterir. Sürpriz bazen eşinizin sizi aldattığını öğrenmektir, bazen de Sovyetlerin yıkılışıdır, farketmez. Yani en küçük yerel olan kişiden evrensele doğru akışı okuyup ona uyumlanılamazsa hep kötü sürpriz yapar tarih. O yüzden akış, kendisini (yani doğal ve toplumsal çevrimlerin bütünlüğünü) görmeyen ve kendisine aktif olarak katılmayanlar için hep daha zordur. Görmeleri zordur, inançları yoktur, kararlar alamazlar, aldıkları kararları çiğnerler.

Oysa, doğal ve toplumsal çevrimler, sesini duyarak onu anlayan ve kendisine aktif olarak katılan zihinlerle daha mutlu ve huzurludur. Onlarla ilgilenir. Örneğin, akışın ''artık dinlerin en sonuncusunu ve en gelişmişini ortaya koyabilir ve ona göre yaşayabilirsin'' sözünü en iyi duyabilen ve yapabileni bulması gibi. Ancak bundan sonra insanoğlu, kutsallaşma çevrimine İslam gibi gelişkin bir dinle son noktayı koyabilmiştir. Hz.Muhammet'de keza akışın bu sesini duyabildiği için Arap göçebelerini yani yeryüzünün son kalabalık barbar topluluklarını, kabilelerini medeniyete geçirebilmiştir. Yeryüzünde medeniyete geçecek başka barbak topluluk kalmadığı için de kendisinin son peygember olduğunu söyleyebilmiştir. Yani akışı iyi okuyabildiği için bu kadar isabetli öngörülerde bulunmuş ve öylede hatasız yaşamıştır. Nasıl ki o günün koşullarındaki söz ve eylemleri günümüze uygulanamayacağı aşikar ise, o'nu günümüzün ideolojileriyle eleştirmek de doğru sonuçlar vermez. Ateizm gibi basit bir yere götürür ancak. Bu açıdan ateizm tez-antitez düzeyinde kalmış senteze ulaşamamıştır. Akışın yeterince doğru okunamadığının göstergesidir. 

Oysa Hz.Muhammet tam tersine akışı tüm sosyal, siyasal, ekonomik, moral açıdan neredeyse anı anına okur. Zaten ilk keşif budur, yani ilk vahiy. Her ne kadar Halife Osman tarafından son şekli verilen Kur'an'da içeride olsa da tarihsel olarak ilk inen vahiy ''oku'' dur, ''oku, Allah'ın adıyla oku...'' Bunun tutucu İslami yorumu kutsallık çerçevesindedir ve tamamen yanlıştır, öte yandan modernist yaklaşım ise ateizm ve civarındaki gözlüklerle yorumlar. Her ikiside belirli çevrimlerin hakim düşünceleri (antik çevrim ve modern çevrim) düşünceleri olduğu için kendi çağları için doğrudurlar. Ancak bugün biz her ikisinden öteye tüm akış hakkında daha tutarlı bir görüş geliştirebilecek durumdayız. Yani akışa daha bütünlüklü bakabilmek gibi bir avantajımız var. Böyle baktığımızda aslında akışın aynı mesajı hala geçerli. Yani nasıl ki Muhammet'e ''oku'' diyordu ise günümüz insanı da akışı eski çevrimlerin hiçbir kalıbına bağlı kalmadan okayabilmeli. Üstelik artık herkes kendisinin peygamberi olarak. 

İstekler,Niyetler,
Doğal ve toplumsal akışla uyumlanma yolunun en büyük düşmanlarından biri de ''isteklerimizdir''. İstek olarak ortaya çıkan olgu eski çevrimlerde sansüre uğrayanların yeniden zihne üşüşmesidir. Ve genellikle sosyal, siyasal, ekonomik süreçlerle toplum tarafından bu isteklere azmettirilir birey. Sınıflı toplumun devamı için örneğin kendi talebini yaratmak için kişideki bu açlıkları türlü yollarla kışkırtır. Açlıklarını kaşır. Ancak iki adım sonra sınıflı toplum tarafından azmettirilmiş isteklerine sahip olsa bile mutlu, huzurlu olmadığını görür. Medya, kişisel gelişim sanayi, reklamlar ve daha birçok yolla istek olarak kişiye empoze edilir. Oysa akış kendisiyle ve bireyin (bilincin) birliği yolunda her an devinim halindedir. Tabi görebilen için böyledir, göremeyen ise istek listeleri gönderip durur evrene. Sorun şu ki şu parçacık (yani ben diyebilen zihin) ve bu dalga (çevrimlerle ilerleyen büyük akış) aynı anda varlar. Hem o hem o etkindir. Bu etkinliğin kişiyi önceleyen sonuçlarıyla ilgilenip bütünsellik tarafını atllamaktır zaten istek denen şeyi sakatlayan. Akışla uyum arayışı ve yolu ise akışın bu devinimine uygun bir ilişki geliştirir. İşte buna istekten farklı olarak ''niyet'' adını vermek daha doğrudur. Ve akış esasen sürekli o haldedir yani niyet halinde. Herşey ve herkes için hayırlı/doğru/uygun neyse onun olması benim de isteğim olursa, işte bu niyet olur. Akışın benim de hayrıma olacak tek biçimde cereyan etmesini istemektir niyet. Öyle de olur, herşey olması gereken tek biçimde akar. 

Diyelim dünyayı dolaşmak gibi bir istek var. Bu isteğin gerçekleşmesi halinde kişi mutlu olacağını düşündü ve bekledi. Başka biride aynı şeyi istedi diyelim ve hemen o duyguya girdi. Üzerine düşünerek, planlar yaparak, gideceği yerleri araştırarak dünyayı dolaşmaya başlamış olur aslında. Hemen o moda girerek duygu durumunu değiştirdi ve tüm akışa bu duygunun dalgaboyu gitti bile. İşte o andan itibaren akışın dinamikleri bir dizi olayla beraber o kişiye yardım etmeye başlamıştır. Çünkü daha en başından yollarda görmüştür kendisini, ona hazırlamıştır kendisini de akışı da. O kadar samimidir bu isteğinde onu hemen yaşamaya başlamıştır. 

O halde zihnin istek olarak düşündükleri ile ona dışarıdan yüklenmiş ve ihtiyacı olmayan şeylerin ayırdında olması için ne yapılabilir? İşte tam da az önce anlattığım gibi eğer isteğiniz olarak hissettiğiniz şeyin duygusuna girip hemen yaşayamıyorsanız onun sizin isteğiniz olduğundan şüphelenin. Muhtemelen çevrenin ya da toplumun size istek olarak kodladığı toplumun azmettirdiği isteklerdir bunlar. O yüzden istersiniz ama o isteğiniz olmuşcasına mutlu olamazsınız. İşte akışla uyumlu bir istek olup olmadığını belirleyen ölçü onu hemen yaşamaya başlayıp başlamadığınız oluyor.

Yolculuk,
Zihnin en büyük problemlerinden biri de kendisini yaratan akışı anlayabileceğini sanmasıdır. Bunun her düzey ve her an için oluyor olması zihne cesaret verir. Oysa akışı sonuna kadar çözmenin yolu yoktur, çünkü hereket ve dolayısıyla bilgi sonusuzdur. O halde hiçbir zihin akışı sonuna kadar çözemez. Kendini bilen bir zihin akış karşısında bir sınırlılığı olduğunu da bilir, sınırları vardır. Ama çözmek için uğraşır ve bunu yaparken yol almış olur zaten. Ancak sonal bir hedef olamaz. Dedimya meselenin özü yolculuktur, ötesi detay aslında. 

Her çevrim kendisine ait bir düşünce üretir ve bir sonraki yine bir düşünce üretir. Ancak artık mesele şu ki bunun sonuna gelmiş bulunuyoruz. Kendisini ve düşüncelerini en üste koyan beyin artık ayakbağından başka birşey olamaz. Gerçeği kavramanın, aklın aydınlanmasıyla mümkün olabileceğine dair son beş yüz yıldır batıda devam eden yeni bir tür dindir. İşte çöken bu dindir. Aslına bakarsanız antik çevrimin nasıl ki tek tanrılı sistemlerinin dinleri varsa aydınlanma düşüncesi de modern sınıflı toplum çevriminin dinidir. İşte sınıflı toplumun bu yorgun akşamında devletiyle, sınıflarıyla, ideolojileriyle, parasıyla tüm kağıtlarıyla beraber çürüyen ve çöken de yine bu aydınlanma dinidir. 

Doğa ve insanın yolculuğunda geldiği noktayı karamsarlıkla yorumlayanlar da daha çok bu dinin sağlı, sollu mensupları oluyor. Hayır, insan bilen, bildiğini bilen, bildiğini yapan ve yanlışını da düzeltebilen bir varlıktır. O yüzden sizin dininiz size benim dinim bana... 


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile