Kutsallık
çevriminde kendiliğindencilik her daim ön planda olmuştur. Çünkü daha en
başından her şey kendiliğinden geliştiği için, kendiliğindencilik sonraki
gelişmelerin tümünde bir fon gibi durur. Kendiliğindencilik kutsallığın hem
bireyde hem de toplumdaki etkilerinin tahmin ettiğimizden de derinlere işlemesinin
nedenidir.
İnsan hayvanların dünyasından
uzunca bir yolculukla ayrılarak toplum haline gelir. Bu gelişte edindiği ilk
kutsallık algısının dağ, taş, bitki, hayvan totemlerle olması onun nereden
geldiğini gösterir. Dolayısıyla çok rahat söyleyebiliriz ki insanın ilk atası, geldiği
yer elbette doğadır ve elbette ki ilk kutsallığını da doğaya bağlayacaktır.
Çünkü oradan gelmiştir, işte bu kendiliğinden oluşan kutsallık bilinci de
açıkça bunu anlatır. Totemler tam olarak bunu ispatlar. Doğanın mirasıyla
komünün yaşam ihtiyaçlarının karşıtlığından ortaya çıkan bilinç-bilinçaltı
yapısı ruhun belirdiği işleyiş olur. Kutsallık ve civarındaki her şey buraya yerleşir.
Üremenin
insanlaşması kararlı hale geldikçe ana tanrı, baba tanrı, yer gök tanrılar,
panteonlar ve nihayet evrensel tek tanrıya doğru ilerler. Saydığımız tüm
aşamalar bir sonrakine doğru evrilir, kendisini yeniden karmaşık olarak
organize eder ki bu yeni bir çevrimdir. Kutsallık çevriminin zirvesine
ulaşıldığında ise umulmayan bir gelişme yaşanır. Gerçi söz konusu insan ve
kutsallık olunca hiçbir gelişme sürpriz sayılmamalı. İşte bu kutsallığın zirvesindeyken
yani evrenin yaratan tek tanrı kutsallığına ulaştığında bu defa tüm kutsallık
çevrimini bilince çıkarmanın ilk ve acemi hali de ortaya çıkar, yani bilim ve
bilimsel gelişmeler. İlginç olan şudur ki
bilim, kutsallık çevriminde insanın
edindiği temel yöntemi kullanarak kutsallığı yok sayar. Bu yöntem sansür
mekanizmasıdır. Sansür mekanizması nasıl ki bir önceki kutsallık yapısını
kendisi için malzeme yapar. Örneğin totemleri tanrı haline getirir. Her bir
tanrıyı veya doğa kanununu bir arayı getirir ve onlardan bir panteon oluşturur,
nihayet hepsinin birleştirip tek tanrı yaparsa. İşte bunları yaparken de bir
öncekini hem yok sayar hem de kendisinde yeniden derler. İşte bu sansür ve
kapsama mekanizması tüm kutsallık boyunca devam eder ve devam edip insan
beynine yerleşin bu mekanizma aynı şekilde bilimle kutsallık arasında da
vardır. Bilim de aynı şekilde kutsallığı yok sayar fakat kullanır. Yani yine
aynı temele uyarak kutsallığı yok sayar. Bilim, kutsallığı yok sayar, sansürler
ve nihayet onu kapsar, yani çevrimin temel bir yasası işlemiş olur.
Yöntemin
özeti, kutsallık çevrimi boyunca insanın edindiği bir önceki kutsallığı
baskılama, yok sayma yöntemidir. Baba tanrı, ana tanrıyı yok eder örneğin, ya
da tek tanrı, çok tanrıcılığı baskılar vs. işte bilim de aynı yöntemi kullanıp
kutsallığın kendisini yok sayıp baskılar. Günümüzden bakınca bunun böyle gelişmesini normal buluyoruz, ya da
normal bulmalıyız. Çünkü artık biliyoruz ki her çevrim kendisinden öncesini
baskılar ve kapsar. Bu en temel çevrim yasalarından biri ve hiçbir canlının ya
da düşüncenin ya da tanrının çıkamayacağı gibi bilim de bu yasanın dışına
çıkamazdı. Yani öyle kolaycacık soyut bir tanrı olmadığını ve bu tür bir
inancın temelsiz olduğunu söylemek insanın iliklerine kadar işlemiş kutsallığı
yok edemiyor. Örneğin ölümden sonra dirilmenin olmayacağını bilimsel dille
anlatmak başka, bunu ilk kez Neanderthal insanının neden geliştirdiğini hatta ölü gömmeyi bildiğini ve
bunların hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını ve yaşam biçimi içindeki işlevlerini
izah etmek başka bir şeydir. Öbür dünyanın bilimsel olarak mümkün olmadığını
ispatlamakla bu inancın baskılanması ve yok sayılması arasında fark vardır.
Burada bilimin yöntemi eski çevrimleri ve kutsallığını baskılamak, yok saymak
olmuştur diyebiliriz. Çünkü onu yaratan sınıflı toplum aklı, komün ve ona ait
tüm inanışları baskıladıkça kendisi için malzeme haline getirebilirdi.
Böylece
eskiye ait, saçma, temelsiz inançlar yığını olarak algılanması mümkün olabilir
ve bunlara inananları köleleştirmek için yeterli moral değeri yaratabilirdi.
Öyle ya olmayan şeylere inanan insanların kendisi de olmayabilirdi pekala.
Dolayısıyla modern sınıflı toplum aklı, komün ve onun kutsallığını vahşi,
barbar olarak görüp yok etmek konusunda ahlaken hiçbir sakınca görmezdi.
Devamında onun yaşam alanını yok etmek, ormanını, suyunu, insanını piyasaya
sürmek kolaylaşırdı. Oysa durum trajiktir, çünkü komünü ve onun kutsallığını
yok sayıp piyasaya düşürmek, öğütmek sınıflı toplumun da sonunu getiriyor.
Beslendiği ağacı dallarıyla kökleriyle kemire kemire bitirmiş oluyor. Sınıflı
toplumun bu yaklaşımı onun bilimsel aklı tüm ihtişamına rağmen film efektleri
gibi illüzyondan ibaret hale getiriyor. Film efektinin etkili olması için
öncelikle ortada bir filmin olması gerekmez mi? Her çevrimin ana düşüncesi
elbette öncekileri hem kapsar hem kullanırdı, bunda şaşılacak bir taraf yok
elbette. Örneğin kutsallık çevriminin sonuna doğru ortaya çıkan İslam inancı ve
onun kutsal kitabı Emeviler tarafından sömürü ve debdebenin gizlenmesi için
kullanılan bir malzeme haline getirilir.
Kapitalizm
de Emevilerin geliştirdiği bu yoldan yürür. Allah ve Kur'an'ı kitleleri uyutmak
için malzeme olarak kullanır. Burada Muhammed Peygamberin son peygamber
olduğunu ve bu tür kutsallığın sonuna gelindiğini ısrarla söylemesinden
çıkarılacak iki önemli sonuç vardır.
İlki
artık Allah'ın peygamberler vazıtasıyla yeni bir mesaj göndermeyeceğidir, ikincisi
ise ilkine bağlı olarak doğallıkla ortaya çıkan bir sonuçtur, yeni bir
peygamber gönderilmeyeceğine göre insanlık bundan sonra kendi yolunu kendisi
bulacaktır.
Bu
açıdan bakılınca peygamberin gerçekçiliği muazzamdır. O halde insanlığın yolunu
bulmak için yeni arayışlar içinde olması gerektiği öncelikle Allah'ın emri
olarak görülmeli.
Buradan
yola çıkarak bazı sorular ve sorunlara kısaca bakalım. Allah ve onun emirleri
nasıl oldu da gerçek bağlamından koparılıp iktidar ve mülkiyet biriktirmek için
kullanılır hale geldi? Tek kelimesine bile dokunulmadan günümüze gelmiş Kur'an
gibi bir kutsal kitap nasıl olur da zenginleşmek, iktidar, yücelim için
kullanılır? Bunda Emevilerin başlattığı çarpıtmayı devam ettirenlerin kastı
kadar acaba laiklerin ya da bilimcilerin ezbere bir ''gericilik''
yakıştırmasının payı yok mudur? Felsefi materyalistlere göre Allah'ı insanın
yarattığı kesindir, fakat bunun nasıl olduğuna dair yeterli bir yanıtları var
mıdır? Allah'ı insan yarattıysa insanı yaratan nedir? Buna verilen alet ve dik
yürüme vs gibi yanıtlar yeterli midir? Bu açıdan skolastik ya da
ilahiyatçıların kutsallık anlayışı ile bilimcilerin ya da kaba materyalistlerin
bilim anlayışı arasında benzerlik yok mudur? Bu benzerlik somut hayatta
birbirlerine karşıt gibi görünmelerine rağmen iktidar ve mülk biriktirmek
konusundaki yarışlarında açıkça görülebilir. Anlaştıkları diğer bir konu da
din, Allah, kitap ve kutsallığın ne olup ne olmadığı konusunda bütüncül
yaklaşımın ortaya koydukları karşısındaki suskunluklarıdır. Peki kutsallığın
gelişimi, totemler, tanrılar, İncil, Tevrat, Kur'an, tabletler, arkeolojik
kazılar, efsaneler ve daha sayılamayacak kadar belge ortadayken tüm bunların
bütüncül bir yoruma kavuşması gerekmez mi?
İnsanın
ilk kutsallığı hayatı gibi somuttu. İlkel komün insanının totemleriydi bunlar.
Sınıflı toplum geliştikçe kutsallık ve tanrıları da soyut biçimlere kavuştu. Bu
soyutluklar özünde çevrim yasalarıyla biçimlenir. İlahiyat bilgisinin modern
çevrime taşıdığı tüm mirası ortaya koymak ve günümüzdeki işleyişlerini
kesintisiz bir şekilde görebilmek insan ruhunu çevrim yasalarına uyum konusunda
daha yetenekli hale getirebilir. ''Ben sizler gibi bir insandan başka bir şey
değilim.'' diyen Hz.Muhammed aynı zamanda tarihsel görevlerini kavradığı için
çevrim yasalarına uyum konusunda en ileri kişi ve peygamberdir. İlahiyatçı,
mistik, skolastik dar bakışlar bir yana o gerçekleri kavramak ve gerçeklerin
altındaki yasalara uyum yapmak konusunda dahi seviyesinde bir insan
peygamberdir. Konuya böyle yaklaşınca kutsallık birikimi günümüz bilimi için
bir tür bilinçaltıdır. Onu inkar eder, baskılar. Fakat yok edemez. Bilimin ya
da onun hizmet ettiği dünyanın her krizinde ortaya çıkar ve rolünü oynar. Öte
yandan bilim de kutsallık için bir tür bilinçaltı işlevini yerine getirir.
Fakat bugün bilinç-bilinçaltı uyumunun her ikisinin ötesinde ayrı bir değeri
olduğunu ve gelecek toplumun da ancak böylesi bir uyumdan geçtiğini biliyoruz.
O yüzden bilim adına din, kitap, Allah ya da tüm kutsallığın yok sayılması, ya
da din adına bilimin yok sayılması her iki bilgi türünü diğerini yok sayan
pozisyonlara sürükler. Oysa her ikisi de vardır, insandaki bilinç ve bilinçaltı
gibi. Bugün yapılması gereken ise insanlığın ortak bilinçaltında çalışan
kutsallıkla bilimin uyumlu hale getirilmesidir. Fakat bu her iki alanın dışında
ve ötesinde bir yaklaşımı gerektirir. Ki her iki bilgi türü de bundan henüz
uzak. İşte bütüncül bakışaçısı her iki bilgi türünün yağ ve su gibi birbirini
inkar eden birinin diğerine bilinçaltı olması durumuna son verir.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder