Günümüz
dünyasının temel bilgi yapısı ''aydınlanma dini''dir. Gerçeğin,
aklın aydınlanmasıyla kavranabileceğini söyleyen bu din son beş
yüz yıldır batıdan tüm yeryüzüne yayıldı. Antik tarihin
nasıl ki tek tanrılı sistemlerinin dinleri varsa aydınlanma
düşüncesi de modern sınıflı toplumun dini sayılabilir.
Aydınlanma
düşüncesinin bilimi ve onun ürettiği bilgi türü, günümüz
bilgi yapılarının beslendiği ana kaynak durumunda. Örgütlenmiş
tüm kurumlarıyla beraber bilim, aydınlanmayı yaratan sınıfın
ürünü olmuştur. Bilimsel üretime start verebilme yeteneği ve
ayrıcalığına da bu sınıf sahiptir. Bu sınıfın dini (yani
aydınlanma düşüncesi) bilimsel faaliyeti, tüm toplumsal, siyasal
sorunların ötesinde ve uzağanda bir uğraş alanı olarak tarif
eder. Toplumsal hayatın içine genellikle teknolojik çözümler
üreterek dahil olan bilim, bu çözümlerin sonuçlarıyla
muhataplığı ise kabul etmez. Bilimin bu ikili (ya da ahlaken düşük
tutumunu) sürdürebilmesi onun bu imtiyazlı konumunu muhafaza
etmesi ile mümkün olagelmiştir.
Aydınlanmacı
bilimin temel savı, insanların doğayı fethedebilecekleri üzerine
kuruludur. Bu fetihten arta kalan sorunların da yine bilim ve
teknoloji ile çözülebileceğini anlatır. Ancak, bildiğimiz ve
gördüğümüz gibi ''anlatıcı'' durumundadır sadece. Bu ne
demek? Bu göbekten bağlı olduğu sınıfın çıkarlarına ters
bir iddiadır. Doğanın fethi ile ortaya çıkan sorunların
çözümünü vaaazetmek başka Bir şey bu sorunları çözme erkine
sahip olmak başka birşeydir. Bilim vaaz verir ancak çözme erki
ise bağlı olduğu sınıfın elindedir. İşte inandırıcılıktan
uzaklığı da buradan kaynaklanır. Bilimin bu vaazı ne işe yarar
peki, asıl üzerinde düşünülmeye değer konu budur. Bu doğa ve
insan kaynaklarının sonsuz kullanımı için yola çıkmış
piyasaların, tırnak içinde tarafsız ve bilimsel dayanağa
kavuşması demektir.
Bilim,
tırnak içinde tüm tarafsızlığı ile kaçınılmaz ilerlemenin
yarattığı sorunların yine bilimce çözüleceğini kendi
kilisesinde inananlarına büyük huşu içinde anlatır durur. Bu
vaazlarının gerçekliği değiştirip değiştirmediğini ise
(ahlaken yine düşük bir perde olarak) bir araştırma konusu
yapmaz. Oysa asıl araştırmaya değer konu budur. Örneğin tüm
gıda ve beslenme süreçleri bilimsel bilgi sayesende sanayi haline
gelir ve insanlar parayla satın almak zorunda kalırlar gıdayı.
Gıdayı sanayi haline getirmek için piyasa güçlerinin hizmetinde
çalışan bilim ise bunun olumsuz sonuçlarını görmezden gelir.
Tek bir tohumla bir ülkenin açlık sorunlarının çözüleceği
kanıtlanmışken bunun yapılmasına engel olan etken nedir ''sosyal
bilim'' araştırması yapılamaz örneğin. Yapılsa bile bunun
gereği (örneğin toprakların tarım ilaçlarınından
arındırılması için) bilim ve bilimsel kuruluşların yeterli
tedbir almak erki elinde yoktur, bunu yapamaz. Gıda üretimine zehir
(tarım ilacı) bulaştırmayın bile diyemez. İşte sorun budur.
Bilim tüm süreçleriyle birlikte başlangıç noktasına sıkı
sıkıya bağlıdır. O başlangıç noktası piyasa ekonomisinin
kutsal kitabı aydınlanma ilkeleridir. Onun dışına çıkıp
araştırma yapamaz. Dolayısıyla gerçekliği izah edebilen bilgi
türünü bilim bu yapısıyla ortaya koyamaz.
Öte
yandan bilimi ve kurumlarını insanlık suçlarına azmettiren
sınıfın elinde oyuncak olması, tüm bu suçlara bu sınıf
tarafından azmettirildiği için mazur görelebilir mi ? İşte
yerinde bir araştırma konusu; bilim acaba sosyal bir sınıfın
istek ve arzularının ''doğru söyleyen soytarı''sı olmaya devam
edecek mi ? Bilimin göbekten bağlı olduğu sosyal sınıfın
çıkarlarına uygun yapısıyla yaşamaya devam etmesi mümkün
müdür? Daha ötesi bilim, gerçeğin istenen boyutuyla değil de
daha geniş bütüncül kavranışına dayanan daha zengin, daha
güzel, daha derin ve daha eğlenceli bir hayatın temel bilgi
kaynaklarından biri haline gelebilir mi ? Asıl sorumuz budur.
Bilimin onu yaratan sınıfla bağlarından dolayı varlık krizi
yaşadığını söyleyebiliriz. Bilimsel bilginin ve kurumlarının
önümüzdeki dönemde bu varlık krizini derinden yaşayacağı ve
sonuçta bir yol ayrımına geleceğini en başta bilimciler
görebilmeli. Bilimin, belli bir sosyal sınıfın mı yoksa
insanlığın mı hizmetinde olacaktır. Tercihler, beklentiler,
çıkarlar yol ayrımında daha net ortaya çıkacaktır ancak,
bilimin kendi öz varlığı için yol ayrımındaki kendi öz tutumu
daha belirleyici olacak gibi görünüyor.
Konu
çok boyutlu olmasına rağmen diğer bilgi türlerine geçmeden önce
bilim ve bilimsel bilgiye dair birkaç konunun altını çizmekte
yarar var. Öncelikle bilim kendisinin uğraşıp didinip ortaya
koyduğu verilere uygun davranmalı. Hayatın önceden
belirlenemeyeceğini , şimdi dediğimiz şeyin sonsuz olasılıklar
denizindeki gerçekliklerden yalnızca birisi olduğunu bilimin
kendisi ortaya koymuşken buna uygun davranmalı. İnsanlığın
belli bir döneminde ortaya çıkmış bilimsel kavrayışın tüm
diğer bilme türleri gibi mutlak olmadığını en başta bilim ve
bilimciler ortaya koyabilmeli. Bilimsel bilgi türü, insan hayatına
ilk girdiği biçimiyle yoluna devam edemez. Şimdiye dek bilimin
yöntem ve kurallarıyla ortaya koyduğu bilgi birikimi yadsınamaz
elbette. Ancak bu dönemin bilimin ilk ve acemi dönemi olduğunu da
söylemeliyiz. O yüzden bilimin kendi içsel cesaretini yine
kendisinde bulması için belli bir sınıfın ya da çıkarların
gölgesinden kurtulması önümüzdeki dönemde en önemli görevleri
arasında yer alıyor. Ortaya koyduğu bilgi birikimi ise bu görevin
yanında neredeyse hiç denebilir.
Bilim,
tüm toplumsal sistemler gibi kapitalizmin de çöktüğünü ve
bunun normal bir gelişme olduğunu, dolayısıyla insanların
endişelenmemesi gerektiğini, yeni ve daha güzel bir hayat
kurabilme yeteneklerinin onlarda zaten var olduğunu anlatabilir mi ?
Önümüzdeki dünyanın en önemli sorularından birisi budur.
Sınıflı toplumun çöktüğünü aklı başında her insan
söyleyebilir elbette. Ancak önemli olan bu çöküşe yardımcı
olmaktır ya da popüler ifade ile gerçeğin muazzam doğasına
bilinçli gözlemcinin katılımı mümkün olabilecek mi ? Söylemeye
gerek yok ki bahsimizdeki bilinçli gözlemci bilim ve bilimciler
oluyor. Gelecek çeyrek yüzyılda bilimin sancılarından birisi de
budur. Bilimsel uğraş içindeki insanlar için karar anı çeyrek
yüzyıla yayılmış olarak işliyor gibidir. Gerçekten bilimsel
uğraşın keyfi ve insani yücelimi mi yoksa çıkarlara mı hizmet?
İfade net ve keskin görülebilir, ancak başka da yolu yok gibidir.
Çünkü tarih kapıyı çalıyor ve kaçış pek de mümkün
görünmüyor. Bunu ifade etme talihsizliği bizim gibi sıradan
insanlara düşmüş olabilir ve bu ifade edişin çirkinliğine seve
seve katlanıyorum kendi adıma. Bilimin ve bilimcilerin önündeki
yol ayrımının, meşhur ''varoluş sorunuyla'' ne kadar yakın
ilişki içinde olduğunu farkediyoruz mutlaka. Uygarlığın bu
faslı kapanırken,söylemeye gerek yok ki, bilimsel bilgi artık
insanlığın kazanımları arasında bulunuyor. Karşı olmak ya da
yanında olmak gibi bir ikilem felsefi olarak saçma ve anlamsız,
böyle bir ikilem yanlış sonuçlara götürür insanı. Ancak,
bilgi ve kaynağı açısından bir ayrım yerinde olur. Bilimsel
bilginin salt bilgi olarak ayrı bir değeri var. Bu değerin, onu
kimin ürettiğiyle ilgisi yok. O sadece o içeriğe sahip bir bilgi
olduğu için değerlidir, bu ayrı. Ama bir de bilimsel bilgi ile
kaynağının yani gözlemcinin tüm akışla olan bir ilişkisi var.
İşte bu uygarlığın bu hali çökerken (bilgi ve kaynağınını)
ilişkisine odaklanma zamanının geldiğini söylemeliyiz. Kaynağın,
tüm akışla (doğa ve insan tarihiyle) ilişkisi özel bir öneme
sahiptir artık. Günümüzde ve gelecekte, bilginin ve kaynağın
değeri bu ilişkiyle ölçülür hale gelecektir. Eğer kaynak doğa
ve insan hayatına üstten, elitist, fetihçi bir yaklaşıma sahipse
ürettiği bilgi de kendisi de o kadar değersiz hale gelir.
Dolayısıyla kaynağın, akışla uyumlu bir anlayışa sahip olması
(dahası kaynağın akışa uyumlu bir hayat yaşaması) onu ve
bilgisini ''salt bilgiden'' daha değerli hale getirir.
Tüm
bilgi türleri için konuşacak olursak, kaynağın akışla ilişkisi
uyumlu ya da uyumsuz olabilir. Bu muhtemel ve önem arzetmeyen bir
durumdur. Geçiş çağlarına özgü normal bir durum sayılabilir.
Ancak kaynağın güvenilirliğini akışla uyumlu olup olmadığına
göre değerlendireceğimiz yeni bir çağa girmiş bulunuyoruz.
Kaynağın özen göstermesi gereken nokta burasıdır. Ortaya
koyduğu verilerden bağımsız olarak kaynağın, bu yönüyle
tartışma konusu yapılacağı bir çağa girmiş bulunuyoruz.
Muhtemelen önümüzdeki zamanların bilim felsefesi açısından
tartışmaya değer konularından birisi bu olacaktır. Tüm akışla
uyumsuzluğun insanlığı getirdiği uçurumun farkında olanlar,
doğal ve toplumsal çevrimlerin akışıyla uyuma özen gösteren
bilgi kaynaklarına daha fazla değer vereceklerdir mutlaka.
Altını
çizmemiz gereken bir diğer nokta da şu ki, bu daha başlangıç.
Önümüzdeki zamanlar bilgiye bakışımızın değiştiği zamanlar
olacak. Şimdiye kadar insanlığın tüm bilgi birikimi bir tür
antrenman sayılabilir. Bilim ve bildiklerimiz ne kadar çok şey
bilmediğimizi ortaya koymuş sayılabilir. O yüzden, antrenman
sayılabilir şimdiye kadarki bildiklerimiz ve ısınmaya yeni
başladık. Diğer bilgi türleri yanında bilim ve bilimciler bunun
özellikle gerisinde kalmamalı. Bunun ilk şartı olarak bilim ve
bilimsel kurumlar, herhangi bir çıkara ya da bir sınıfa hizmet
etmemeli tüm insanlığa hizmet etmenin yollarını yöntemlerini
tartışmaya ''şimdi'' için konuşursak geç kalmış sayılmaz.
Esasen bilimciler de hizmet ettikleri sermaye sınıfı da sınıflı
toplumun mağdur topluluklarındandır. Niyet etmesi halinde bilim bu
(objektif mağduriyeti) kolayca ispatlayabilir. Çünkü
sınıflararası çelişki temel çeliki olmaktan çıktı, temel
çelişki doğa ve insan arasındaki çelişkidir artık. O nedenle
bir sınıfın hakimiyetinden kurtulmak için de yeterli fırsatları
sunuyor tarihsel akış. Burada tek sorun eski toplumdan beslenen bu
yapı nasıl dönüşecek. İşte burada bilimci olduğumuzu
hatırlarsak yeni toplumun kuruluşuna da daha doğru katkılar
yapabiliriz demektir.
Geldiğimiz
noktada bilim, üretimin bir ayağı durumunda ve gerçeğin peşinde
koşan ulvi bir tarafı kalmadı. Bilimsel bilgi üretim ve tüketimin
artması için üretiliyor bugün. Bugün tüm akademi
üriversite-sanayi işbirliği olarak formüle edilen hukuka tabidir.
Bu işbirliği üretim ve tüketimin azgınlaşması için uğraşıyor.
Bilimsel bilginin üretim ve tüketimin ihtiyaçlarına göre
üretiliyor olması bilimi çok daha dar bir alana hapsediyor. Bilim,
olabileceğinden daha azıdır bugün. Bunun nedeni elbette ki
toplumsal düzenin yeni seviyesini organize edenlerin işlerini
kolaylaştırıyor olmasıydı. Yeni toplumsal seviyeyi (kapitalizmi)
organize eden sınıfın ihtiyaç duyduğu kolaylıkları bilim
sağlıyordu. Ve bilim işte bu yeni efendilerin elleri üzerinde
yükseldi. Fakat özellikle son yüz yıldır, hele son çeyrek
yüzyıldır bilimsel bilgi tepeden toplumun en aşağılarına kadar
yayıldı. Toplumsal işbölümü ve üretim altyapısının sürekli
değişmesi bilginin topluma yayılması neden oldu. Bu etkileri uzun
vadede görülebilecek önemli bir gelişmeydi. Bilimin bir sınıfın
çıkarlarını korumaktan öteye bir ufkunun da olabileceğine dair
tartışmaların nedeni budur. O nedenle hem doğa, hem toplum
bilimlerinde sanayi'nin ihtiyaçlarına göre değil insan'ın
bugünki zihinsel düzeyine uygun çalışmalar önü açılmış
oldu. Önümüzdeki dönemde sanayi yi ve akademiyi aşan, onların
da şapka çıkaracağı bağımsız bilimsel çalışmaların
artacağını bekleyebiliriz. Küresel iletişimin kolay hale
gelmesiyle bu tür çalışmaların eskisi gibi kolaycacık yok
sayılamayacağını da öngörebiliriz. İnsanların yeryüzü
ölçeğinde kolay iletişim kurabilir hale gelmesi aynı zamanda her
toplum için bir terapi etkisi yaratıyor. Birçok nedende dolayı
öteki olarak bildiği, algıladığı insanlarla iletişim kurdukça
altlık üstlük komleksleri de torpülenmiş oluyor. Bu gelişim de
uzun vadede muazzam sonuçlar yaratır. En önemlisi küresel ölçekte
bazı gündemler olduğunu farketmek oldu. Dünyanın herhangi bir
yerinde olup biteni bilmek ve buna dair fikir yürütebiliyor olmak
insanın son çeyrek yüzyılda yapabildiği bir şey. Öncesinde
de benzer bilgi akışları olsa da bugün neredeyse tüm dünyayla
beraber aynı gündemleri görüyoruz, yaşıyoruz. Güncel ya da
sorunsal üzerine aynı gündemlere sahip olmak kendiliğinden
gelişmiş bir süreç. Tüm toplumsal çevrimlerin kaderinde olan
şey bilinçsizce ve kendiğilinden başlaması. Bu başlayan girdi
belirsiz bir zamanda öylesine bir çıktıya yol açıyor ki
başlangıçtaki çıkışıyla arasında dağlar kadar fark oluyor.
Üretim, tezgah üzerinden fabrikaya geçince işçi sınıfı
denilen yeni bir sınıf ta ortaya çıkar. Amaç üretimi arttırmak
ve kapitalizmin (nihayi amacı olarak) sermaye biriktirmek iken bir
süre sonra onlara bu imkanı veren işçi sınıfı sürekli
talepleriyle karların düşmesine sermayenin birikimine zarar
veriyor, hatta yer yer hakimiyetine son veriyordu. Geldiğimiz
noktada üretim ve tüketim örüntüsünün devamı herkesin kolayca
haberleşmesine bağlıdır. Bu nedenle büyük isyanlarda bile
interneti kolayca kapatamıyor hükümetler.
Bir
gelişmenin sonraki seyri hakkında teoriler geliştirmeye çalışan
bilimcilerin de artık kabul etmekte zorlanmadığı bir gerçeklik
var. O da şudur; toplumsal insani süreçler ancak çok sınırlı
sistemlerde düzenlenebilir ya da kontrol edilebilir. Bunun dışında
bilinçli varlıkların olduğu bir süreci düzenlemeye ve kontrole
girişmek en hafif deyimiyle çılgınlık olur. Bilimsel olarak
bunun mümkünsüzlüğünün bilgisi elimizde var artık. Meşhur
kedi deneyi çok basit ama bu gerçeği ifade etmesi açısından
güzel bir örnek. Şrödinger kutudaki kedinin canlı mı ölü mü
olduğunu kutuyu açtığımızda bilebiliriz, der. Kutu açılıncaya
kadar kutu içindeki durum ne olursa olsun biz bu bilgiye sahip
olamayız. Ancak gözleyen bilinçli olarak kutuyu açarsa bu durumda
akıştaki dalgayı belli bir gerçekliğe indirgemiş olur. Kedi ya
canlıdır ya da ölmüştür. Bu bilginin etkisi şu ki, bu bilgi o
bilinçli varlığın katılımıyla onu da akışın bir parçası
haline getirir. Hal böyle olunca her hangi bir bilinçli varlığın
bulunduğu ortamın düzenlenmesi ve kontrol edilmesinin matematik
açıdan da imkansızlığı ispatlanmış oluyor. Bu yazı, hem
kendi başına var olur, hem de sen okuduğunda ayrıca senin için
var olur.(Hem-hem yasası diyelim mi?)
Sosyal
bilimlerin durumu daha ilginçtir. Tüm sosyal bilimler toplum
mühendisliğinin birer alt uzmanlık alanı haline geldi. Yeryüzü
tek piyasa haline geldiğinden (1990'lardan) beri iki kutuplu soğuk
savaşın biçimlendirdiği dünya son buldu. Yeni dünya düzeni
olarak adlandırılan bu yeni süreçte toplumsal kontrol
mekanizmaları geliştirilmesine ihtiyaç vardı. İşte toplum
mühendisliğinin (geçmişi eski olsa da) bu yeni zamanla beraber
hemen her sosyla süreçte etkisi görmek mümkün. Neredeyse her
sermaye grubu kendi sosyal ar-ge birimini,vakıfını, enstitüsünü
kurdu. Diyelim yatırım için ormanı kestiğinde kendi bilim
araştırma kurumu yapılan işi onaylayan açıklamalar yapıyor.
Özellikle yeni sermayenin ustalıkla uyguladığı bu süreçte
toplum nazarında itibarı olan bilim adamlarının kullanılması
bilim insanı kimliği açısından ayrı bir trajedidir. Bu tür
mühendislik çalışmalarında kullanılan bilimsel bilgi ise
çarpıtılıp amaca uygun hale getirilerek kullanılıyordu. Sonuçta
son çeyrek yüzyılda tüm sosyal bilimler toplum mühendisliğinin
bir alt şubesi olup çıktı. Sosyal bilimlerin ''toplumsal insani
sistemlerin düzenlenip kontrol edilemeyeceği'' gerçeği
karşısındaki tutumu, ya kendisini yenilemesine ya da giderek
ölümüne yol açacak gibi görülüyor.
Bir
bilgi türü olarak bilimin şu an içinde bulunduğu çıkmazın
kökü kendi başlangıç noktası ile ilgilidir. Bu başlangıç
noktası aydınlanma çağı oluca ona dair her problem bilime de
musallat olmuştur diyebiliriz. Gerçi bilimin özerk bir yapı
olmadığını biliyoruz ancak olabilseydi aydınlanmanın
(dolayısıyla kapitalizmin) kaderine dair söyleyebileceği ne
olurdu bu da merak konusu. Acaba günümüz sosyal bilimleri, beşyüz
yıldır devam eden bir tarihsel dönemin sonunda olduğumuzu
söyleyebilir miydi. Ya da sosyal grupları analiz-kontrol-dizayn
süreçlerine dair türlü teoriler uydurmalarına rağmen gelinen
noktada bunların hiçbir işe yaramadığını, tarihin hiç
anlayamadıkları bir mecraya girerek sosyolojiye çalım attığını
ilan edebilirler miydi ? Bu ve benzeri sorulara ancak özerkliğe
sahip bilim yanıt verebilir elbette. Günümüz bilimi, akademisi
özerk olamadığı için sorulara vereceği yanıtlar da güvenilmez
olacaktır mutlaka.
Öte
yandan tarihin önceden ilan edilmiş determinist kanunlar
silsilesine göre akacağını öngören bir ''sosyoloji bilimi''nden
söz ediyoruz. Bu türlü bir sosyoloji için elbette tarihin sürpriz
bir mecraya girmesi hayret ve şaşkınlık vericidir. Kaldı ki
tarihin çalım atma ya da atmama gibi bir niyetinin olamayacağı
açık. Olsa olsa ''sosyoloji'' akademide uzun yıllar oturduğu için
formdan düşmüş gelen topu görmemiştir, denilebilir ki bu meşhur
''akla'' daha yatkındır. Aydınlanmacı sosyal bilimcilerin sevdiği
sözdür ''tarih hiçbir şeyi unutmaz'' diye. Oysa tarih, bu sefer
determinizmin yasalarına uymayı unutmuştur sanki.
Günümüz
bilim ve teknolojisinin ürettiği bilgi türü bize açık ya da
kapalı olarak şunu vazeder; ''ilerleme kaçınılmaz olarak devam
eder, bu determinizmin şaşmaz yasaları gereğidir, o yüzden
hiçbir toplumsal önyargıya kapılmadan bilimin ürettiği bilgi
eleştirilmeden kabul edilmelidir. Çünkü toplumsal ilerlemeye
hizmet eden bilgi türü budur. Örneğin, topraksız tarım
yapılabilir ve bu bilginin kim hizmet ettiği bizi ilgilendirmez''
Bilim kendisini toplum gündeminden (güya soyutlayıcı) bu
tutumunda her daim ısrarcı olmuştur. Ancak, ürettiği bilgi ve
teknolojilerin son beşyüz yıldır doğrudan piyasanın
gündemlerine göre olduğunu bugün kimse gizleyemiyor. Ancak bilim
ve kurumları sadece bilim ürettiklerinde ısrarcı oldular hep.
Bilimi ve kurumlarını var eden sınıflarla arasındaki organik
bağı örtmeye çalışan bu pozisyonun bilimi tüketen bir pozisyon
olduğunu ise artık bilimciler bile kabul ediyor. Üretim ve
tüketimin isterlerini öngörmeyen bir bilimin bilim sayılmadığını
ise yine iktisat sosyolojisi ''bilimi'' açıkça ilan eder.
Bilimciler
artık, uzmanlık alanlarından öteye geçip (uzmanlıklarına da
yeni anlamlar katabilecek) bütünsel bilgi ile yollarına devam
edebilirler ancak. Örneğin insanlığın önceki toplum
biçimlerinde sahip olduğu bilgiyi baskılamadan onunla bağ
kurmalı. Antik çevrimin tüm mirasını laiklik adı altında
baskılamadan. Bilim bunu yapabilmeli. Örneğin Gazali'nin; zaman
madde ile başlar gibi yorumları var ki zamanına göre çok ileri
bir yorumdur. Bu nedenle antik çevrimin bilgisi ile başka ve bugünü
aşan bir bağ kurulamaz mı? Böyle bir bağın bundan sonra hayati
olacağını sanıyorum. Daha ötesi insanlığın tüm bilme ve
anlama biçimlerinin bütünselliğini kavramamız bugün için de
gelecek içinde çok önemli. Başka bir örnekle devam edersek,
bilimsel bilgi ile animistik bilgi arasında değer olarak bir fark
yoktur. Eş değerlidir bu bilgiler, içerik elbette çok başkadır.
Biri daha öncedir biri daha sonra, ayrı zamanların diline,
yapısına, özüne sahipler. Kendi örüntüsü, dokusu var, o
nedenle biriyle diğerine değer biçemezsiniz.
Gazali'nin
elindeki verilerin azlığına rağmen bu kadar doğru bir yoruma
uluşmasından yola çıkarak Gazali'nin düşünme yöntemini daha
derinden anlamaya çalışmak yerinde olmaz mı? Ya da tek tanrılı
dinin eskinin totemlerine cin diyerek yok edemediği gibi bilim de
tanrıyı/allahı basit bir ateizmle yok edemeyeceğini anlayabilir.
İnsanlık o olgunluğa ulaştı. Zaten insan hep kriz zamanları
öğreniyor, o zamanlarda çözüm bulmaya çalışan nöron sayısı
artıyor. Çözüm bulmanın öncesinde ise mutlak bir sıkışmışlık.
Ancak sıradan bir tıkanıklıktan öteye daha esaslı kriz halinde
bu durum gerçekleşiyor. Çok kritik bir varoluş yokoluş düzeyinde
bir sorun olmalı. Onu var eden yaşatan dünyadaki şartlar
değişmiştir ve bu haliyle artık onu yaşatamıyordur. Geçmiş
çevrimlere baktığımızda bu tür durumlarda yaptığı şey uyum
sağlamak olmuş. Ancak içinden çıktığı koşullara (yani
doğaya) uyum sağlamak bir yana, giderek tüm durumları kontrol
altına almaya başlamışız. Bugün, doğayı ve tüm koşulları
öylesine kontrol ediyoruz ki , saflığından, güzelliğinden
vahşiliğinden eser yok. Üstelik ona bağlıyız bir taraftan da,
asıl çelişki de budur. Ekonomik, sosyal, psikolojik gibi duran
krizlerin kök aldığı yer de burası oluyor. Tüm geçiş
çağlarında olduğu gibidir herşey.

Gerçekten
değerli olan nedir? Soru,her adımda karşısına çıkar insanın.
Konumuz açısından da sorabiliriz tam yerindeyken; gerçekten
değerli olan nedir, bilmek mi olmak mı?
Kardeşim eline sağlık döktürmüşsün yine olayın özetini ve resmini. Teşekkürler.
YanıtlaSil