kişinin parçalanması

bizim kişinin parçalanması dediğimiz süreçte de nasıl ki atom çekirdeğini bir arada tutan güçlü nükleer kuvvet artık o parçacıkları bir arada tutamaz hale gelirse kişiyi de birleşik halde tutan bilinç-bilinçaltı birliği dengesizleşir, dağılır, hatta örneklerini sıkça gördüğümüz ölümlere kadar götürür.
parçalanma ile birlikte, doğa ve toplum çevrimlerinde bastırılmış ne varsa onlar açığa çıkar. bastırılmış,yasaklanmış olanlar kişide açlık hissi yaratır ve kişi bu açlıklarını doyurmak ister.
açlıklarımız
kişi açlıklarını iki yoldan giderebilir. açlıklarını (cinsellik, mülkiyet, şan şöhret, eğlence, yücelim, doğa vs vs ) ya bizzat deneyimleyerek giderir, ya da tüm bu olup bitenin anlamını görerek, bilerek ve bildiğine uyum yaparak giderir. bu bilgi ise büyük patlamadan günümüze tüm çevrimin bilgisi demektir.
parçalanma esnasında, kişi açlıklarını gidermek için, içinde bulunduğu sınıflı toplumun sunduğu seçeneklere yönelir . açlıklarını giderebileceği yerlerle temas kurmak için üretim ve tüketim döngüsüne girer. ancak bu açlıkların bir özelliği var ki onu hep daha fazla üretmeye ve tüketmeye şartlandırır. parçalanma sürecinde olduğunu bilmeyen kişi, açlığını giderdiğini zannederken daha fazlasını ister hale gelir bir nevi. yedikçe acıktıran bir meyve gibidir. ne kadar yersen o kadar açlık hissi yaratır. sonuçta parçalanma sürecindeki kişi, yaşadığı ve memnun olmadığı topluma taze kan verir. ironik bir durumdur, hem bu sınıflı toplumu sevmez, ondan nefret eder hem de bu toplumun açlık doyurma piyasalarında açlıklarını giderebileceği mal ve hizmetleri kovalar durur. nafile bir uğraş olması bakımından hemen son verilmelidir. bu ilk aşama ailelerin, sevgilerin, birlikteliklerin dağıldığı ,mal, mülk, şan, şöhret, eğlence, uyuşturucu vs peşinde doludizgin koşan kişinin param parça olduğu bir süreçtir. bilinçaltında ne varsa onu yaşamak üzere canlı bir bomba gibi doğayı ve insanı yok etmek istercesine hareket eder.
kişinin toparlanması
ne zaman ki bilinçaltı boşalır işte orada kalır, artık bu süreç bitmiştir. kişi bu süreci ya deneyerek yani bizzat yaşayarak geçmiştir ya da ve tabi şansı da varsa belli bir dengeye ulaşarak geçer. işte bundan sonra toparlanma başlar. elbette bu geçiş tren vagonları gibi ard arda bir geçiş değildir. parçalanma ve toparlanma, birbirinin içine geçmiş karşılıklı bir etkileşim sürecidir. eğer bilinçaltı kişiyi peşine takıp tüm karakterini paçavraya çevirmemişse kişi bu noktadan sonra toparlanmaya başlar. bu noktada da yani toparlanma sürecinde de yine ortaya nükleer enerji misali bir enerji ortaya çıkar. kişi toparlandıkça kendine ve yaşadığı sınıflı topluma müdahale etme yeteneği ve gücü kazanır. artık kişi gücünün tarih sahnesine çıkması için önünde hiçbir engel yoktur.
kişi tüm bu süreç içinde tarihte yaşanmış tüm toplum biçimlerinin kişide bıraktığı açıkları ve açlıkları yaşamak ister. eksik bir yaşantı bırakmaz, yapılması gereken tüm şuursuzlukları yapmak konusunda son derece isteklidir. insan toplumunun bugüne dek yaşadıkları, bu kez kişilerde yaşanarak yeniden öğütülüp bilinç düzeyine çıkarılır. toplumların yaşadığı hemen tüm acı ve ızdıraplar bir kişide yaşanmak üzere sıraya girerler. yaşanmamış hiçbir şey bırakmamacasına hızla ve tekrar tekrar yaşanır. kişinin bu çevrimlerini gözleyerek ; doğal çevrimini, yarattığı toplumunu, sosyal sınıflarını ve kişisel özelliklerini daha iyi anlayabiliriz. doğal ve toplumsal çevrimleri birbiriyle etkileşim halinde kavrayan kişi ise kendine ve tüm çevrime doğru müdahalelerde bulunur. aksi halde bu toplum kişiyi bedensel ve ruhsal olarak hasta eder.
kişi gücüne ulaşma
ruhsal hastalıklar dediğimiz beyin performanslarının temelinden bozulması durumunda da aynı süreç işler. psikolojik hastalıklarda teşhiş ve tedavi sürecindeki işleyişin bedensel hastalıklardan önemli bir farkı vardır. bu işleyiş, bir tür bağımlılık yaratır. hasta psikologuna, psikiyatristine, kimyasal ilaçlarına bağımlı hale gelir-getirilir genellikle. psikotrop ilaçları üretenler ayrı, kime ne kadar doz verileceğini belirleyenler ayrı, bunları dağıtanlar ayrı bir şebeke şeklinde işlerler. uyuşturucu piyasalarının işleyişi ile ilaç piyasasının işleyişi hemen hemen aynıdır. batıda ve bizde aklı başında birçok insanın bu yapıya ''prozac toplumu'' adını yakıştırması son derece makul görünüyor.
gerçek teşhis ve tedaviyi uygulayabilmek için beynin doğal ve toplumsal çevrimle şekillendiğini bilmek gerekir. bu da yetmez doğal ve toplumsal çevrimin nereden gelip nereye gittiğinin bilgisine de sahip olarak o kişinin sınıflı toplumu aşan yeni bir yaşam biçimiyle hayatına devam etmesini sağlamak gerekir. çünkü kişiyi, sınıflı toplumun temel önermesi krize sokar; daha fazla üretmelisin, daha fazla tüketmelisin. işte bu önerme sınıflı toplumun tüm yapı taşlarınca kişiye doğumundan itibaren işlenir. evde, sokakta, okulda, medyada, adına kariyer dediği işinde ve her yerde. oysa bu önermenin kendisi hasta eder kişiyi. o yüzden bu önermeyi temelden reddetmeli ve sınıflı toplumdan olabildiğince uzak yaşam biçimlerini denemelidir. ruhsal hastalıkların kökenine dair başka bir analize ihtiyaç yok bizce. ruhsal dengenin artarak bozulması, yaşam koçluğu, kişisel gelişim gibi alanları çok geniş piyasalar haline getirmiştir. batı'da 68'lerden beri var olan ve hiçbir derde çare olmayan bu piyasalar bizde yeni yeni oluşuyor ve bu yüzden ilgi de fazla olmaktadır. yoksa bir derde çare olduklarından değil elbette. ülkemizde bu piyasaların batıdakinden daha kısa sürede ve hızla temelsizliği anlaşılacaktır.
uyum
artık bilginin kendisine sahip olmak ise dönüşüm için yeterli olmuyor. sınıflı toplumun hangi kurma kolu olursa olsun, ne bilirse bilsin bu bilgiye uyum geliştiremiyorsa o bilgi onun için yüktür artık. işte bu yüzden artık herkes kendisinin peygamberi olmak durumuyla yüzyüzedir. ya da herkes kendisinin lideri, öğretmeni olmakla yüzyüzedir. bilgi ve bilgiye uyum konusunda sadece yardım alınabilir, öğretmenlik ya da liderliğin hiçbir işlevi kalmamıştır. o çağ kapandı, ancak kafasında hala eski çevrimleri yaşayanlar için geçerli olabilir.
diğer yandan hayatın ritminin sürekli arttığını biliyoruz. hızı arttıran teknik ve üretim temelli toplum yapısıdır. doğadan ilk çıkıştaki hali sıfır kabul edersek ilkel hayatın ritmi en fazla on kattır. antik toplumda bu hız yüz misline , modern sınıflı toplumla beraber bin misline ulaşmış durumdadır. yeni toplumun ritmi ise ''yeni sıfır''a ihtiyaç duyar.
artık herşeyin bambaşka olduğu hiçbir zamana benzemeyen bir çağa girmiş bulunuyoruz. dikkat edilirse bilgi her yerde var. şu anlattıklarımı bile düşünen her beyin şöyle ya da böyle kendi kendine de çözebilir. ancak önemli olan, dönüşümü sağlayan ise bilgiye uyum yapmaktır artık. işte bu konuda ciddi bir yoğunlaşma ve farkındalık gerekiyor. yeniden doğumdur bu, sınıflı toplumun hurda çöplüğü gibi değerleriyle, örgütleriyle, ideolojileriyle, kariyerleriyle, uzmanlıklarıyla, eğitimiyle, bilimiyle, ekonomisiyle,siyasetiyle, sanatıyla çöküşe geçtiği bir zamandır. çöküşün altında kalmamak için her beyin kendi doğumunu yakından izlemelidir....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder