içinde yaşadığım ''canlımı'' artık istediğim şeye ikna edebiliyordum.... düşünmek denen illetin pençesiydeyken bunu yapamıyordum... olmuyordu... sürekli bir hesap, sürekli bir matematik... çok zor günledi çok... anlatamam....
yaşadığım anı hissetmek için neler vermezdim... o anda olmama izin vermeyen türlü çeşit düşünceler... evet, hani şu bilinç diye göklere çıkardığımız... biri konuşuyormuş, gözünün önünden aşk geçiyormuş, müzik güzelmiş, hayat akıyormuş o'nun umurunda değil... pat diye dalıyor hayatımın ortasına... bir nevi tecavüz... öyle ya o kralya... bilinç ya,
düşünce ya.... akıl o... o bir kral... ilk gece hakkını kulllanan derebeyler gibi... hoyrat, adi, namussuz, hesaplı, kibirli, kendini bilmezliğin kralı... kendinden öncesini yok sayan bir nobran....
düşünce ya.... akıl o... o bir kral... ilk gece hakkını kulllanan derebeyler gibi... hoyrat, adi, namussuz, hesaplı, kibirli, kendini bilmezliğin kralı... kendinden öncesini yok sayan bir nobran....
bir an için hayatın müziğini duysam bile bilmem hangi lanet düşünce gelirdi birazdan... sanki ''an'' da olduğumun haberini alırmış gibi... hoş, gelsin eyvallah... ama lütfen aynı zamanda gitsin de.. bu yüzden kendisini kurşuna dizdim... ama ölmedi kendileri... yaşıyor hala... yaşıyor yaşamasına da eskisi gibi tek kral o değil artık... düşünce adındaki oyun bozan devrik kralımız biraz tırsıyor artık... öyle elini kolun sallayarak çıkamıyor yolumun üstüne... nasıl mı oldu... onu parça parça dizdim kurşuna... tek kurşunla olmadı bu iş... defalarca kurşuna dizmem gerekti...
yaşamaya her yeltendiğimde çıkıp gelirdi kendisi... onunla hesap kitap işlerini kapatmadan da yoluna devam edemezdin öyle... hadi diyelim onunla hesabın bitti, bu defa bir diğeri, bir diğeri... baktım olacak gibi değil ve bunların sonu yok... sürekli sürekli sürekli bir hakimiyet çabası..sürekli ben bilirim,ben bilirim....
düşünsene kendini hayata kaptırmış gidiyorsun, hop birden bi şey çıkıp ''eveeet kestik burada kestik'' ...bir tür yönetmen gibi...ve o ''kestik'' diyiverince, kes ya da kesme , ki genellikle kesersin yani... işte o an o kesme indiği için yaşadığına artık o anda kalamıyorsun....bu defa ona dönüp ''buyur kardeşim ne vardı'' diye konuya girince kim bilir nerelerden çıkıyorsun...konu onun haklı olup olmaması değil elbette...haklı da olabilir haksız da ama işte hayat kesilmiş oluyordu...ve yeniden hayata katılmaya çalışmak gerekiyordu...bu hep böyle devam ettiği için bir süre sonra yorulup hayata katılmamaya başlıyorsun....işte en kötüsü de bu....diyelim yeterli gücün var hayata tekrar devam etmek istiyorsun, o zaman da her şeyi yeniden okuman filan lazım, bir sürü kırtasiye...ve bunu sana yapan senin bir parçan, aklın, düşüncen... yerinden söküp alasın gelir,öyle fena yani...
bu böyle devam edemezdi elbette... kral efendi her geldiğinde kendisini kurşuna dizdim... evet böyle bir çare bulmuştum... ta ki bunun bir çare olmadığını görünceye kadar... evet çare değildi... çünkü birini vuruyorsun, bir diğeri geliyor. hatta bir öncekini neden vurdun filan diyenler bile oluyor... bi de onunla uğraşman lazım... vurmaktan yorulmuştum artık... geleni vur, geleni vur, iyi hoş da, bununla mı uğraşacağız... sürekli bir ''eveeeet kestik'' havası dinliyosun...''şimdi bak kardeşim sen şöyle şöyle yapıyosun da biliyo musun...şunu bunu, vıdı vıdı''ları filan.... küt hadi onu indirdin... bir diğeri.... bir diğeri. anlıyorsun ki sonu yok bunun...
sanırım bir tür yemin ettim... her geldiğinde vururum seni diye...''oraya gitme,şunu yapma,ya da şunu yap, çünkü şöyle şöyle bıdı bıdı, bıdı bıdı'' filan dedikçe, ben küt indiriyorum kendisini....basıp oraya gidiyorum....hadi ordayım diyelim...yine kral hazretleri çıkıyor bir yerlerden... bu defa misal bilimsel bir kılıfta kendileri... gerçi her kılıkta gelebilir... hatta kutsal kılıflarda bile gelebilir... garip gelmesin... dedimya her kılıkta gelebilir... paranı öyle böyle işlere harcarsan şöyle böyle olur... küt yine indiriyorum.... düşünce denen salak kralımız yine ölüyor ve ben paramı öyle de yapıyorum böyle de... hele bazen bir gelişi var ki evlere şenlik... sevişirken insanı rahat bırak dimi... hayır bırakmaz... neden çünkü o bir kral... ama ben de benim işte... mesele de bu zaten... ''o'' vurulacağını bile bile, düşünsene sevişirken bile çıkıp geliyor, ama sen de her geldiğinde kurşuna diziyorsun... burası da net yani....
işler içinden çıkılmaz bir hal almıştı yani sevgili zihin komşum... hatta hepten kontağı kapatmak tek çözüm gibiydi sanki... artık oralarda dolaşıyordum.... evet bildiğiniz şu yaşayan insan kontağı kapatmak istiyordu.... işte tam burada işler yoluna girdi sevgili dostum... evet inanması çok zor... ben de inanamadım... hala da çok zor inanıyorum, arada bir cidden bu iş çözüldü mü diye de kontrol edesim oluyor...:) ama hayır çözülmüştü...
nasıl mı... vurmakla bitirememiştim ve kontağı bile kapatmayı düşünüyorum...belki de bunu hissettiği için... belki de yorulduğu için bir yol bulabildik... evet kendisiyle yaptığımız tek maddelik anlaşmamız hala devam ediyor ve sanırım sonsuza kadar devam edecek... anlaşmamız çok sade. ''yaşayan bu insan, kendi hayatına devam ederken iki de bir ''kestik ''diye araya girmeyecekti, buna karşılık kendisi ''ölüm''den sonraki en büyük danışmanım olacak ve kendisi ile zaman zaman özel olarak ilgilenilecekti'' hepsi bu... böylece iki de bir ortaya çıkmasına gerek kalmayacak, kendisi ile ihtiyaç duyulan zamanlarda yeterince ilgilenilecekti...tabi bu zaman zarfında tüm ilgi alaka ona yönelecekti... ta ki bir yerlerde ona ihtiyaç oluncaya kadar ortalarda dolaşmayacaktı öyle aptal aptal... böylece hayatımızı kesmek gibi bir düşüncesizliği yapmayacaktı... ve tabi vurulmayacaktı... vurulmadığı için de daha sağlıklı bir hayatı olacaktı belki de... bu arada krallık iddiasını da bırakıyordu... ruhumuzun, binde birlik bir hayatıyla kalkıp bilmem kaç milyon yıllık doğa mirası bilinçaltına krallık taslayamazdı... zaten o iş yürümedi de... kendisi defalarca vurularak bunu yeterince tecrübe etmiş olmalı ki artık zırt pırt ''hop,kes hayatı kes..ben geldim..kesiyoruz'' diyemiyor...
zihin komşularımdan sibel atasoy isimli başka bir sevgili ustadan öğrendim gurdjieff ustayı... sibel'den dinlediğime göre gurdjieff ustanın at arabası benzetmesi şöyleydi....duygular en öndeki atlardı, enerjiyi ortaya koyan onlardı, öyle ya tüm yükü onlar çekiyordu...arabanın kasası ise bildiğimiz madde yani bedenimiz... üstte oturan ise sürücüdür... sürücü akıl, bilinç, düşünce oluyor, atları ve arabayı kullanan yani... arabanın kasasının içindeki yolcu ise ruh oluyordu....
olağan olan şu ki, yolcu nereye gideceğini sürücüye söyler ve at arabasının sürücüsü yolcuyu arzu ettiği yere götürür...oysa birçok nedenden ötürü yolcu ile sürücü arasındaki irtibat çok zayıflamıştır günümüzde... artık aynı dili konuşamıyorlar bile... aralarındaki bağlantının kopma derecesine gelmesinin en önemli nedeni bir'in parçalanmasıdır... diğer tüm nedenler buna bağlıdır... şimdilerde yolcunun nereye gitmek istediğini sormuyor bile sürücüler farkında mısınız... yolcu da pek ilgilenmiyor artık nereye gittiğiyle... arada bir sürücüye bir şeyler söyler gibidir ama sürücü o kadar kendi havasındadır o kadar alışmıştır ki kendi kafasına göre yol almaya...
ancak bir yere varamıyor işte bu sürücü, çünkü nereye gidileceğini sadece yolcu bilebilir... tüm bunlar onun için var... işte bu yüzden durum biraz trajik... bu durumda sürücü, atlar yoruluncaya kadar arabayı olur olmaz yollarda dolaştırıp duruyor...
sürücü yol aldığını söylüyor, yolcu istediği yerin burası olmadığını söylüyor...arabanın kasası belli bir tamiratla ya da şifa ile yoluma belki devam edebilirim diyor..az önce biraz demiştimya sevgili zihin komşum, işte onu düzeltiyorum, durum bayağı bir trajik görüldüğü üzre... anladığımız kadarıyla bu dörtlü, insanlığın ortaya çıktığı ilk zamanlarda birbirleriyle tam bir iletişim halindeydi... kim bilir o zamanlarda herkes yaşayan şeylerdi... o zamanlarda yaşamak diye bir kelimeye de ihtiyaç yoktu... kim bilir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder