Değerli Olan Nedir ?
Son Kale Kişi Açlıkları,
Ruh Çürürse Herşey Çürür,
500 - 7 bin - 30 bin - 3 Milyon Yıllık Miras,
Hayvanla İnsanın Sınırı
Haremin Çöküşü,
Üreme Serbestisi,
Cinsel Yasaklar,
Bilinç Yayı,
Karakter Parçalanması,
Para Zaman Açlık - Para Zaman Daha Büyük Açlık,
Erkeğin İktidarı da İktidarın Erkeği de Ölmüştür,
Mal Bilinci'ne Kadın Makyajı,

Bedenimiz bir yerde, umutlarımız, hayallerimiz, özlemlerimiz, ideallerimiz bir yerde, zorunluluklarımız, ihtiyaçlarımız(!), işimiz gücümüz bir yerde, ruhumuz, duygularımız, zihnimiz bir yerde.
Son yıllarda, daha önceki zamanlara benzemeyen bir şeyler olduğunu vicdan sahibi her insan farkediyor. Olaylara dürüst bir yürekle bakabilen her insan bu farkı hissedebiliyor. Ama bu farkın nereden kaynaklandığını tam olarak bilemeyince yani teşhis konusunda eksik kalınca ne yapmalı, nasıl yapmalı konusu askıda kalıyor. Ve haliyle umutsuzluk, çöküntü, inançsızlık derinleşiyor.
Aşağıdaki yazı birçok başka çalışma arasında çala kalem yazıldı ve teşhis, tedavi konusunda bizce günümüz sorunlarına farklı bir açıdan bakmayı öneriyor. Ve esasen bir cümlesi var: İnsan her dönemde bu tür düşkünlükler yaşadı ama ondaki insani öz her türlü hayvanlığını yenebilecek güçtedir. O yüzden umutsuzluk, karamsarlık, çaresizlik gibi kelimeleri lügatımıza yaklaştırmayalım. Asla.
Cinsellik ve onun altındaki derin gerçekler çerçevesinde çöküş konusu işleniyor bu yazıda. Muhtemelen klasik bakışlar, ideolojiler ve eski çevrim kalıntısı fikirlere ters gelecektir. Bunu her konuda yaşıyoruz, önemsemiyoruz. Üstten bir bakış gibi gelebilir, ama şifa arayan için ilaç gibidir. Önce can sıkar, acıtır ama sonuçta iyi gelir. Bilindik bakışların durumu izah etmek şöyle dursun toplumdaki kin ve nefreti arttırmaktan başka bir işe yaramadıklarını biliyoruz. Örneğin, organize olmuş bilim ve kurumları insanın teknik kullanabildiği için insanlaştığını savunur.(1) Oysa tüm veriler bize aksini söylüyor. Doğrudan söyleyim, insan doğadan çıkıp geldi evet ama bunu hayvansal içgüdülerini insanlaştırarak yaptı, içgüdülerini eğiten araçlar olarak ise cinsel ve sosyal yasakları icat etti ve bunlarla hayvan beynini, bedenini ve ruhunu insanlaştırabildi. Ve bunu ağırlıklı olarak vahşet çağında yaptı.(2)
Değerli olan nedir ?
İnsan vahşet çağında edindiği birikimlerle bugünki insana evrilir. Bu çağ boyunca, doğa ile hem şavaşarak, hem ona uyum yapmayı öğrenerek yaşar.(3) İnsanın hemen tüm temel yapıları bu çağda kurulmuştur. Vahşet çağını anlamak bu açıdan önemlidir. Günümüzde içinden çıkılmaz gibi duran birçok düğümün, ilk atıldığı yerdir vahşet çağı. Örneğin, bilinçaltını tanımak istiyorsak, onun ilk ortaya çıktığı yer olan vahşet çağına bakmalıyız. Ya da gittikçe artan taciz, tecavüz olaylarını derin kökleriyle beraber anlamak için vahşet çağında gelişen üreme yasaklarını incelemeliyiz. Bu yasakların nasıl geliştiğini anlamadan cinsellik eksenli hastalıkları ve sapkınlıkları anlayamayız, dolayısıyla çözüme ulaşamayız.
O halde, ''bu toplum her zaman böyle değildiyse ne zamandır böyle acaba'' diye baktığımızda son yedi bin yıldır devam eden bir işleyişten bahsetmiş oluruz. Birinin, diğer birileri üzerinde üstünlük kurarak, bunun mekanizmalarını yapıp devam ettirebilmesinin, yani adına medeniyet dediğimiz toplum biçiminin tarihidir bu. Medeniyet öncesi toplum biçimini yaşayan insanların medeniyetle tanışması onları böler, parçalar. Mülksüz ve mülk sahibi gibi, yöneten yönetilen gibi. Yani medeniyet, sınıf ve devlet gerçeğiyle tanışırlar. Barbar toplumlar medeniyetle beraber önce sınıflara bölünürler, sonra zümrelere, mesleklere, ailelere kadar parçalanır, son olarak da kişiye kadar ulaşır parçalanma. İşte bu parçalanma hali artık kişinin üzerinde hiçbir toplumsal değer tanımaması sonucunu doğurur. Kişiyi bir diğerine bağlayan hemen hiçbir anlamlı bağ kalmamıştır. Ya da günümüz sorunları içinde test edildiğinde hemen iflas eden bir bağdır bu. Akrabalık gibi, iş arkadaşlığı gibi ya da öğretmen öğrenci ilişkisi gibi. Ya da herhangi bir ideoloji ya da herhangi bir dini inanç farketmez kişi parçalanma halindeyse bunlara dair hiçbir değer onun değeri değildir.
Sümer'den başlayıp Mısır, Babil, Hint, Çin, Anadolu, Bizans, Roma, Avrupa, Amerika vs diye devam eden medeniyetin içinde düzenli ve sistemli olarak parçalan(dırıl)ıyoruz. İnsan paramparça. Yine bir toplumsal çöküş ve onun olağan halleri ile karşı karşıyayız aslında. Ancak günümüzün bir farkı var, bugün çöküşle beraber ortalığa saçılan hastalıklarla gerçek insani değerler geriletilmeye çalışılıyor. Olan biteni ,geriletmeye çalıştığı değerin kökleri hakkında hiçbir fikri olmayan hükümet ya da yobaz dincilerin cinsel sapkınlıkları olarak görmek büyük bir yanlış. Ya da kapalı toplumların kaderi budur, diyip geçilemez. En derin köklerine inmeden günümüz insanının yaşadığı trajedinin anlaşılması imkansız. En derin köklerine uzandığımızda ise karşımıza kişinin parçalanması çıkar. Üç milyon yıl önceki birikimlerle doğadan birlik halinde çıkan insan toplumu (komün) sürekli parçalanıyor.(4) Bu parçalanma aralıksız devam ederek son sınırına ulaştı ve şimdi onu parçalıyor, yani kişi'yi. Parçalanmanın çok çeşitli biçimlere dönüştüğü yerler her zaman kenar çizgisi dediğimiz yerlerde olur. En ileri ülkelerin en gerisi, en gerilerin en ilerisi sayılabilecek bir yer olan Türkiye gibi.
Sistemin son kalesi kişi açlıkları,
Dünya üzerindeki tüm hayat tarzlarını piyasaların belirlediği günümüzde parçalanma hızlanmıştır. Buna hız veren gelişme tüm dünyanın pazar haline gelmesidir. Virüs gibi her yere yayılan bu yaşam biçiminden yeryüzünde kaçabileceğiniz bir yer yoktur. En ücra köylere kadar yeryüzünün hemen tümüne ulaşmıştır ve artık kişileri -ve kişinin açlıklarını- takibe almıştır. Kişinin eğilimlerine göre piyasalar açar. Bilim, sanat, kültür, siyaset, eğitim, medya, reklam gibi yol ve yöntemlerin hepsindeki alt metin kişinin açlıklarının kışkırtılmasıdır. Çok farklı alanlarda ''açlıkları kışkırtma'' sosu kullanılır. Açlıkları kışkırtmanın sistem açısından değeri keşfedildiğinden beri stratejik öneme sahiptir. Her alanda aynı mesaj verilir ''doğa ve insan senin açlıklarını tatmin için var, kemir onları, değerler, ahlak, erdem gibi saçmalıklar sana engel olamaz'' Sınıflı toplum açısından böylesine temel bir mesajın kişi davranışlarını belirlemesi bu yüzden şaşırtıcı değil. Dünya görüşü, inanci, ideolojisi ne olursa olsun en tepede bu mesaj vardır. Kişinin inandığıyla, yaşadığı hayat arasındaki açı böylelikle yer eder.
İçinde mutlu olmadığı bir toplumsal ortamın eşliğinde kişi açlıklarının emrinde oradan oraya kendisini savurur durur. Sahiplenebileceği, değerlerini kendi değerleri olarak görebileceği bir toplumsallık yoktur çünkü. Komünün parçalanma düzeyinin bugün kişiye kadar geldiğini ve eskinin hiç bir toplumsallığının bireyi doyurmadığını söylemiştik. Özellikle büyük potansiyele sahip bireyler için günümüzdeki hiçbir toplumsallık doyurucu gelmez. Mesleği, cemiyeti, ideolojisi, dini, sendikası, partisi, kişisel gelişimi, ailesiyle dönüp dolaşıp eskinin toplumsallıklarını üretirler, oysa günümüz kişisi tüm bunları aşan bir birey-toplum ilişkisini ister. Günümüz insanı -ki özellikle yeni nesil- bunu isteyebilecek hatta yaratabilecek durumdadır. Çürüme ve sıkışma sahici bir toplumsallık için şapkayı önüne koyma zamanının gelip çattığını işaret ediyor. Toplumsal gidişatın verdiği bu işareti öncelikle yeni nesiller, kadınlar ve potansiyel sahibi insanlar farkeder. Bugün kişiyi boğan, nefes alamaz hale getiren bu toplumsal çölleşme ve dengesizleştiren doyurucu toplumsal ilişkilerin olmamasıdır. Elbette bunu her kişi, eski çevrimlerin sınıf, din, ırk, kişisel tarih gibi ondaki mirasıyla benzersiz olarak yaşar. Çöküşün ilk evresi. İkinci evresi ise yeni değerlerin yeşerdiği evredir. Parçalanmayla başlayıp en azından bir kısım insan için toparlanma zamanı olan bireysel erkini hissetme çağı denebilir. Kişiye her ne pahasına olursa olsun açlıklarının götürdüğü yere gitmesini söyler sistem, oysa sistemin herkesin açlıklarını tatmin edebilme kapasitesi yoktur. Herkes zengin olamayacaktır, har vurup harman savuramayacaktır, ya da herkes ünlü olamayacaktır ve saire. Ancak piyasa ve ona bağlı aparatlar sürekli bunu zerkeder beyinlere. Piyasa ve onun türevi tüm yaşam biçimleri kişiye bunu vaat etmelerine rağmen bırakın kişinin var oluşuna yardım etmeyi onun tüm yeteneklerini sömürür. Ve üstelik bunu kişinin kendi isteğiyle yapar.
Ruh Çürürse Herşey Çürür,
O halde kişinin parçalanmasına daha yakından bakalım. Öncelikle bilinç-bilinçaltı birliği bozulmuştur. Kişiliği üzerinde genellikle bilinçaltı etkindir. Bilinçaltının işgali altındaki karakterlerin çoğunlukta olduğu bir ortamdan bahsediyoruz. Bu, kişinin açlıklarının peşinde koşturmasına, toplumda genel bir eğilim olarak destek bulması anlamına gelir. Böyle bir ortamda, bilinç ve bilinçaltının hemen tüm katmanları yeri geldikçe öne çıkar ve ait olduğu katmandaki açlığın peşinden gitmek ister. Her tarihsel devrin insana bıraktığı temel bir miras vardır ve kişi bu mirasları sırasıyla yaşayarak gelişir, olgunlaşır. Eğer bunları çevrimlerin yarattığı ve yerli yerine oturttuğu biçime uygun olarak yaşayamazsa hastalanır. Şu ya da bu oranda. Genel olarak ruh ve beden hastalıklarının artması insanın, çevrimlerin mirasına uygun bir hayat yaşayamamasındandır. ''Herşeyin bir sırası var'' deyimi bunu anlatır. Örneğin onbeş yaşında barbarlık çağının tam ortasını yaşayan genç insanın hata yapmasına izin verilmezse, büyüyüp otoriteyi aştığını hissettiği an, yapacağı ilk şey yaramazlık olur. Ama bu defa cinayet ya da hırsızlık gibi bir yaramazlıktır bu. Ya da cinsellik tabu derecesinde yasaklandığında kişi ilk fırsatta yasağı aşar. Hemde yasağı aşmak dürtüsüyle çoğu kez yanlış yaşayarak aşar. Toplumun çoğunluğu benzer mağduriyetler yaşadığında ise durum daha vahim hale gelir. Yalan, hırsızlık, taciz, aşağılama gibi olumsuzluklarla yoğun olarak muhatap olan toplumda bu ortak mağduriyetlerden kaynaklanan açlıklar daha meşru bir zemin bulabiliyor kendisine. Örneğin son yıllarda sıkça gördüğümüz tecavüzcüyü haklı, mağduru haksız görme eğiliminin artması gibi. Bu tür bir cinsel yasak aşımına karşı daha hoşgörülü bir kalabalık vardır kişinin karşısında. Genel olarak günümüz için konuşursak bu tür bir suç örneğin tecavüz gibi bir cinsel yasak aşımı konusunda halkın da yöneticilerin de tutumu benzeşir.
Parçalanma kişiye kadar indiği için ve de kişinin gerçekten inandığı, sevdiği, mutlu olduğu bir toplumsallığı olmadığı için kendi başınadır. Kendi başına demekle bilinçaltının hakim olduğu bir karakterden bahsediyoruz. Bilinçaltı nasıl bir açlığa sahipse oraya. Bilinçaltı nasıl bir kafaya sahipse, oraya. Ama tabi kesinlikle açlıkların peşine. Kişinin bilinçaltı nasıl bir açlığa sahipse adres orasıdır. Bu adres cinsellik, şan şöhret, iktidar, para pul, doğa olabilir.
Açlıkların kişide ortaya çıkış sırası kişiye göre değişse de genellikle en son ve en yıkıcı olanı cinselliktir. Tek tek kişilerden çıkıp toplumda açık ya da gizli bir hoşgörü gelişmişse olayın bu boyutu toplumsal çöküşe işaret eder. Bir toplumda cinsellik ve onun civarındaki sapkınlıklar yoğun bir şekilde yaşanmaya başlamışsa o toplum ömrünü tamamlamış demektir. Her toplumda bu böyle olmuştur. Cinsel açlıklar ortalığa dökülüp saçılıyorsa çöküş hızlanmış demektir. Çöküş halindeki toplumların nasıl bir atmosfere sahip olduklarını incelemek yeterlidir. Bakınız; Sümer, Babil, Mısır, Roma, Bizans, Osmanlı ve günümüz medeniyeti de yolda.
500 - 7 bin - 30 bin - 3 Milyon Yıllık Miras,
Peki adına medeniyet dediğimiz bu toplumsal yapı nasıl bu hale geldi? Hep mi böyleydi? Medeniyetin tarihi Sümer'de başlar ve 7 bin yıllık bir tarihi var, kapitalizmin ömrü ise 500 yıl. Öncesi en az 30 bin yıl süren barbarlık, daha öncesi en az 3 milyon yıllık vahşet çağı. Daha öncesi ise memelilerin evrim süreci. Konuyu buraya getirmemin nedeni, tüm bu çağların insan zihninde ve bedenine bıraktığı mirasla ilgili. Bu mirası anlamadan, buralarda kurulan işleyişleri kendi hayatımızda somut olarak görmeden bugünü anlamak da yaşamak da çok zor. O yüzden bu çağlarla günümüz gerçekliği arasındaki ilintiyi kurmak önem kazanıyor. Çünkü toplumu ve onun çekirdeği kişiyi anlamanın başka bir yolu yok. Bu nedenle tüm bu çağları konumuz açısından kısaca yorumlayarak devam edelim. Onu aramak, bulmak, anlamak için en doğru yol budur.
Tüm çağların insana bıraktığı genetik ve kültürel miras elbette çok önemli. Her bir çevrim insana ayrı bir kalite kattı, tabi madalyonun diğer yüzünün olumsuz miraslar olduğunu da unutmuyoruz. Ancak bu çağlar içinde birisi diğerlerinden daha başka türlü etkilemiştir insanı. Neredeyse insandaki tüm iç bağlantılar orada oluşmuş gibidir. Nasıl ki günümüz medeniyetinde ne varsa aynısının tohumu Sümer'de de bulunabilirse aynı öyle. Vahşet çağında insan insan oldu diyebiliriz. Vahşet çağında insan anatomik evrimini tamamlar ve bugünki insan türüne ulaşılır. Elli bin yıl önce vahşet çağı kapanır ve barbarlık çağı açılır. Medeniyet dediğimiz çağ ise son yedi bin yıldır devam ediyor. Medeniyet öncesi ise herkes kankardeştir. Ayrı gayrı yoktur, sınıflar, sınırlar yoktur. Barbarlık olarak bilinen tarihsel zamanlardır ve bu çağda insanlar yeryüzünün her tarafına komünler, boylar, aşiretler, kanlar, klanlar halinde dağılmıştır.(5) Bu çağ en azından otuz bin yıl sürer, elli bin yıla kadar çıkarabiliriz. Son yedi bin yıla medeniyet dedik, son otuz bin yıl için barbarlık. Peki öncesi için söylediğimiz nedir? Ondan öncesi doğal evrim.
Hayvanla İnsanın Sınırı Haremin Çöküşü,
Homo sapiens dediğimiz insan türüne yani bize ulaşıncaya kadar, en az 3 milyon yıl sürmüş vahşet çağı. Vahşet çağının öncesi ise memelilerin bildiğimiz tarihi. Memelilerin en üst basamağındaki insanımsılar (hominidler) bir erkek ve bir çok dişiden oluşan harem tipi üreme ve yaşama biçimine sahiptir. Üreme ve yaşama için dövüş yasası geçerlidir, üreme için sürekli kavga vardır ve lider hayvan bu hakkı elde eder. Ta ki yeni bir lider ortaya çıkıp onu alt edene kadar, bu böyle sürer.(6) Harem sistemi tam da bu yüzden çıkmaza girer. Bir erkek sürüdeki ihtiyaçları karşılamada yetersiz kaldıkça harem sistemi çökmeye başlar. Beslenme, barınma, sağlık, güvenlik, hamilelerin ve yavruların bakımı, eğitimi ve daha bir çok sorun dövüş yasasına dayalı harem tipi üremeyi çıkmaza sokar. Ve zamanla bu yaşama biçimi çöker. Hominidlerin gelişimi açısından ise hamilelik süresi beş altı aydan bugünki dokuz aya doğru uzamaya başlar. Daha gelişkin yavrular ve daha uzun eğitim süreleri de buna eklenince bu tarz yaşama biçimi çökmeye yüz tutar. Öncelikle kadınlar sürü dışındaki diğer erkekleri de sürüye katılmaya teşvik eder, çünkü yavrular ölmekte hayat sürdürülemez hale gelmektedir. Hiçbir ihtiyaç gereği gibi karşılanamadığı içindir ki, öncelikle dişiler bu gidişi yeni bir hayata kapı aralayan bir tarzda çözerler. Böylelikle insanımsılar için tüm dişiler ve erkeklerin hem üreme hem de yaşama ortaklığı oluşur. Gen havuzu genişler ve yaşama ihtiyaçları daha rahat karşılanır hale gelir. Burada temel olarak bastırılan dövüş yasası ve harem tipi üreme yapısıdır. Vahşet çağı bu gelişimin tarihidir, en az üç milyon yıl sürer, yeni belgelere göre daha da uzayacak gibidir. Harem tipi (kısaca hayvan gibi) üreme ve yaşama biçimi baskılanınca ortaya çıkan üreme serbestisi olur. Hayvanla insanın ilk sınır çizgisi diyebiliriz buraya.
Üreme Serbestisi,
Dişilerin erkeklerle serbestçe üreme imkanı buldukları bu yaşam biçimi de bir önceki gibi belli bir yerde tıkanır. İnsan türünün her bakımdan gelişimini de göz önüne alınca aynı gelişim devam eder. Yani beyin gelişimi, hamilelik süresinin ve yavruların eğitim süresinin uzaması. Ancak bu hayat tarzı da bir yerde tıkanır. İnsan türü bu hayat tarzının tıkandığı zaman ateş tekniğine hakim olmaya başlayacaktır, mağaraları barınak olarak kullanmaya başlar. İşte bundan sonra asıl cinsel yasaklar gelişir. Yani akrabalar arasındaki üreme yasakları. Bunların ilki anne ile erkek çocuk arasındaki üreme yasağıdır, daha sonra babalar ile kız çocukları arasındaki üreme yasağı gelir. Bu yasaklardır ki insanı insan yapar, hayvanlar dünyasından insanlığın dünyasına götürür. Elbette yalnız başına üreme yasakları değil, yanısıra, tekniği, coğrafya kullanımı, bilinç bilinçaltı işleyişi gibi etkenlerle birlikte.
Cinsel Yasaklar,
Akrabalar arasındaki üreme yasakları altsoy üstsoy arasındakinden başlayarak bugünki düzeyine kadar adım adım gelişir.(7) Bu yasakların çiğnenmesi toplum olmak adına, insanlaşmak adına ölümcül cezalarla cezalandırılır. İnsanı insan yapan temel davranış budur. Bu gelişmelerin hepsi, yani insanın hayvandan insana doğru tüm macerası katmanlar halinde bilinçaltına hapsedilir. Daha doğrusu bir önceki çevrimde yasaklanan ne varsa yok olmaz, sadece bilinçaltına itilir. Bu bilinçaltının tarihidir. Bilinç dediğmiz ise tüm bu gelişim esnasında edindiği toplumsal kural ve yasakların kişi beynine yansımasıdır.(8) Ve görüldüğü gibi bilincin tarihi yenidir, bilinçaltı geçmişinin yanında dünkü çocuk sayılır. Ancak gelişim hep ve her zaman bilinçten yana olur.
Özetle, genetik olarak daha dayanıklı nesiller yaratma zorunluluğu, vahşet çağında altsoy üstsoy arasında üreme yasakları getirir topluluğun gündemine. Bu yasakların simgesi ise totem olur.(9) Sonuçta yaşama ve üreme ihtiyaçları hayvandan insana doğru geliştikçe, hayvan beynimiz baskılanarak, ön korteks organize olup, sürekli bir gelişime kavuşur. Artık insanlaşma süreci başlamıştır. Hayvana ait içgüdüler bilinçaltı haline gelir; oluşan yeni sosyal ilişkilerle şekillenen belli kodlar bilince dönüşerek ön beyne kaydedilmeye başlar. Başka hiç bir canlı türünde olmayan sonsuz gelişimli bilinç-bilinçaltı birliği ve zıtlığı kurulmuş olur.
Bilinç Yayı,
Cinsel ve sosyal yasakların hayvan beynine (içgüdülere) baskı yapması sonucu ortaya psişik bir enerji çıkar. Bu enerji toplumsal işlere kanalize edildiğinde, birey bu davranışıyla yüceltilmiş olur. Daha sağlıklı nesiller yetiştirmek ve daha sağlam bir toplumsallık oluşturmak adına, hayvan beynine konan yasakların ortaya çıkardığı gerilim, yeni oluşturulan toplumsal düzenin hayrına kullanılır. Bu tam bir keşiftir. Sosyal ve cinsel yasakların hayvan beynine (içgüdülere) yaptığı baskı sonucunda ortaya çıkan psişik enerjinin, toplumsal işlere kanalize edilmesiyle, toplumsallığın yüceltilmesi sonucunu yaratan bir temel atılmış olur. Buna bilinç yayı diyoruz. Bilinç yayı iki uçludur, bir tarafta sosyal ve cinsel yasaklar, diğer tarafta ise toplumsal yücelim vardır. Kişinin cinsel yasaklara uyumuna ya da toplumsal yücelimlerine kaynaklık eden yapı burasıdır. Bu yapı, genetik yapısına ve kültürel ortama göre kişinin karakterini oluşturan temel yapıdır.
Bilinç yayı dediğimiz yapının temel işlevini anlamak günümüz insanı için özellikle önem kazanıyor. O halde yine kısaca tek cümleyle şöyle söyleyip geçelim, bilinç yayı yukarıdan gelen bu baskıdan dolayı oluşan gerilim enerjisini (Freud bunu psişik enerji olarak keşfeder) insani yücelimlerde kullanılmak üzere depolar. Toplumsal kuralların çapı ve kalitesi işte bu noktada önem kazanıyor. Bu işleyişin kişi beyninde olduğunu düşünürsek, kişinin yaşadığı toplumsal ortamın onu doyurup doyurmadığı, orada var olup olamadığına bağlı olarak bilinç yayı değişik biçimlerde etkilenir. Eğer toplumsal atmosfer kişinin var olduğunu hissettirecek durumda ise, biriken psişik enerji insani yücelimlere yönelir. Her türlü yaratıcılık burada oluşan enerjiyle ortaya çıkar. Cinselliğin tabu derecesinde çok sıkı bir şekilde yasaklandığı ortamlar ise canlı bomba gibidir. Oysa bu durum hayatın olağan akışına terstir, çünkü insanın temel kurulumunda üreme ve cinsellik bulunduğu için mutlaka bir ifade yolu bulmak zorundadır. İşte bu noktada ya eskiden köylerimizde olduğu gibi erken evlilik yoluyla bu içgüdüsel zorlama insani toplumsal bir yöne doğru kanalize olur ve toplumsallaşır. Ya da eğer sosyal ortam buna izin vermiyorsa -ekonomik, sosyal, kültürel vs nedenlerle- kişinin bilim, sanat, kültür, yaratıcı herhangi bir var oluş biçimi için kanallar olmalıdır. Yani kişi, oluşan psişik enerjiyi bu tür (ama gerçekten onun için yaratıcı olabilecek) bir etkinliğe yöneltebilmelidir. Her iki halden birisi eğer o toplumsal ortamda yoksa işte hastalık tam da burada başlar. Kişi ne içgüdüsel zorlamaları insani bir kanala yönlendirebilmiştir ne de biriken psişik enerjiyi insani yücelime dönüştürebilmiştir. İşte saatli bomba burada çalışmaya başlar.
Karakter Parçalanması,
Kişinin bilinçaltndan gelen içgüdüsel zorlamalar için bulabileceği olağan çözümler bunlar. Bu, kişi-toplum diyalektiğindeki olağan işleyiştir. Bu işleyişteki en önemli noktalardan biri toplumsal kuralların kişiye heyecan verip vermediği, onu canlandıran bir tarafının olup olmadığı konusudur. Toplumsal kuralların hangi ihtiyaçtan çıktığını, daha doğrusunun ne olabileceğini düşünmeden sürü psikolojisiyle o kuralları benimsemişse, aslında o kuralların gerçek nedenini anlamamış demektir. Kültürel değerlerle kendi anlam dünyası arasında düzgün bir irtibat kurulamamış demektir. Bu durumda kişinin elinde kalan karakter, hayvansal içgüdülerin sesine fazlasıyla kulak verir. Çünkü bu içgüdüleri toplumsal değerlerle kişisel insani yücelim yaşayabileceği bir yaratıcılığa yönlendiremiyordur. Karakterin yönetimini hayvansal içgüdüler ele geçirmiştir dersek yanlış olmaz. Başta cinsellik olmak üzere, beslenme-yeme içme, güvenlik-şiddet, hayatta kalmak-bencillik gibi temel güdülerdir bunlar. İnsan için genetik ve kültürden ibaret bir varlık dersek, böyle bir karakterin kültürel değerleri genetik yapıyı yönlendiremez, karakteri içgüdüler ele geçirir. İşte bu süreci sistem her türlü yol ve yöntemle kışkırtır. Sistemin bugün ömrünü uzatmasının tek yolu da budur. Görünürdeki diğer biçimlerin gerçerliliği inkar edilemez, ancak ana halka burasıdır. O yüzdendir ki günümüz, kişinin her anlamda parçalanma çağıdır. Alternatif diğer tüm toplumsal biçimleri alaşağı ederek, tüm dünyayı pazar haline getiren kapitalist sistemde, herşey paradır ve para aslında bu iş içindir. Sistemin, bireyde zaten potansiyel olarak var olan açlıklarını kışkırtarak, paramarça etmeye çalışmasının nedeni budur.
Kaynağından, özünden iyice uzaklaştırılıp, daha beşikteyken sisteme entegre edilen kişi, parayı ve zamanı, bu döngünün yükünden uzaklaşmak, ya da tadını çıkarmak adına, yine sistemi besleyerek kullanır. Kapitalist düzende herşey eşittir para demiştik ya, zevkimiz, sefamız, tatilimiz, eğlencemiz, hobilerimiz gibi hastalıklarımız, takıntılarımız, zaaflarımız da paradır ve yine sistemi güçlendirir. Hastalığınız da sistemi beslemek için sistem tarafından kullanılır. Madem hastasınız, o halde, artık, sağlık sektörünün malzemesi olursunuz. Sizi tedavi ettiklerini sanırsınız, ama tedavi edilmezsiniz, ya ömür boyu bir poşet dolusu ilaç kullanmanız, ya da tahmin edilen ömrünüz kısaysa, pahalı tetkik ve tedavi yöntemlerinin denendiği denekler olursunuz. Sistem sizden kar etmeye, teşhis, tedavi, ilaç sektörlerinde son nefesinize kadar sizden faydalanmaya devam eder.
Kişi parçalanırken, binlerce yıllık bastırılmış açlıkları ortaya çıkar, büyük bir dinamizm gösterir ve kapitalizmin pazarlarına taze kan verir. Kişi kendisini körleştiren, düşünemez hale getiren, gerçek hayattan kopartan her şeyi kendi parasıyla ve zamanıyla arar, bulur ve içine girer. Psikotrop ilaç kullananların, uyuşturucu bağımlılarının sayısı sürekli artar. Hatta, küçücük çocuklara, hiperaktif bu deyip, onların duygu durumlarını düzeltmek şöyle dursun, duygusal algılarını baskılayan ilaçlar verilir. Bireysel erk çevriminin bir yüzü olan parçalanma süreci hemen her konuda işte böyle ilerler. Biri uyandırmadığı sürece de o halde kalır. Orada kalmaktan memnundur. Kişiyi dizginleyen toplumsallıklar ortadan kalktığı için kişinin bu sürecine dur diyebilecek hiçbir geleneksel yapı, araç veya yöntem de yoktur. Kişinin dinlediği, inandığı, güvendiği hiçbir sosyal grup kalmamıştır. Her türden bağımlılığın da beslendiği yer burasıdır. Herhangi bir değere inanmakla inanıyormuş gibi yapmak ayrımını net olarak görebiliriz günümüzde. Alışkanlıktan ya da her hangi bir nedenden dolayı ne türden olursa olsun bir toplumsallığın içinde olduğunu sanan kişinin trajedisi burada başlar. İnandığı gibi yaşayamadığı gibi yaşadığı şeylere de inanamaz. Örneğin namaz kılıp, başını örter ancak biraz sonra ticaret yapar, kar eder ya da yalan söyler. Ya da hepimiz kardeşiz, paylaşmalıyız der ama özel işlerini, ilişkilerini kimse bilmez.
Para Zaman Açlık - Para Zaman Daha Büyük Açlık,
Bireysel erk çevriminin parçalanmış insanı para ve zamanı bulunca enerjiye kavuşur. Bunları bulamayınca bunalıma girer. Para ve zamanı bulduğunda yapay bir enerjiyle dolar, ta ki o enerji bitinceye kadar harcar ve yine başa döner. Bu döngü böyle devam eder. Ta ki artık hastalıktan dönüşün olmadığı bir noktaya kadar, artık karakterini paçavraya çevirmiştir. İçinde bulunduğu toplumsallığın değerlerine gerçekten inanmadan onun içinde yaşayan insanlar ortak yalanlara tutunurlar. Bugünü okumak konusunda isteksizdir bu sosyal ortamlar. Genellikle eski çevrimlerin duygu ve düşünce aleminde yaşarlar.
Günümüzü ve gerçek ihtiyaçlarını okumaya yeltendiklerinde, onları bir arada tutan toplumsallık dağılma tehlikesi yaşayacaktır çünkü. Günümüzü okumak inandıkları, bildikleri hemen her şeyi değiştirecektir ve ortak yalanlar yıkılacaktır. İşte önümüzdeki zamanlar tüm bunları fazlasıyla göreceğimiz zamanlardır.
Erkeğin İktidarı da İktidarın Erkeği de Ölmüştür ve Ölüler Gömülür...
Bu türden çöken yalanlardan birisi de erkek iktidarı yalanıdır. Erkek iktidarı çöküşe geçtiği halde hala öyle bir iktidar varmış gibi hayatına devam eden erkek sürüsü ve onun problemleri ile uzunca bir süre meşgül olacak gibiyiz. Kadın cinayetlerinin genel nedeni budur. Aslında biten erkek iktidarıdır ve bunu her iki taraf da bilir. Erkek karakteriyle, yetenekleriyle, insanlığıyla varolmak zorundadır artık. Eski zamanlarda olduğu gibi sadece ''erkek'' olmak, özellikle potansiyel taşıyan kadın için bir anlam ifade etmez. Hatırlayalım, komünün bütünsel yapısı medeniyetle parçalandıkça ortaya kişi çıkmıştı. Bunun günümüz için son derece ibret verici sonuçları vardır. İşte bu kişi artık ''ama ben erkeğim'' diyerek bir yere varamaz. Özellikle potansiyeli olan kadınlar için bunun bir anlamı yoktur, yanıt hazırdır ''tamam erkeksin o belli de, bunun anlamı ne''. Ne demek olduğunun yanıtını veremeyen bir erkek ve onun devam etmek isteyen iktidarı. Kadının trajedisi de burada başlıyor, toplumsal işbölümünde nasıl bir anlamı olursa olsun önemsizleşiyor o erkek karşısında. Hakim de olsa dayağı yiyor, üstelik şikayet de edemiyor. İşte kadın artık buna izin vermek istemiyor, bu nedenle kadın cinayetlerinin artacağını biliyorduk. Öyle de oldu, üstelik önümüzdeki zamanlarda bacıyanların karşı ataklarını da göreceğiz. Özellikle erkeğin sapkın eğilimlerini makaslamak isteyen kadın birlikleri gördüğümüzde şaşırmayalım, yakındır.
Erkek cinsi kadına karşı binlerce yıldır büyük suçlar işliyor ve hala da devam ediyor. Ancak sonuna gelindi, hiçbir iktidar sonsuz olmadığı gibi erkek iktidarı da sonsuz olamaz. Erkek tüm suçlarını olabildiğince insanlaşarak telafi edebilir. İnsanlaşmaktan başka yol yalandır. Para pul, mülkiyet, şöhret, iktidar gibi oyuncaklarla binlerce yıldır oynayıp duruyor erkek. Yarattığı dünya ortada, yaşadı ve gördü. Dersini alır mı bilinmez, ama ders alanlar için tüm kapılar açılmıştır. Her yerde bombalar, her yerde tecavüz, her yerde hırsızlık, her yerde zülum. Erkek iktidarının geldiği son nokta burasıdır. Tarihin bu yerinde erkeğin tabi eğer gerçekten erkek olmak niyeti varsa söyleyebileceği tek cümlesi kaldı bizce ''Özür... özür... özür...''
Mal Bilinci'ne Kadın Makyajı,
Günümüzde genellikle erkeklerde yücelim açlığı pasifleşirken, cinsellik adeta rayından çıkmış bir tür patlama halindedir. Kadınlarda ise durum tam tersidir. Yücelim açlığı adeta patlarken, cinsellik erkeklere eşlik etmez, geriden gelir. Kadın, ana tanrıçalardan sonra kaybettiği konumunu arayan, ama bunu belli bir temele oturtamadığı için anarşi yaratan durumuna düşer genellikle. Modern çevrimle beraber bu konuda aşamalı olarak belli zaferler de kazanır ve erkekten çok farklı bir psikolojiye ulaşır. Eve kapatıldığı için adeta ev psikozuyla ruhu sakatlanmıştır. Zaman zaman bunu aşmakla eve kapanmak arasında gidip gelir. Erkeğe göre fazlasıyla basit işlerle oyalan(dırıl)dığı için erkek tarafından belirlenme kompleksi yaşar. Özgüveni yerinde kadınlarda bile bu psikoz zaman zaman ortaya çıkar ve bu yüzden sırf erkek cinsinden geldiği için gerçek insani yardımları da görmez, göremez. Erkeğin malı ya da ganimet nesnesi haline getirilmesi modern çağda belli oranlarda kırılsa da, en gelişkin ülkelerde bile incelmiş biçimlerde sürüp gider. Kadın bu gerçeğin farkında olarak yücelmek isteğiyle dolar, ancak sınıflı toplum yapısı kadını yine cinsellik alanında tutmak ister ve bir eğilim olarak kadın bu kandırmacaya genellikle düşer.(10)
Kadın binlerce yıldır bastırıldığı için muazzam bir yücelim açlığıyla doğar. Yücelme isteğinin sınıflı toplum tarafından nasıl piyasalaştırıldığından bahsetmiştik. Yücelmek için her türden yeteneğini ortaya koymak ister, ancak yeteneklere gerektiği gibi değer verebilecek bir toplum yapısı bulunmadığı için erkeğin en geri yanlarını kullanma yoluna sapar. Kadının şifaya kavuşması ancak gerçek yeteneklerle, gerçek insani yücelimler yaşamasıyla mümkündür. Bunlar, elbette kişiye göre değişkenlik gösteren en genel eğilimlerdir ve yeni nesiller bunları normalize edebilir. Tabi sırası gelince. Yeni nesiller cinsel deneyimleri de erken yaşlarda yaşayarak normalize ediyorlar. Kadını en çok baskılayan cinselllik alanı, onun toparlanmasına yardımcı olabilecek alan haline gelir böylece. Cinselliği toparlamakla yücelim açlığını da dengeleme potansiyeli elde etmiş olur. Ancak henüz yolun başındadır. Şimdilik cinselliğini bile ortaya sererek yücelmek isteyen parçalanmış kadın tipi hakimdir. Sonuçta eskinin baskılarından bir nebze de olsa sıyrılmıştır, ancak istediğini erkek düzeninde yapamayacağını bilir, pasifleştirir kendisini. Kişinin parçalanması, erkek ve kadında böylesine farklı seyirler izlediği gibi, her bir kişinin de hem parçalanması hem toparlanması benzersizdir.(11)
Erkek düzeninin kadını mal olarak görme alışkanlığına kadın dolaylı yollarla karşılık verir. Bakım ve güzellik adı altında makyaj, şık giysiler ve benzeri ilüzyon yaratan nesnelere bürünerek kendisini beğendirmek ister. Onbin yıldır baskı altında yaşayan kadının, kendisini olduğunudan fazla gösterme çabası, erkek düzenine yönelik bir kadın aldatmasından, zorunlu bir ilizyondan başka bir şey değil. Bu tür illüzyonlara başörtülü müslümanından, feministine ya da anarşistine kadar her türden, her sınıftan kadın dahil edilebilir. Erkek düzeni her yerde ve her sınıfta devam eder çünkü. Elbette kadın bu ve benzeri yöntemleri geliştirdiği için suçlanamaz, tam tersine erkek düzeninin son bulması için gece gündüz çalışmalı, sonucu çıkarılmalıdır. Ve tabi sahici çözüm sınıflı toplum yapısını aşan yeni tür toplumsallık yaratabilmektir.
Sonuç olarak, kadının gelişim seyri erkeğin tarihsel olarak ona ne kadar borçlu olduğunu gösterir sadece. Tarih bu borcunu ödeme fırsatı da sunuyor erkeğe. Şimdi ve önümüzdeki çağda erkek, elinden gelen her türlü desteği verebilirse, tarihsel borcu da ödenmiş olabilir. Bu hem kadının hem de erkeğin insanlaşma yolunda yeniden doğumu olur.
Dipnotlar:
1* Klasik bilim insanlaşmayı teknikle izah ededursun gerçeğin tam tersi olduğunu görüyoruz bugün. Açık bir şekilde alet gelişimi yerinde saydığı halde insanın beyin gelişimi onu kat be kat aşmıştır. İnsanımsılar, üç milyon yıl boyunca taş tekniğinde patinaj yaparken en temel gösterge olan beyin gelişimi onu defalarca aşıyordu. Pozitivist bilim ise tersini yorumlar, tekniği insanın önüne koyar ve tekniğe tapınılmasını ister, gizli ya da açık bir şekilde. Doğal ve toplumsal geçmişin belgeleri önyargısız biçimde incelenirse tekniğin insanı yaratmadığı, tam tersine insanın tekniği yarattığı görülür. Aletin gelişimiyle beynin gelişim hızını yanyana koymak bunu ispatlayabilmek için yeterlidir.
2* İnsansı maymunlardan insan türünün ilk ayrılışı , 5 milyon yıl önceye tarihlenebiliyor. 5 milyon yıl önceki ilk geçiş fosili Australopitekus'tur. Güney ve Doğu Afrikadan Endonezya‘ya yani Uzak Asya’ya kadar gezinen birçok türü var. Dik yürüyen ilk ayak izleri ise Doğa Afrika-Tanzanya'da bulunmuş, 3,7 milyon öncesine ait.Becerikli insan denilen Homo Habilis, ilk Olduvan taş aletlerini geliştirip yaygınlaştırır, Afrika’dan Endonezya’ya kadar ekvator çizgisinde dolaşarak yaşar. Bundan sonra yine insanımsılardan -bir pitekandrop türü- olan Homo Erectus çoğalır . Ateşi kontrol ederek dünyanın kuzey bölgelerine Çin’e çıkar . Ateşin ilk izlerine zamanımızdan 400 bin yıl önce buralarda rastlanır. Sinantropus adını alan bu türler Asya’dan Avrupa’ya doğru yayılır ve başka çeşitler halinde çoğalır. Piltdovn ve Heiderberg insanı bu türlerdendir. Bu türlerin yaygınlaştığı zaman 400 bin ile 200 bin yıl öncelerini gösteriyor. Yeri gelmişken burada verdiğim fosil isimleri ya da başkaca bulgulara konumuz açısından mümkün olduğu kadar az vermeye çalışıyorum. Arkadan yine ateşi daha iyi kullanan Neanderthal insan türü ortaya çıkar ki, bu tür de bir çok çeşitler halinde on binlerce yıl içinde gelişip yaygınlaşır . Mağaralardan ateş ile ayıyı kovar ve mağaralara yerleşir. Bu yüzden insanın bilebildiğimiz ilk cinsel yasağının simgesi totem tanrısı ayı’ dır. Bu türün hemen yanı başında Sapiens denen akıl insanı belirir.
3* İnsan aklı sadece diğer insan üzerinde üstünlük kurmakla kalmaz, tüm canlı türleri üzerinde de bunu yapar. Doğadan çıkıp geldiği halde çıktığı kabuğu tekmeler, ki eğer farkedip tedavi etmezse, bu genel eğilim onu hiç beklemediği anda yerle bir eder. Herhangi bir canlı türünün yok olması ile kendi türünün yok olması arasındaki bağlantıyı kurmamakta ısrarcıdır hala. Üstünlük kompleksini diğer canlı türleri için özellikle hisseder, çünkü hala insanlaşamamıştır, hala hayvancıl komplekslerine esirdir.
4* Toplumun doğuşunda etkisi olan unsurlar, toplumun ve bireyin daha derin anlamlarına ulaşmak açısından önemli bir konu. Bunlardan üreme sistemini düzenleyen unsur olarak cinsel yasak, dik yürümeden, teknikten ve aletten sonra insanımsıların hayatına girdiği halde hayatını kökten değiştirmiştir. Önce sürü sistemini yasaklamıştır, daha sonra kuşaklar arasındaki üreme yasaklanır, kuşak içi cinsel yasaklar ve nihayetinde kan teşkilatlanmasına dayanan toplumsallaşma gelişir. Cinsal yasak unsuru diğer unsurlara da biçim vermiş gibi görünüyor. Sonradan , sınıflı toplumla birlikte, üremeye göre üretimin hızı ve gücü artar. Doğal çevrimlerin etkisinden toplumsallaşma ile birlikte çıktığı tarihten itibaren üremenin gücü ve etkisi devam eder. Çünkü sınıflı toplum da komünün içinden çıktığı için öncelikle komünal yapılar ve gelenekler le kuşatılmıştır. Komün ise birlikte hareket etme yeteneği demektir, asıl gücünü buradan alır. Kollektif hareket yeteneği daha sonraki toplumsal biçimlerde azalır, çünkü sınıflı toplum sürekli olarak komün yapısını parçalayarak ayakta kalabilir. Diğerleri ile arasına bir çizgi çekip çizginin bu tarafını kutsal diğer tarafını düşmanlaştıran, bölen, parçalayan bir tutumdur medeniyetin tutumu. Komünün üreme gücü ve hızı giderek sınıflı toplumun komünleri parçalayıp medenileştirmesiyle azalır. Üretimin gücü ve hızı giderek artar. Toplumdan önce üretim adını alabilecek bir faaliyet yoktur, üretim toplumsal bir olgudur. Doğal çevrimlerin mirası üreme ile toplumsallığın unsuru üretim arasındaki karşılıklı bağlantı başından itibaren incelendiğinde ortaya bazı sonuçlar çıkıyor. Üretim, kendine yeter vayiyetten çıkıp artı ürünü sermaye olarak değerlendirmek ve böylece yeni sermaye birikimi için koşulları hazırlamak demek. Bu tür bir faaliyet kendine yeteninin fazlasını ticaret malı haline getirmeyi gerektirir. İnsanlık bunu tarımsal besin üretimiyle yaptı. Biriken fazlalık ürünün ticaret malına sonrasında sermayeye dönüştürülmesi yoluyla komün içinde bir grup insan mülkiyet sahibi olup politik iktidar ayrıcalıkları edinmiş oluyordu. Sınıfsal ayrımları körükleyen ise kendine yetenden fazlasını üretmek ve bunları özel mülkiyete dönüştürmekti. İnsanın cennetten kovulmasının simgesi olan elmanın efsanede böyle bir anlamı vardır. Elmaya ve beraberinde getirdiği ayrıcalıklara sahip olmayanlar ise barbar akınlarıyla ve daha sonra sosyal devrimlerle üretimin dengesizliklerini dengeye çekmeye çalışırlar.
5* İnsanın komün gelenekleriyle yaşadığı dönemlerde, komünün tüm bireyleri o topluluğun içinde kardeşçe yaşıyorlardı. Ta ki, erkeğin hayvanı evcilleştirerek sürü ekonomisini geliştirmesine kadar durum böyleydi. Yeni neslin, sağlıklı ve sağlam bir genetikle yetişme uğraşı içindeki dişinin; yuva bellediği yere hapsedilmesiyle sonuçlanan bu süreç, komünü önce kadın-erkeğe parçaladı. İnsanın beden ve ruh dengesi böylece bozulmaya başladı . Bu miras, antik ve modern medeniyetler boyunca, komünü, ırklara, ümmetlere, uluslara, sınıflara, tabakalara ve kişilere kadar parçalayarak günümüze ulaştı. Sınıfların, egemen zümrelerin olduğu uygarlıklar boyunca, kişiler çeşitli boyutlarda ezilerek, köleleştirilerek, yozlaştırıldı. Ancak bu yozlaşma sonuna kadar süremez, çünkü doğan her çocukta tüm insanlığın mirası yeniden doğmuş oluyor. Ve bu miras sınıflı toplum kurmaylarının sandığı gibi beş on bin yılda sinilmez. Öncesini saymasak bile en az beş milyon yıllık miras öyle kolayca paçavraya çevrilemez.
6* Günümüzdeki liderliğin ya da lidere biat etmenin kökü buraya kadar uzanır. Sanıldığı gibi yeni bir olay değildir. Kişisel kalite ortaya çıktıkça lider ihtiyacı da ortadan kalkar.
7* Tevrat'taki Adem-Havva ve çocukları arasındaki cinsel alışveriş serbestisi, Lut'un kızlarıyla yatışı, Davut'un çocukları arasındaki cinsel ilişkiler hep böyle bir temelin her toplum gerçekliği içinde yakın tarihlere kadar süregelmiş bir tabanı olduğunu anlatır.
8* Toplumların kuruluş aşamalarında bilinç yayının yücelim tarafı aktiftir daha çok. Kuruluş tamamlanır, organizasyon rayına oturur, daha rahat bir yaşam standardına kavuşulduğunda ise cinsel açlıklar ortaya dökülmeye, zevk, sefa arayışları başlar. Bahse konu topluluğun ortak değerleri her ne olursa olsun (bölge,ırk,din, millet) bir süre sonra ortak yalanlar haline gelir ve artık müzeye kaldırılmak üzere süs eşyalarına dönüşür. Süs eşyası haline gelmeden önce mutlak bu aşamadan geçer. Ancak süs eşyası haline geldiğinde ise artık geri dönüş yoktur, olsa olsa kof yücelimlerin malzemesi olur. Ok yay gibi, kilimler gibi, tüfekler gibi duvarlara asılan ya da raflarda sergilenen eşyaları bu açıdan incelemek yerinde olur. Doksanlarda duvarlara en fazla Che asılırdı, Atatürk'le yarış halinde, şimdilerde en çok ayetler ve dinsel içerikli hat örnekleri.
9* Totemi insan böylelikle yaratır. Totem ya da kutsallığın gelişimine fazla girmeden konu ekseninde gitmek gerekirse; tek cümleyle şunu söyleyelim ve geçelim. Totem, ilkel komünün tüm hayat düzeninin sembolüdür ve her kan teşkilatının, klanın, boyun, aşiretin kendi totemi bulunur. Totem, üreme ve yaşamaya dair kural ve düzenlemeleri temsil eden dışsal bir unsur haline gelir ve dolambaçlı yollardan tek tanrıya kadar gelişir. Tek tanrı fikri İbrahim'le beraber net bir şekilde ortaya konulduktan sonra ise çevrimin genel kanunu yine işler, totemler baskılanır ve cin olarak formüle edilerek yasaklanır.
10* Sınıflı toplum, insan davranışlarını yönlendirme konusunda hayli yol kat etmiştir. Rıza üretme yöntemleri, toplum mühendisliği, bilinçaltı saldırıları gibi uzmanlık alanlarında azımsanamayacak sayılarda bilim insanları çalışır. Bu açıdan durum, Orwel'in 1984'teki kurgusu gibi değil, Huxley'in kurgusu gibidir. İnsan, kendi rızasıyla giyer deli gömleğini.
11* Sonuçta, sınıflı toplumda yaşayan kişi için, bilinç yayının her iki ucundaki açlıkları doyurması para ve zamanı elinde bulundurmayı gerektirir. İşte tam da bu noktada, iki yol çıkar kişinin önüne. Ya sürekli parayı kovalayarak açlıklarını bilinçaltından hortladığını fark etmeden yaşayacak, bunlar bittiğinde yine para-zaman arayışına girişecek ve bu kısır döngü içinde herşeyi mübah sayan çeşitli yozlaşmalarla insanlıktan çıkacak ya da bunları daha sağlıklı, özüne, kaynağına (doğaya) ihanet etmeden bilince çıkararak insanca bir toplumsallığa ulaşmak için sıçrama tahtası olarak kullanacak.
Çok güzel bir yazı. Aydınlatıcı oldu. Teşekkür ederim.
YanıtlaSil