
doğup yaşamaya başladığım ilk günlerde ustaların bir yönü çok ilgimi çekmişti...
ustalar, akışı görmeye ve ona uyum sağlamaya çalışmışlardı hep... onlara belki de bu yüzden usta diyoruz...akıştaki kanunlara işaret ederken kişisel bir dil kullanmışlar... dil derken kullandıkları ''şey'' konuşma ya da yazma dili olmayabilir de... bazen müzikle, bazen efsane ve masallarla, bazen kutsallıkla, resimle ya da dansla anlatmışlar... akışın şurasını ya da burasını aydınlatmakla kalmamışlar her biri ''akışa uyum dehası'' olmuşlar... onları en çok yoran, en çok zorlayan ise içine doğdukları çevrimin temel karekteristiği olmuş...
içine doğdukları dünyada totemler hakimse ortak algıya seslenmek için totem dilini kullanmışlar, tek tanrının kutsallığı hakimse kutsal kitaplar yazmışlar, bilimin soğuk dili hakimse bilimsel formüllerle konuşmuşlar...ama ustalar o çevrime hakim olan ana akımın önermeleri ile kendilerin bağlı hissetmemişler hiçbir zaman...ana akımın, akışı nasıl tarif ettiğini umursamadan kendi kişisel anlatımlarını ortaya koymuşlar...
toplumsallığın birey üzerindeki tüm sisli bulutları dağılırken bireyin aklına zerk ettiği tüm kavrayışlar da birer birer eriyordu...içinde yaşadığım canlıda da bu böyle oluyordu...kavramların açıklayıcılık özelliği kayboluyor...aile, din, ulus, sınıf ve daha bir sürü toplumsallık biçimlerinin bireye öğrettiği tüm değerler sistemi çöküyordu...çöküşün yeri ise bireyin kendisiydi, işte bu yüzdendir ki ben ortaya çıktım...içinde yaşadığım canlının beyninde bu toplumsallıkların etkisi azaldıkça ben ortaya çıktım ve yaşamaya başladım zaten...
etraftaki benzer canlılar ve içinde yaşadığım canlı, hiç bir toplumsallığı ikna edici bulmuyor, peşinden gitmiyor...çünkü eski çevrimin toplumsallık biçimleri çöküyür...masallar, mitler, dinler, bilimler ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar tüm akışı kendi başlarına izah edemiyorlardı...buna cüret ettikleri yerde ise komedi başlıyor...ilkel astroloji bilgisi ile tüm akışı izah etmeye kalkanları mı ararsınız, ''nasıl bakarsan dünya da öyle olur'' diye ortalıkta dolaşan kişisel gelişimcileri mi ararsın...bunların hepsi kuran'da var diyeni mi...ya da higs bozonunda tüm evrenin şifresini bulacağını sanan bilimci mi istersiniz...
içinde yaşadığım canlım yine bir kelime bularak buna bireysel erk demeyi tercih etti...tabi saçmalık...ne de olsa bir kavram...ve hiçbir kavram anlatmaya cüret ettiği gerçeği tam olarak bilemez ne de olsa... ama biz onun kavramını kullanalım yine de...çünkü bozulabilir, neyse bunlar hep ego işte...bireysel erk ''akışı okumak ve ona uyum yapmak'' demek...oysa ustalar açısından bu hep böyleymiş...çünkü onlar hangi çevrimde olurlarsa olsunlar akışı okumak ve uyum yapmak konusunda kendi çağlarının toplumsallığı ile bağlı kalmamışlar...bunu bir yaşayan haline geldikçe daha iyi kavradım....
daha ötesi de var...şöyle anlatayım, kişi-toplum ilişkisi toplumsal erkten, bireysel erke doğru bir gelişim izlemiş...eski çevrimlerin ağır toplumsallığı altında ezilen kişi erki, artık tarih sahnesine olgun bir şekilde çıkmak istiyor...yani artık eski çevrimlerde şifacı, şaman, peygamber, filozof, bilimci olarak gelen ustaların yaptığını her bir kişi kendi başına yapmakla yüzyüze...yani artık herkes kendisinin peygamberi olmak durumunda...

ve anladım ki önemli olan akışın kendisi imiş...onu nasıl, ne şekilde, hangi kelimelerle anlatırsak anlatalım tam bir anlatım olamazmış...nasıl ki hiçbir şeyin bir eşi yok, bu da öyle birşey...gerçek akışın da bire bir anlatımı olamazmış..o yüzden tek bir dizgeye göre, tek bir paradigmaya göre anlatmak imkansızmış... hele hele artık kişinin kendi sınırlarını bulma ve yaşama isteği bugün böylesine artmışken bu imkansız....yani herkes akışı kendince anlıyor ve anlatıyor...tabi anlayabildiği kadarıyla....ben cümlelerle filan anlatıyorum bir diğeri dansla. bir diğeri akıştaki motiflerden hangisiyle daha sıkı fıkı ise oradan anlatıyor. benim görmediğim öyle bir yere işaret ediyor ki ağzım açık bakıyorum. hiç böyle bişey görmemiş oluyorum çünkü...bunu ancak başka bir yaşayan yapabiliyor...yaşamayan biri bunu yapamıyor... yaşayan birini, yaşamayan biri şaşırtamıyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder