6 Aralık 2021

Sendikal Manifesto

                                      BÜTÜNCÜL SENDİKAL ANLAYIŞ

        Dünya ve ülkemiz iki kutuplu süper güçler rekabetiyle yürüyen soğuk savaşın sona ermesiyle yeni bir çağa adımını attı. Genellikle küreselleşme olarak tamımlanan bu yeni çağın birçok alanda derin etkileri oldu ve olmaya da devam ediyor.
    
    İçine girdiğimiz bu yeni çağda soğuk savaş dönemine ait tüm sosyal, siyasal, ekonomik gerçekler yeniden biçimlenmiştir. Bu biçimlenişe asıl yön veren ise yeryüzünün bir tek pisaya haline gelmesiydi. Bunun anlamı yeryüzündeki tüm doğal ve insani kaynakların piyasa için malzeme haline getirilmesi olmuştur. Yeryüzü piyasasının sürekli büyümeye endeksli yapısı üretim ve tüketimin azgınlaşmasını da beraberinde getirmiştir. Her türlü mal ve hizmetin en az maliyetle, en azami karla üretimi ve tüketimi için organize olmuş bir piyasa yapısıdır söz konusu olan.
        Bu yeni çağda çalışanların sanayi devriminden beri elde edip biriktirdiği sosyal,siyasal, ekonomik, sendikal hak ve özgürlüklerin kutuplardaki buzullar gibi eridiğine tanık olduk. Sadece çalışanların hak ve özgürlüklerinde değil bilim, sanat, kültür, eğitim, sağlık,ahlaki, insani değerler gibi hayatın her alanında bir çölleşme ve erezyon hakim oldu. İşte böylesi bir çağın içindeyiz.


        Bu süreçte çalışan kesimlerin bugüne kadar kullana geldikleri mücadele araç ve yöntemleri iki kutuplu dünyaya ait geleneksel biçimleri aşamadı. Dolayısıyla işverenler veya sermayenin politikaları karşısında yetersiz kaldı ve bu durum emek hareketinin genel bir krizi
olarak yaşandı.
        Çalışan kesimlerin temel mücadele ve örgütlenme araçları olarak sendikaların hem teorik hem de pratik düzeyde içine girdikleri bu krizde üç tür tutum takındıklarını görüyoruz.
        Birinci tutum, çalışanların haklarını işverenle iyi ilişkiler kurarak geliştirilebileceğine inanan tutumdur. Bu tutum genel olarak işverenin ve iktidarın yanında yer almasıyla mevcut yasal hakların bile kullanılmadığı yukarıdan ne verilirse onunla yetinen bir pozisyonda kalınması sonucunu doğurur. Üye sayısı, örgütlülük ve mali açıdan niceliksel olarak büyük veya şişkin olmalarına rağmen bu sendikalar niteliksel olarak etkili olamayıp çalışanların haklarını koruma ve geliştirmekten ziyade çalışanlarla işverenler arasında bir tür sözcülük
görevi yürütürler. Bu sözcülük eninde sonunda çalışanların değil işverenin ve sendika yönetiminin çıkarlarına hizmet eder. Çalışanlar veya üyeler ise sendika yönetimlerinin oyalama, uyutma, erteleme gibi taktiklerini çoğu kez görmez, göremez. Dolayısıyla sendika yönetimi ve üye arasındaki ilişki bir tür yozlaşmaya, çürümeye ve karşılıklı birbirlerini temelsiz, boş bir şekilde onurlandırmasıyla devam eder. Sendika yönetimlerinin bu taktiklerinin üyeler ve çalışanlar nazarında gerçek bir sendikal faaliyet olarak algılanması ve yüceltilmesi sendikal bürokrasinin ikiyüz yıllık birikimi ustaca kullanmasıyla ilgilidir. Sonuçta işveren karşısında elpençe divan duran fakat üyelerine ise yukarıdan bakan bir sendika yöneti ortaya çıkar. Bu tür bir stratejiye karşı zaman zaman amatör ruhla yola çıkarakyeni arayışlar içine giren çalışanların ise karşı oldukları sendikal bürokrasi tuzağına düştüklerine bir süre sonra eleştirdikleri anlayışın taşıyıcısı olduklarını sıkça görürüz.
        İkinci tutum, somut durumu ve şartları dikkate almadan hemen her uygulamaya, değişikliğe, gelişme ya da gerileme durumuna hiçbir öneri sunmadan muhalefet etme tutumudur. Bu tutumun sahipleri sendikal çalışmayı, muhalefet etmekten öteye geçen pratikte uygulanabilir öneriler araştırıp geliştirmeden “muhalif” olmanın verdiği psikolojik rahatlığın arkasına sığınarak yürütürler. Bu tutumla birlikte sendikal çalışmanın alanı, işveren ya da iktidarın politikalarına muhalefet etmek gibi dar bir alana sıkışmış olur. Bu tür bir tutum sendikaların işyerinde ve genel olarak toplumda kötü görüntüye sahip, her şeye muhalif, aksi, hatta yeri geldiğinde rahatsız insanlar olarak algılanmasını, uzak durulması gereken kişiler olarak algılanmasını beraberinde getiriyor. Sonuçta haklı olunan durumlarda bile her şeye muhalif bir kimliğe sahip oldukları için prestij kaybından ötürü sözü dinlenmeyen, peşinden gidilmeyen bir sendikacılık ortaya çıkmış olur.
        Üçüncü tutum ise, etliye sütlüye karışmayan mevcut durumla fazla ilgilenmeyip, üye sayısı, aidat miktarı, makam, mevkiden başka bir şey düşünmeyen bir sendikal anlayıştır. Bu tür sendikalar, her alanda görülen tabela kurumlarına benzetmek mümkündür. Tabela ve onun altında görünürde bir sendika vardır, fakat ne yaptığından ne söylediğinden kimsenin haberi yoktur. Onlar için çalışanın hak ve hukuku gibi kavramların, sendikal çalışmanın pek de bir önemi yoktur. Birinci tutuma benzer gibi görülmesine rağmen daha pasif bir anlayışı ifade eder.
        Elbette her üç tutuma sahip sendikal anlayışların kendilerine sorulduğunda öyle olmadığını söyleyeceklerdir. Fakat sendikaların tarihi, çeşitli sosyal sorunlar karşısında ürettikleri, yol ve yöntemleri dikkate alındığında durum tam tersidir. Çünkü, herhangi bir sendikanın karne notu söylenenle yapılan arasındaki farkla çok net bir biçimde ortadadır aslında.
        Krizin nedenleri ve çözüme dair araştırma-geliştirme kapsamında ayrıntılı çalışmalar yapmak üzere şimdilik önemli birkaç noktayı belirtmekte fayda var.
        Mevcut sendikal anlayışlar soğuş savaşın biçimlendirdiği iki kutuplu dünya sistemine ait emek-sermaye çelişkisinin ürünü anlayışlardır. Programı, tüzüğü, adı, biçimi her ne şekilde ifade edilirse edilsin bu çelişkiyi gözeten sınıf ve kitle sendikacılığı olarak tanımlanabilecek bir tarihsel arka plan söz konusudur. Ülkemizde ve dünyada işte bu iki kutuplu dünya ve onun ideolojilerine göre şekillenmiş bir sendikal anlayış hakimdir. Bu anlayışa göre her tür sorun emek-sermaye temel çelişkisinin çözümüze bağlıdır. Yukarıdaki sendikal tutumların biçimlenişi de emek ya da sermaye ideolojilerine yakınlık veya uzaklığa göre biçimlenmiştir aslında. Bazı sendikalar çalışanlardan bazıları ise işverenlerden yana olagelmiştir.
        Oysa insanlık tarihi açısından geldiğimiz noktada tüm gerçekler değişmiştir. Değişen gerçeklerle uyumlu bir bakış açısına sahip olmadan sosyal, ekonomik, eğitim, beslenme, sağlık, güvenlik, hatta kişisel psikolojik hiçbir sorunun üstesinden gelemeyiz. Oysa biz hala eski ideolojilerle, felsefelerle, politik yaklaşımlarla çözüm üretmeye çalışıyoruz. İşte yanıldığımız nokta tam olarak da burasıdır. Çünkü yeni sorunlara eski bakış açılarıyla çözüm üretilemez.
        Sanayi toplumu daha en başından üretim ve tüketim temeli üzerine kurulmuştur. Üretilen mal ve hizmetlerin önce ulusal ölçekte daha sonra dünya ölçeğinde piyasalara arzı ve devamındaki birikim döngüsünün çalışması üzerine kurulmuştur tüm medeniyet. Böylesi bir medeniyetin temel unsurları da üretim ve tüketim döngülerine göre oluşmuştur. Üretim ve tüketim döngülerinin sürdürülebilirliği ise bunların sürekli olarak büyümesine bağlıdır. Hemen her araştırma, akademik inceleme bu döngünün büyümeden başka bir yolla sürdürülemeyeceğini söyler. Gerçekten de son beşyüz yıllık insanlık tarihi teknik altyapıları değişip gelişse de sürekli büyümeye bağımlı olmuştur. Üretim ve tüketimin büyümemesi demek bu devamlılığın sona ermesi demektir. O yüzden en gelişmişinden en geri ekonomilere kadar sürekli bir büyüme ekonomisinden bahseder.
        Dünyanın neresinde olursa olsun her iktidar veya uluslar arası kuruluş işte bu büyümenin sürdürülebilirliği üzerine inşa eder ekonomi-politikalarını. Oysa son otuz yıldır yaşananlar bize çok sade bir gerçeği alttan alta hatırlatmaktadır. Artık sürekli büyümeye endeksli üretim ve tüketim döngüsünü ne dünyanın kaynakları kaldırabiliyor ne de toplumların sosyal psikolojik yapısı. Çünkü üretim ve tüketimin sürekli büyümeye dayalı bu yapısı doğanın ve insanın kaldırabileceği sınırları aşmıştır. Üretim ve tüketim döngülerinin büyümeye bağımlılığı, üzerinde yaşadığımız dünyanın her türden doğal dengesini bozduğu gibi, insan yapısını da hem genetik hem ruhsal açıdan insanlıktan çıkarmıştır.
        Dolayısıyla en temel sorun olarak doğa ve insan uyumunun sanayi toplumunun başlangıcından beri adım adım yok olmaya başladığını, fakat 1990’lardan itibaren tüm dünyanın tek piyasa haline gelmesiyle bu uyumsuzluğun diğer tüm sorunların temel kaynağı haline geldiğini tesbit etmeliyiz. Emek-sermaye, çevre, şiddet, terör, etnik, eğitim, sağlık ve devamında sayılabilecek sorunların kaynağı doğa ve insan dengesinin temelden bozulmasıdır. Toplumsal, siyasal, ekonomik göstergelerle ortaya çıkan sorunların en altında çalışan gerçeklik işte budur. Çünkü hem doğa, hem insan taşıyabileceği sınırların ötesinde bir üretim ve tüketim baskısı ile karşı karşıyadır. Her türlü üretimin başlangıcı doğadır. İçtiğimiz çaydan, çiplere, uçaktan motora, bardaktan arabaya, yazılımdan beyaz eşyaya kadar istisnasız her üretimin kökeni doğaya dayanmak zorundadır. Üretim için, doğanın dışında ve ötesinde herhangi bir kaynaktan malzeme sağlanamaz. Geldiğimiz noktada aşarı üretim-tüketim ve sürekli büyümeye bağımlılık dünyanın doğasının kaldırabileceği sınırları aşmıştır. Bu, insanlığın ve dolayısıyla ülkemizin de yüzleşmesi gereken en temel gerçeğidir.
        Fakat bu gerçeğin hemen yanı başında başka bir gerçek daha var. Büyümeye alışmış bu yapı büyümenin önündeki her tür engeli kendi varlığı için tehlike olarak görüyor, ki haksız da sayılmaz. Büyümeye engel her ne varsa onunla savaşmayı görev edinmiştir. Bu engel, insan hakları, demokrasi olabileceği gibi, ücretlerin düzeyi de olabilir, sağlık, eğitim harcamaları da olabilir. Üretim ve tüketimi körüklemeyen film yaptığınızda gösterim şansı olmayabilir örneğin, ya da ne kadar saçma ve gereksiz de olsa piyasayı büyütüyorsa o mal yararlı kabul edilir, reklamı için devasa paralar harcanır. Hatta rakip sermaye grupları da veya herhangi bir ulusal devletin hükümeti de büyümenin önünde engel olarak görülerek yenisiyle değiştirmek için gereken tedbirler uygulamaya konulabilir.
        Sonuç olarak, artık günümüzde doğa ve insan döngülerinin temelden sarsılması gerçeğinin üzerinden atlayarak hiçbir soruna gerçekçi bir yaklaşım geliştirilemez. Toplumsal, kişisel sorunların çözümünden tutun da demokrasi, insan hakları, çalışma hayatı, barınma, beslenme, eğitim, sağlık, güvenlik gibi tüm sorunların çözümü bu temel sorunun farkında olup tedaviler konusundaki yaklaşımımıza bağlıdır. Teşhis ve tedavi birbirini besleyen iki etken olduğuna göre teşhisin doğru konulması bizi her adımda tedaviye yaklaştıracaktır.
        Elbette tüm bu gerçeklerle sendikal faaliyet sahasının doğrudan irtibatını sağlayacak sendikal politikaların oluşturulması sendikal alana odaklananlar için bir zorunluluk ya da görev olarak duruyor.
        Sendikaların ve genel olarak toplumların içinde bulunduğu krizi aşma konusunda çözüm üretmeye çalışmak mensup olduğumuz siyasi görüşün, milletin, sınıfın, inancın, ideolojinin ötesinde günümüzde insani bir durum olarak değerlendirilebilir. Bu insani duruşa sahip olan insanlar her türlü görüşü, inancı, felsefeyi birlikte çözüm arayışı için birer şans olarak kabul edip birlikte yol yürüyebilirler.
        Bu açıdan daha kuruluş aşamasında ve devamında olabilecek en demokratik, katılımcı bir tüzükle çalışmaya başlanmalı. Elbette eksikler her zaman var ve olacaktır. Hiçbir kurum ve kuruluşu rakip görmeden, sadece muhalefet ederek değil yapıcı, onarıcı bir anlayışla yol alınmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile