
Uzun süredir, ki bu süre kendi
zamanımla da uzun sayılır, yeryüzü zamanıyla birkaç yıla yakın oluyor.
Yaşadığımız en son hayallerin özetini anlatmamı istediğinde yaşayanım, ağzına
kürekle vurasım geldi. Kime ne anlatacaksın mevzusu açıldı yine, yine aynı
döngüler. Yine ikna oldum, hiç olmazsa şu ilk prototiplerin hikayeleri bir köşede
kayıtlı olsun. Başka yaşayanların işine yarar belki, o kadar. Tesadüfen
uğrayanlar için hikayedir tabi.
O halde hikaye özetlerine geçelim. Bu
satırları tek kalemde yazdığımı ve bir defacık öylesine üstünkörü düzelttiğimi
söylemek istiyorum. Çünkü yaşayanıma ikna olsam da içimde bir itlik var yine
de, yazıp geçesim var. ‘’de ayrı yazılır’’ filan gibi eleştiriler yapmayın
lütfen kıçımla gülerim, haberiniz olsun. O tür şeyleri geçiniz lütfen hikayeye
bakınız… Ya da bakamıyorsanız bu mektup size yazılmamıştır, feysbuka filan
bakın, derin aforizmalar okuyun… eleştiri filan yapın, hükümete, devlete,
faşizme şuraya buraya…
‘’Abi süper film yapmış adam’’
‘’Öyle mi, ne anlatmış…’’
‘’Ya işte bi üst galaksi var…onlar
dünyaya geliyo…bi de kız var..’’
‘’Ee, ne anlatıyor peki…’’
‘’Ya işte onlar onları kontrol ediyor
filan böyle, efektler filan efsane…’’
‘’Abi ne anlatıyor peki…’’
‘’Abi kurgu…efektler var.. ık, mık…’’
‘’Hay efektler gelsin sana… görüşürüz
abicim…hadi, hadi…’’
Üst dünyaymış da gelip kontrol
ediyormuş da. Güzel bulduğu şeye bak, ha sen bunu istiyorsun içten içe.
Dünyanın içine ettin, kendini de çürüttün. Şimdi her şeyi eleştiren, mutsuz, arsız bişey
olup çıktın dimi. Şimdi gelsin birileri bizi toparlasın diyorsun yani. Bu mu
güzel olan. Kodlardaki güzelliğe bakınız. Yeni sermaye öyle güzel kodlamış ki,
güzel bulduğu şeye bak. Sonra o kodlarla düşünüyorsun ve birileri bizi
toparlasın istiyorsunya, tüm insan ilişkilerinde ve her yerde böylesin. İşte o
biz değiliz mesela, seni toparlamayacağız. Sevişmeniz bile zahmetsiz olsun
istiyorsunuzya, olmaz o işler öyle. Sen,
evet sen yapacaksın bunu. Ama anlıyoruz ki çok erken bunun için. O yüzden biraz
daha ölmeye devam. Ta ki yaşayan biri oluncaya kadar. Tabi o zamana kadar bu
filmler senin için bulunmaz şeyler.
Emin ol ki, başkaları toparlamayacak
seni ama yardımcı olabilir, ben misal yardımcı olabilirim. Duyabilirsen bir iki
şeye hemen başla, bir eleştiriyi bırak ve hemen güzel bir şeyler yapmaya başla.
İki koplekslerinden kurtulmaya bak, sende her bir şey var. Bundan emin değilsin
ama yaklaştıkça, buldukça emin olacaksın bundan. Üç ayakta su içme, zaman zaman
güneşle yat güneşle kalk, sevmeden sevişme, gece yemek yeme, arada bir oruç tut
açlık performansını arttır. Dört tüm liderlerin peşini bırak, aklını, ruhunu
kendi ellerine al. Beş korkma, korkacak hiçbir şey yok alemde. Altı sev… neyse
kesiyorum. Şimdilik bunlar.
Hayatın hikaye mi oluyor, yoksa bir
hayat hikayen mi oluyor deniyorya sosyalizan medyalarda. Aforizmalarla alim
olmuşluklar varya hani işte o aforizmaların gözesindesin. İstediğini al git
göze girersin ama konuya vakıf olamazsın. Zati, ölüler ülkesinde sorun olmaz
böyle şeyler. O yüzden diyorum mektup sana ait değilse, burası geri dönülesi en
muazzam yer haber vereyim. Yoksa küfürlerini katlar gözüne sokarım. Mevzular
biraz bununla ilgili. Sen bilirsin. Tabi ya kim bilecek, sen bilirsin. Ben
nerden bileyim. Benim bulabildiğim en
değerli kelime ‘’bilmiyorum’’.
sana neyi ne kadar bilemediğimi
anlatacağım. ‘’Biliyorum’’ diyorsunya, işte ben bilmiyorum onu… bildin mi… yine
bildin dimi… ah seni seni… bilirsin de gelmezsin, gelirsin de olmazsın dimi…
olursan ölürsün dimi… yah.. niye ölesin ki şu halinden sen de memnun alem de…
işte ölmeden ne dediğimi anlamazsın cananım… ölmeden konuşamayacağız.. toplu
katliam mı yapam… ne yapam.. ama yapamam biliyorsun, bak yine bildin… sen
öleceksin, o zaman konuşacağız… hiç umurumda değil diyorsunya… o kadar da
haklısın ki.. işte o benim iki kez umurumda değil… yahhh… sen tanımazsınya ben
iki kez tanımam… egonu, kibirini kibrit yapmadan, yanmadan bişey olamazsın…
olsan da olamazsın, bildin mi… olduğun şeyleri yakmadan hiçbirinin tadına
varamazsın… bildin mi.. yalandan bildim deme lütfen…bilemedin, çünkü yanmadın
henüz… yanmadan olmaz… kandıramazsın.. işte o bilmiş hallerinden buraları
anlamak na-mümkün… dedimya yaşayanlara bu mektup… yahu sevgili yaşayanım al
beni buradan, al.. yoksa kırıp döküyorum, görüyorsun… bunu istemiyorum.. al
beni yahu… al…
O yüzden göze
batmayacaksa buyrun tabi, çünkü şairin dediği gibi bizim buralarda göze göz
denir. Öyle deriz ve görmek için açarız anları. Görmek ve görülmek üzre icatlar
peşinde oluruz buralarda. Görülmek diyorum.
sahi kim gördü seni… seni görene ne
anlattın peki… anlatacak bişeyin varmıydı… yok muydu… vardı da dinlemediler mi genelde…
dimi… dinlemezler genelde, birisi yeltenir.. yarı yolda kalır… daha dünya hazır
değildir sana ve ruhuna… dalga değil böyledir işin esası… niçe gibi değilsiniz
ama.. o kadar da değil, artık tek tük de olsa kendini bilen çocuklar var artık…
delirmeyeceğiz yani.. o işin kolayıydı.. ya da önümüze gelen her şeyi
eleştirmeyeceğiz… artık yapacağız, yapacağız… zor şer ama yol bu… bizim
tv.lerde tek kanal olacak, güvelik tv… başka kanal çekmeyecek… adını ne
koyarsanız koyun… bulunduğunuz mim’den uzayın derim ben… ben de bir yaşayanım
ve sana uzanıyorum… uzanamıyorum bazen o benim eksiğim oluyor… işte o
eksiklerin resmini buraya çizmeliyim… bu mağara duvarına sevgili yolcu… yollar
böyle… sana kendimden haber veriyorum… ben de senin gibiyim, bilirsin.. senden
daha sen olduğumu anlatmıyorum bile, biliyorsun… haber ver yeter… vermesen de
bilirim onu… söyleyince kendine çekilirya her şey… söylemek biraz benim
tarihsel görevim gibi… ya da ben uyduruyorum bunu, yapacak bişeyim yok
biliyorsun… adını ne koysam diye muhasebata girdiğimde ne kadar çok kelime
dolanıyor ayaklarıma… ama işte senin hikayenin güzelliği bu… yolları acemice de
olsa açanlar var… sayıda değiliz biliyorsun… sayı neymiş… benden çok çok uzakta
köyler kursan da ben hep orada olurum… bak siz de buradasınız, biliyorsunuz..
ben yanımdan geçen bir yaşayanı tanıyorum ama köyü o kadar uzaktaki… bazı
yaşayanlar aynı köye taşınsın, anayasası hazır… taşınsın tabi… o halde
çantaları toplayalım bir an önce… kaç zaman sürerse sürsün… zamanla işi olan
ölmüştür.. bize zaman, bize mekan yok ne de olsa… bak keyfe düşürdün beni yine…
uyandım… nokta….
Şimdi hikaye
dedikya hani, hikayenin neresinde olduğumu bilirsem aldığım dersler de tam bana
göre oluyor. Bu inanılmaz, ben inanmıyorum, siz de inanmayın, çünkü inanılmaz. Ah
güzel tanrım, doğru söylüyorsun, sana iman ettim ben. Ulu Mitrovski. Ama o an
öyle görünüyor sadece. Sadece o anın içinde olsak, dediğin doğru sabote
ediyorum gibidir. Geçmişin ve geleceğin yüküyle birlikte o anın içindeyim
ve o an hepsine göre yanlış. Dersim tam
olarak orada karşıma çıkıyor. Ah benim dersim, dört dağ içinde.
Dersim rahata yatmamak, dersi. Rahata
yatmak, orada çürüyüp kalmak tehlikesini hissettiysem ne yapmalıyım. Oradan
çıkmalıyım, rahata düşmüş bir ruh ne kadar yaşar ki. Rahat derken partiler, şampanyaları
kastetmiyorum, bunlar hep olsun tabi. Yalana ‘’he’’ demek rahatlığından
bahsediyorum. Sonra yaşayanım bana ‘’bu çocuk ı-ıh’’ demez mi. Başka
yalancılara, dolandırıcılara ı-ıh diyebilen yaşayanım bana neden demesin ki,
der tabi ki. Bunu bilir ve korkarım. Hiç korkmayan bu ruh böyle bir sözden
korksa iyi eder bence. Öyleya çöplüğün ahlakını iki saniyede tokatlarken ne
kadar de rahatız. Aynı rahatlık bir olmuş, bütün olmuş yaşayanların ahlakında konu
bile olmaz. Ağzımızı açamayız tabi ve öyle de olur. Çünkü kolay gelinmiş bir
yer değil, yaşayan bilir.
Çöplüğü ve onun her şeyini kullanma
rahatından bahsediyorum. Tüm bunlardan pragma çıkaranların sonunu hatırla. Bin
yıl sonra da olsa o pragmatikler gelir yüzüne tükürür. Otuz yıl öncesinden,
elli yıl öncesinden yüz yıl öncesinden, altı yüzyıl öncesinden insanların
yüzüne yağan sadece yağmur mu acaba. Bazı yağmurların kokusu ilk köpek
evcilleştirilirken çırpınışından fırlayan salyasının kokusuna benzemiyor mu.
Nasıl çırpınmıştır kim bilir. Öyle bir rahata teslim olunmaz tabi ki. Nasıl
yutturulursa yutturulsun. Güzelleme yapma Ringo diyen dillerinizi yerim ve tabi
ki güzelleme yaparım. Ben sade bir insanım, burası en rahat olduğum yer,
yaşayanlar var. Sizi de kendimi de takmadan konuşurum değil mi. Yok canım deme.
Var canım, var. Hakkaten öyle. O halde buyrun. Anlatayım. Anlatayım da görün
kendimizi.
Yeryüzü
zamanıyla bir zaman istersiniz, veremem. Yeryüzü yeriyle bir yer istersiniz,
yine veremem. Çünkü orada değildim, o zamanda hiç değildim. İnanmayın dedim ya
ben de inanmıyorum, geçiyorum. Bu muhabbetten ben bıktım lütfen gören gözler de
bıksın artık ve başka bir yere geçsin. Böyle şeyleri kovalamak dedikoduculuk
değil mi. Yeri zamanı kişiyi bilip de napcan güzelpare. Kendini fırçalatma.
Konuya gelemiyoruz. Gelemeyelim konu o değil bundan çekinmiyoruz zaten.
ama neyse sana takılmıyorum… of ringo
ananı… neyse… ben sarmıyorum, sen de sarma… sarsan değil o… sar sen… sarsan
zaten ‘’sar’’ sen denmez ayıptır günahtır… size şahdamarınızdan daha yakınken
üstelik… üstelik telefon acı acı çalmışken… başım öne düştü… ne yapmalıydım…
daha üç beş yıl vardı ve beni kandırmaya çalışan bir sevgili çetesiyle yüzyüze
iken… ama canlarım ki canlarım… hakkaten, can.. can ama kayıp canlar… kayıp..
hala bulabilmiş değilim… alev alev yandıkları halde bulamadım onları…
bulamadım… yine kandım, yine yandım… luwi, lavi, alavlı yandım yine… yine her
şeyi kırdım döktüm… cana gelmesin diye… tüm yeryüzünü kırdım… ve kırarım… tüm
kasabayı, tüm tankları kırabilirim… ölmek daha iyi dersem ne dersiniz… bilemezsin
kuzum.. bilemezsin… ölmek iyi değil.. yaşamak iyi… haberin yok ki ben zaten
ölüyüm… karıştırdığın yer tam da burası.. diyor ki öldürürüm seni… gülüyorum,
götümle gülüyorum, götümde güller açıyor, iyi de ben zaten ölüyüm… bunu her an
görüyorsun… her an görmen lazım… nasıl görmezsin.. ve nasıl üzülürsün yüryüzünü
yaktığım için… yakarım tabi ne sandın… seni yakmamanın başka çaresi yok çünkü... sığındığım yer ateş…
bana sığınacak tek yer orası kalmış…. bir de mitra… ahhh mitra.. sana nasıl
mahcubum… sana nasıl mahcubum… anlatamam… aynı benim gibi ölüsün ve yaşamakla
damgalısın... kendin için değil, biliyorum, anlatma bana… yaşamakla ölmek aynı
şey mitram benim… ateşli yollar ve yağmur ve çamur kimlik tanımıyor.. bunlar
kim olduğunuza bakmadan yakarlar, yağarlar… ne kadar basit oysa…
anladığıma göre küllere bakıp içinden
ama içinden ‘’arşivlere yağmur yağmaz’’ diyorsun… içinden söyledikleriniz
dışarı taşıyor bayım…toplayın şunları belki arşivlersiniz… pul koleksiyonu numarasının
kalıntıları bunlar… kalıntılar kalıntıdır bayım.. kalmış yemekler gibi..
göbeklitepeye kimse tapmıyor mesela ama seviyoruz… pul koleksiyonu yapmayınız
bayım…neyse bayım, işte arşivlerle yaşansaydı metriks evimiz olurdu… metriksten
çok uzaktayız görmüyor muyuz acaba… oradaki arşivlere çocuklar çişini yapar
sadece.. başta tapu arşivleri olmak üzere tüm arşivlere, tüm metrikslere çiş
yapmayı öğreticem, çünkü dünyaya gelme maksadım bu imiş… nereden öğrendin bunu
derseniz sevgili çeteler, sahi not almanızı tavsiye ederim çünkü tekrarı yok..
neyin tekrarı var ki… külliyatın yarısından öğrendiğim kadarıyla sizin
dünyanızda değerli bişey yok imiş… ve neymiş benim görevim tüm arşivlere, metrikslere
çiş yapmayı öğretmek çocuklara… evet çocuklar tam şuraya… yahu müzik arşivlerini
unuttuk bak… hayır oraya değil… hey allam yaa… bak şurada bikaç tane de film
var.. tamam bikaç film ve tüm müzik arşivini alıyoruz ötesine devam… hoppaaa…
hep beraber… tek tek de olur… yane diyorki vele hasene… gayet açık bence..
Neyse… Telefon geldiğinde hayatın çağrısı
gibi geldi bana. Belki bazı danslar bize göreydi, yapabilirdik. Evet
yapabilirdik. Umutlu bir panda işte şu Ringo. Ama durum şöyle ki kendi şarabımız diye ikram
edilen şişenin içinden ha bire cam bilyenin tıkırtısı duyuluyor, her kadehde. Tüm
danslar ve kadehlerde aynı tıkırtı kulaklarına ilişip duruyor. Öyle bir dans,
öyle bir içki bize göre değil tab, çünkü yalan. Ve tabi yalanla dans edemeyince
yine kovulduk. Nereden mi, dünyanızdan, sınırlarınızdan
kovduk kendimizi. Yaşayan insanlar numara yapamıyor, numaralara da katlanamıyor
aklınızda bulunsun. Çünkü tek hikaye insan olmak üzre, salsa filan bilmek
sorunu çözmüyor yani.
Yapmak
gereken sadece can demek ve yaşamak, o kadar. Binlerce kez matematik yapsan da
oldurulamayandır o, çünkü matematiğin kendisi çökmüştür. ‘’Yok artık’’
dersinya, o öyle bişey ki anlatırım, şaşarsın. Matematik güzel bişey, çok ama
çok güzel. Ama hangi matematik, matematiği yok eden matematik güzel. Ötesini
anlatamazsınız. Yaşayan için sekmez mesela tüm bunlar. Görülürsün her an. Çöken
matematiklerle yapılan hendeseleri görür o. Yollarını, yöntemlerini, hepsini görür de bilemezsin. Misal kadınım ben
dediğin halde şeyinin, neyinin penisinin büyüklüğünün görüldüğünü bilemezsin. Açıkça
söylendiği halde şirke düşen ki yine onlardır. Bizim şu matematiği ne biliyim,
lafazanlık için ya da ünlü filan olmak için mal mülk için kullanan salaklar
çetesi yok mu, var. Çerkez çıkti diye bir atasözümüz var mesela tam buraya
göre. Bunlar ölümün değişik yüzleri tabi ve ölümü yaşarken seviyoruz, biliyorsun
bunu. Ölümü ölmüşken sevmiyoruz, çünkü ölmüşüzdür, ne yaptığımızı bilebilecek
bir şey yoktur ortada. Sen yok olmuşsundur artık.
Niçe ata
sarılmış. Entel hikayesi mi, ama adam ata sarılmış işte. Niye, çünkü dünyaya
erken gelmiş ve deli olmuş. O tren kaçtı tabi, bizde at var, it var, ot var,
pestisit var, bi ton şey var. Bunlar varken görmemezlikten gelemiyoruz tabi. Atı,
iti, otu görmezlikten gelip ‘’Niçe ay ne değişik yeaa’’ olunca ancak yoga
satarsın. Ekolojik piyasalar için procecilik yaparsın. Buğdayı Avrupalıya peşkeş çekersin. Bir
tanecik çocuğun sorumluluğundan kaçıp çocuk doğurmazken okulunu filan kurarsın.
Parası güzelmiş. Ekopara basarsın. Bi değişik yoldayım deyip hadi bana para armağan
edin ey insanlar, ben dolaşayım, siz de şehirlerde çalışıp bana para armağan
edin dersin. Adına da ekonomi dersin. Spirit takılıyorum hesabı hepimiz biriz
diyerek seksin gözüne vurursun, duygusuz duygusuz. Lafa ‘’bu gerici yobazlar’’
diye başlarsın ama sen de ‘’yeni gericilik’’ akımını kurarsın çaktırmadan. Niçe’yi kitap sanmaktan oluyor tüm bunlar, at
olmadan Niçe hiçe gider.
Bir süre daha hayattasınız Niçe’yi
kitap sanan kafalar, haber veriyorum. Gizli gizli okuduğunuzu biliyoruz,
şaapmayın öyle. Utanmayınız lütfen, aynı akademiksiyen arkadaşlar da böyle
yapıyorlar. Gizli gizli okuyup çaktırmadan uzaklaşıyorlar ve bir bakmışsın
bizim tezler dillerde, dolaşımlarda. Yahu kelimeleri değiştirin hiç olmazsa.
Olmuyor mu, olmuyor değil mi, neden acaba. Oijinal olduğu için olabilir mi
acaba. Dert etmiyoruz böyle şeyleri, yanlış anlamayınız. Görülüyorsunuz, sadece
onu bilin. Ok. Konuşuruz tabi, konuştuk da. Ama misal ben sizinle muhabbeti
kestim. Ta ki samimiyet kesbedinceye kadar. Yapabilir misiniz, yapamazsınız.
Şimdilik intihale devam, tebrikler, iyi sunumlar, povır pointler, falan filan. Ama
ted’ikslerde nazik konuşunca hırsız olmaktan kurtulmuş olmuyorsunuz, el kapito.
Ama kırılmaca yok, ben başta söylemiştim yaşayanın günlüğü adrese teslim olur
diye. Doğru küfürü bulmak akademik bir mevzudur, bu çalışmaya değer bir konudur
mesela. Eyvallahsız olmak için az önce söylediğim matematiğin cebri alasına
varıp tüm hesapları, kitapları yok etmek lazım. Bu kadar kopya veriyorum. Ötesi
sizde artık. Yolu bilmekle yolda olmak arasında iki cümle fark olsun müsaadenizle.
Bizde maaş, unvan, kariyer gibi akademik kamburlar yok, o yüzden sokak
köpeğinin rahatlığı var. El mohito suresi son ayet burası.
Şimdi birileri derki çok erilsiniz.
Hayır diyorum,hayır. Bunlar kayıt ve benim dilim bu, herkese göre değil elbet.
Ve malum ben kişi olarak erilim, ama bendeki kadından haberin var mı, yok.
Kadını göstersem ne yaparsın acaba. Evet mesele şu ki, bu ruh eksik ve erkek.
Daha ne deyim. Dikkat edilirse ben diye konuşmuyorum, kibir neresi burası
neresi, öyle değil mi? Ama şöyle, kayıt tutuyoruz burada. Öyle yazı filan değil
yani bunlar. Hayır bunlar yazı derseniz, işte tam burada ayrı filmlere
dağılmamız lazım. Yalansız, dürüst, güven veren bir aşk arıyorsunuzya canlarım.
Hadi buyur dolaş burada, sonsuz izin dendiğinde yalan oluyorsunuz ama, korkudan
geberiyorsunuz ama canlarım. Yani o aşk öyle değil o yüzden evet erkeğiz ve
tabi ki yalnızlık bize göre. Ne yani yalandan etlerle mi oyalanalım. Korkmadan
bakabilirsen hayata da her şeye de o zaman yaşarsın, yoksa gider açları
doyurursun. Sen de açlıktan ölürsün. Bu böyledir ve bunun adı sürünerek
ölmektir. Bu çağ böyle bir çağ. Yani şunu deme lütfen ‘’ya aşkla yaşamak
diyorsunuz ama ringo bey, sizin yanınızda bi kadın bile yok’’. O aşk nedir,
kadın nerededir, burası neresi, ringo kim bunlar uzun uzun kitap mevzuları.
Yazılmışı var, yazılanı var falan filan. O yüzden bu konu gündemden uçtu şu an.
(yaşayana not: bu mevzular sadece kelimelerden ibaret, diğer tüm kelimelerden
ayırmaya çalışan Havva’lara aldanmayınız, hayatı aşkla yaşayınız bırakınız
yalnızlık olsun, o daha iyidir, çok çekici olsa bile hiçbir yalana
bulaşmayınız, nokta) Ve geçiyorum bu mevzuyu hızla ve hemen.
Bizim sinema ayrı. Kişi çevrimindeyiz
ve bizim sinema tek kişilik. O kendini bilir. Kendini bildiğinde izler zaten.
Hoş, zaten zaman, mekan yok bilgisine ermişsin. Sonrası la la la. Şimdi hem insan olmak hem dünyayı yakmak
istemek ne demektir. Biri teselli edebilir mi lütfen. yah ringo yakaladım mı seni.. tabi tabi
yakaladın, yakaladın da ne oldu… çayı uzat çayı, itoğlu….
Neyse işte.
Ve her vesile ile öğrendiğimiz gibi, yine öğrendik ki Niçe gibi olmasa da
erkenciydik. Yaşamaya erken başlamıştık, bunun farkındaydık. Belki de o yüzden
başka yaşayanlar da olabilir diye canhıraş bir şekilde yeryüzüne bakınıyorduk.
Bunu fark eden bazı düzenbazların bizi kullandıklarını anlamak istemiyorduk. Bin
tane işaret bıraktıkları halde ‘’yok canım, öyle değildir’’ diyorduk hep. Aslında oyumuzu o yönde kullanıyorduk sadece. Anlamaya
yanaşmıyorduk pek, neden olsundu ki, biz sadece yaşamak istiyorduk. Bunda ne
kötülük olabilirdi. Ama öyle değildi kazın ayağı.
Uyandığımızda,
kıyıdan uzakta bir terminaldeydik. İnsan ve Mitra formundaki başka yaşayanlarla
birlikte bedenlerimizdeki eksikleri giderip yola çıktık. Ruhumuzda uçurum gibi
yarıklar olduğu halde çizik bile yoktu. Çünkü daha uçurumlar oluşurken animasyon
gibi izlemiştik oluşan her bir vadiyi. Onlar ruhumuzdaki çizikler miydi, yoksa
arasından yürümemiz için mi çizilmişti, bilemiyorum. Kocaman vadilerden oluşan
ruh çizikleri neden olsundu ki…
Benim bir işim de kendi yolumdan
haber vermek biliyorsunuz. Yemek ve evlilik programlarından sonra işte ana
haber bülteni başlıyor, tüm yolculara söylüyorum. Toplanın. Tahmin ettiğimizden
daha yavaş gelişiyor her şey. Eski büyük bir hızla çöküyor. Fakat bu çöküş
öylesine gizlenmiş bir çöküş ki, içindekiler bu çöküşün hiç farkında değil.
Buna karşın yeni doğumlar da o derece yavaş. Bunlar belki yıllardır bildiğimiz
gerçekler. Fakat yeni bir şey var ki o da şu, çok zeki, çok akıllı olanlar tüm
yolların tıkandığını anlıyorlar evet, ‘’ben de bu yoldayım’’ numarası
yapamayacaklarını da hemen anlıyorlar. O yüzden yoldaymış gibi yaparak
yaşayanların hayatından sürekli bir şeyler aşırıyorlar. Şimdi bazı yaşayanlar
der ki ‘’ya ringo lütfen ama sen bunu bilmiyor musun’’. Biliyoruz elbet, ama burada çok ince bir fark
var. Dikkat edelim. Yıllarca hayatımızın içindekileri ayıkladık, yoldakilerle
hayat kurmaya çalıştık. Öyle numaralar, dümenler yaparak yaşayanların hayatına
sızmak mümkün mü, değil. Yaşayanlardan yararlanmaya çalışan daha önceki
karakterler hayatımızın muhabbetimizin içine hiç girememişlerdi bile. En fazla
dışsal olarak bilgi, emek, para pul, şu bu aşırmışlardı. Ama bu yeni
karakterler bizzat hayatımızın içine bizim gibi olmayı taklit ederek giriyorlar.
Gönülden kopmuyorlar ve hayatına girdikten sonra şu ya da bu şekilde ‘’senin
yolundayım’’ numarası yaparak yaşamaya devam ediyorlar. Tabi bu arada şuuraltıyla
bi ton çam deviriyorlar o ayrı. Hayatına
girip orada kalıyorlar ve kendi deyimleriyle ‘’arşivliyorlar bunu’’. Çünkü
çöplükteki yollarla kırıştırmaları henüz bitmemiş oluyor. Çöplükteki yollardan
birisi parladığında ise yalpalamaları artıyor. İşte bu yalpalamalar çok dikkat
çekici hale gelince de yaşayanların kan dolaşımından çıkmaları gerekiyor. Ne
kadar sağlıklı bir kan dolaşımıdır ki o, bu karakterler henüz leb demeden
‘’devamını da görelim cümlenin’’ diyebiliyoruz.
Mesele şu ki, istemeyene verilmez,
hazır olmayana verilmez, aramayana verilmez
bunlar doğru. Arayıp bulduğu için verildi diyelim, ki öyle oldu. Öyle
olsa bile hem yaşayanlara, hem çemberin dışına hem de kendilerine
oynayabiliyorlar. Burası işte yeni karakterin püf noktası. Hakkaten yaşamak
istiyor olabilir, ki eminim bundan. Yaşamak istiyor, fakat henüz hazır değil,
onda o kırat yok henüz. Belki de hiç olmayacak aramıştır doğru, bulmuştur doğru
ama bu yol onun yolu değildir. Herkes zaten yürüyemez de o yürüyebileceğini
sanmıştır. Geri de dönememiştir, bunu dürüstçe kendisine de kimseye de
söyleyememiştir. Çünkü hakikaten yolda olmak istemiştir, kim istemez ki. Ama
işte istemekle olmuyor. Üstelik hep istemeye, almaya alışmış karakterler
bunlar. İstediğini alamayınca ortalığı yıkan tipler bunlar. Sonuçta yaşamak
isteyen karakterlerdir genellikle ama şu aralar yaşamak biraz çap ister. Biraz
dediğime bakmayın siz, bayağı göt ister, o göt bende yok diyebilirsiniz
canlarım. Bunda ayıplanacak hiçbir şey yok. Tam tersine bunu söyleyememek çok
ayıp, zaten de olmaz görüyorsunuz.
Yıllarca dolandırabilirsin belki,
belki kandırdığını düşünebilirsin ama kaybediyorsundur o esnada. Sonra mı, sonrasında
telefon bile edemezsin. Hep izlersin, gözlersin, lafımızı dolaştırırsın ama merak edilmezsin. Eft, reiki filan bu
çağda bunun için varlar mesela oralarla karıştırdığın gibi şimdi tamamen
oralara takılabilirsin. Bak bu dört enerjiymiş aslında dört büyük melek, birde
a,c,g,t diye yücelimler yaşayabilirsiniz
canlarım. Yok be kızmıyorum, özet geçiyorum sadece. Benim işim bu, avukat
sanıyorsunuzya öyle değil işte. Görelim, gürülelim.
Aşkla yaşama işindeyiz. Anlatabilemiyoruz
değil mi, farkındayım. O zaman şöyle söyleyim anlatamadığımız tüm şeyler için
henüz çok, çok erken bir çağdayız. Biz de çok erkenciyiz, tamam Niçe kadar
değil ama erkenciyiz. Tamam deli diyemezler, elimizde her tür veri var.
İspatlayabiliyoruz her bir kuantumu, her bir örüntüyü. Evet biz erkenciyiz ama
siz de çok yaydınız be kardeşim. Biraz stand up yani, ille de toplumsal,
ekonomik krizlerle mi yüzünüzü dönersiniz siz. İlle de kişisel kıyametleriniz
mi olmalı. Ölmeniz mi lazım, ille de sürünmeniz mi lazım, sistemleriniz çöktü
alooo… Çökecek demiyorum bakınız, çöktü diyorum. Bildiniz mi, bilemediniz. İşte bizim trajedinin bir yanı da
burası, çöküş hızlı fakat yeni doğumlar henüz milyonda bir. Biz de o milyonda
birin elinden tutma konusunda eksik kalmayalım diye boşuna umutlanıyoruz işte
arada bir. Bu umut yüzünden mi acaba tufaya geliyoruz arada bir, bakınız
‘’yaşayanın günlüğü, en son özetler’’.
İnsan
dünyayı niye yıkar. Çünkü seni yıkmak istemez de ondan. Yüzüne baka baka tüm
dünyayı kırabilirim tabi ki. Çünkü seni ve yüzünü seviyorum, ama artık
sevmiyorum. Sevgimin hatırına seni kırmamak için dünyadaki her şeyi
kırabilirim. Kırarım da. Eksik bıraktıklarım varsa nezaketen söylersiniz onları
da kırarım. Ama seni hiç kırmam, bir kere bile. Bir kere seni kırmak hayatı
öldürür. Hayat ölmez, ölemez, ölmesin ayrıca. Yani bunu irademle ben de
istemem. İstesem de istemesem de ölmez o ayrı, çokbilmiş zekalı.
Bilirsin
tabi, bilirsin de olamazın. Düştüğün yerin ne olduğunu anladığında çoktan orası
seks olmuştur, para olmuştur, şirket filan olmuştur. Ama asla hayat değil. Aşk,
sevgi, mecnun ve de Leyla yoktur orada. Bunu anlatamamak benim derdim. İşte
senin derdin seni, benim derdim beni. Sevişmenin karşıtı gibi düşün bunu.
Normal bir filozof bu laflara itibar etmezya, biz normal değiliz işte. Buradan
yola çık. Normal filozof hesap yapar,hayatının, lafının filan. Biz yapamayız.
Bizim hikaye sadece gönülden. Filozofiye gönül getiriyoruz haberiniz olsun. Ya
da olmasın o kadar. Ama sahiden o kadar. Her an her saniye ve her yer için
hiçbir hesabınız tutmayacak. Bunu keşfettiğimde tüm aşklardan uzaklaşmış oldum
ama yeni bir yaşayan çıktı işte. Soruyorum şimdi aşk nedir. Ben söyleyim otomatik
pilota almak gibidir misal, nereye gideceğini ne yapacağını bilmeden bilirsin. Sevgili
yaşayan o yüzdendir ki eğer aşkla doluysan ki başka çaren yoktur senin, yanlış
yapma ihtimalin de yoktur senin. Hayata aşkla sarılınca otomatik pilottasındır.
Senin üzerine kim hesap yaparsa yapsın çalışmaz. O yüzden tüm hesaplar yıkılır
aşk önünde. Bu hep böyle gider, bir yaşayanın yanlışını bulmak için hiç ümit
beslemeyin. Yanlış dedikleriniz masaldır, masal. Ama yine de kendi aklınızdan
hesaplar yaparsınız. Düzelir filan yapamazsınız, sizin düzelmişiniz ölüm demek.
Bunu biliminizle, iliminizle, bütüncül filan şeylerinizle gani gani duvardan
duvara anlatırım hemde. Ama işte duvarları sevmiyoruz, bize daha çok doors.
Narsist bir
durumun en açık göstergesi konuşmaktan kaçmaktır. Yani biri sana ‘’görüşemiyoruz
ya’’ dediğinde, alla alla bi saniye görüşelim yahu, diyemiyorsan. Kayıp bir
alev gibi ışıksızsan sen narsist oluyorsun. Yani kaçıyorsundur, kaç tabi.
Hakkın. Herkes kaçar ve bunun bir cezası olamaz. Yoktur yani, yaşayan birisi
olarak sana zaten ceza veremem. Hiç kimseye ve kendime de veremem. Ceza veren
birisi yargılıyordur. Yargı yok, sorgu yok ama duygu var, gönül var, yaşayan
var, insan var. İnsanın olduğu yerde öyle numaralar çekemezsin. Çeksen de kaydını
tutarlar, resmini çekerler, görülürsün. Narsistliğine sen son veremiyorsan
yaşayanlar son verir. Yani nereye kadar giderse, Himalayalar mı, olur tabi.
Yaşayan orada da yaşar ama sen gelemezsin, boşuna boşa düşme. Kendini rezil
etme. Narsizmini aşıp desen ki ‘’yahu nedir bu ve senin hissin nedir, söyle
bana’’, o zaman görüşebilirdik. Hem de açıkça. Tabi bizde her şey biraz sert
olur size göre. Ama bize göre akıyordur. Örnek veriyorum dünya malı sikimde
değil görüyorsun mesela bu benim için akıp giden bir durumdur. Ama sana zor
gelir, gelsin zaten. Lisede turnusol diye bişey öğrendik, kağıtmış. Hatta fabrikasını
hükümet satmış bazı it kopuğa. Turnusolu öğrenip o liseyi dereceyle bitirdim.
Neyse canım, o kadar işte. Düştüğün yerden çıktığında uzunca bir yolun olacak
önünde. Çok uzun bir yol, tabi düştüğün yerde boğulmazsan elbette. Ama görünen
odur ki boğulmak üzeresin şu an. Son çıkışı gösterdi tüm yaşayanlar, Mitra
bile. Ama sen almadın, sen bilirsin.
Ve kendini
kandırmışsındır o kadar. Eksik olanı hatırlattın sen ve insanlığa bi mesaj
verdin. Başka türlü de verebilirdin. Ama senin çapın şimdilik bu kadarcık bir
mesajla sınırlı. Normal, bunda bir beis yok. Hepimiz geçtik o yollardan. Yani
herkes kendi çevrimini yaşar neticede. Karıştırdığın hikaye şu ki, ben bir
lider değilim, öğretmen hiç değilim. Ama hepsini yaparım ve sen yap diyorsun.
Son kalemiz orası ki hayır bunlar bitmiş şeyler. O yüzden sadece aynı yolun
yolcusu olabiliriz, arkadaş, yoldaş olabiliriz. Yaşayan diyorumya boşuna
demiyorum hiçbir lider yaşayan biri olamadı, hiçbir öğretmen yaşayan biri
olamadı. Sen de aynı kefeye koymaya çalıştın, koyamazsın. Ya birlikte yaşarız
ya da tanımam. O kadar. Ve tanımıyorum. Üstelik sen de yaşayan birisi olsan
bile yine de tanımam. O benimle ilgili. Bir kere kırmak ne demek. Bir kere
kıran her kere kırar. Bin kere söylenmiş ama sen yine de kırmışsın. Hayır,
hayır. Ve yine hayır, hiç ümitlenmeyelim.
Nasıl ki
çeyrek yüzyıl birisini dolandırırsın ve görülmediğini sanarsın. Ama çeyrek
yüzyılda ‘’hiç’’ vardır elinde. Yaşayanların gönlü öyledir. Kuşunsarayı süresinde ne der,
hatırlayalım ‘’yaşayanın yolunda yalan, dolan, düzenbazlık çalışmaz, akışı
görmekle, akış olmak aynı şey değildir…akışın lafını edenlerden olmayın, akışın
bizzat kendisi olanlardan olun… akışın lafını ederek yolu kirletenlerden
olmayın…amin…’’. Biraz öteye geçelim şimdi. Kapı niye kilit tutmaz diye bir
yaşayan düşünmez mi sandın. Daha ilk saniyesinde düşünür, nezaketle söyler
üstelik. Hem de her defasında ama işte hastalık o kadar derin ki. Anlar mısın.
Anlamazsın. Anlayamazsın. Ancak bir yaşayan olduğunda anlarsın ki, burası da
gönül kapısı ve kendi işleri var. Yaşıyorsan da uzakta yaşa der ve geçer gönül.
İma kayişe azute. Anlamsız şeyler tabi erken doğum halleri. Erken doğum
suresinde ne der ‘’ben oldum diyenlerin güzel sözlerine aldanma…doğdum diyip
gönül tahtına çamurlu ayaklarıyla girenleri iyi tanı, bir kere bile çamur
bulaşmış tahtı da yak gitsin…amin’’
Bir
arkadaşımız evet yaşayan değil arkadaş demişti ki Taksim metro çıkışında siz
çok erilsiniz. Ama o an elinde kocaman bir ‘’soyut penis’’ vardı. Bunu nasıl
anlatırsın ona, o kadar zor yani. Solculardı, feministlerdi, çoklardı ve biz
yalnızdık. Onun penisiyle çizdiği resim buydu ve tabi ki tüm penislerin çizdiği
resim gibi yanlıştı. Penisle resim çizemezsin, resim için yağlıboya, pastel,
karakalem bir sürü başka malzeme filan vardır sanırım. Bildiğim bişey değil
yani. Müthiş ressamlar var, bi tanesini gördüm ben mesela. İlginç yani.
Eleştirmiyorum
şu kafeste yaşayanı. Onunla tanıştığımdan beri bir ve bütünüz, buna şükür. Onu
tanımakla dünyaları tanımak aynı şeymiş meğer. Eğer onun uyarılarını yeterince
okuyabilseydim belki bir sürü hataya düşmezdim. Kurmaya çalışırken kapının hep
içeriden açıldığını söylediğinde ona inanmak istemedim örneğin. Kapıları
içeriden açan faillerin resmini önüme koyduğunda kocaman siktir çektiğimi… Öyleya
bazı faillerden bunu hiç beklemiyordum ki içlerinde yirmi beş yıldır tanıdığım sevdiğim
bile vardı. İtiraz ediyordum hep ‘’hayır biz onunla aynı yoldayız, bir yanlışın
var, hem seni yeni tanıdım’’ filan. ‘’Tabi..tabi..’’ diyerek kabuğuna
çekildiğini hatırlıyorum. Her çekilişten sonra önüme bir resim bırakarak.
Resimler muhtelif ama hepsi yalan makamında. Ben o makamı çalamıyorum ki, her
makama uyarım da o makam niye var ki. O makam yansın yıkılsın diye dünyayı
karşıma almıyor muyum. Tamam hataen ben de uğramışımdır belki ama bikaç
notasına ve hop geriye, asla o makamdan bir şey çaldığımı duyan olmamıştır,
olamaz. Yalan suresi ne der ‘’..herhangi bir yaşayanın o makamdan yürüdüğü
görülmemiştir, yalanın adı geçtiyse o yaşayan değildir, ölüdür.. ölülerinizi
gömün…amin’’
Yaşamak,
yaşayan biri olmak ne kadar tehlikeli ve ne kadar güzel. Tanrının iki yüzü gibi.
Ölüm ve yalan karşısında tehlikelidir yaşayanlar, kandırılamaz olduklarını
görünüz lütfen. Nezaketleri güzellikleri başka, anlarsan çok güzellerdir,
karıştırmayınız. Ama yalanla, dolanla yolu kirletemezsiniz. Anlamadınsa sor, ki
eskiden yedi hakkın vardı. Şimdi yedi çarpı yedi hakkın var. Çünkü tüm çağların
öğütüldüğü çağdayız. Hepsiyle hesaplaşmadan hesapsızlaşamazsın bunu bilir
yaşayanlar. Ve sen de bir gün yaşamaya karar verirsen hesapsızlaşmışsın
demektir. Yaşamanın sertifikası gibi, kişisel gelişim sertifikaları gibi
düşünelim, ama bizim sertifikalar biraz sert. O yüzden duvarlara asamıyoruz,
içeride taşıyoruz.
Şimdi tüm kapılar kapandı mı, hayır.
Kapanmaz. Çünkü tüm kapılar kapandığında bizim kapılar açılır, kural budur. Tüm
kapılar kapanır, hepsini birer birer yaşarsın, dersini alırsın. Kalem olursun,
yazarsın, söylersin ama en son yanarsın. Ondan sonra selam verirsin, alırlar
mı, bilmiyorum dedimya. Hakikaten bilmiyorum. Dedimya en değerli kelime
BİLMİYORUM’dur…
Bilmiyorum suresi ne der ‘’her ne bilirsen
bil, sonuna kadar bilemezsin… akışın ulu kanunları bilmiyorum üzredir… uymayanlardan
sakının, bilenlerden sakının… bilmiyorum diyebilenler ne güzeldir… amin’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder