20 Temmuz 2017

Kadın ya da Lilith'i Beklerken

               

Hemen her türden iyileşme sanıldığı gibi çok çaba istemez. İyileşme için gerçekten gerekli olan şeyler o kadar azdır ki. Üstelik hemen hepsi de bizde bulunur zaten. Genellikle belli bir yapma etme eyleminden çok yapmama etmeme ile birlikte gerçekleşir iyileşme.  “Şunları, bunları yaparsan iyileşeceksin” telkinlerinin tersine “şunları, şunları yapmazsan iyileşme yoluna girebilirsin” önerisi kişinin paramparça olduğu günümüzde daha gerçekçi bir öneri gibi duruyor. Hem yeryüzü için hem de bireyler için.
Dünyanın altını, üstünü, ormanını, ağacını, taşını, toprağını kemirmeyi bırakmak dünyayı iyileştirir örneğin. Bunun gibi her tür aşırılığı, açlıkların peşinde koymayı bırakmak da bireyi iyileştirir. Sadece bazı eylemleri
yapmamakla iyileşmeye başlayabiliriz. Komik ve de ironik gelebilir ama bu saydıklarımızı insanın yapmaması o kadar da kolay değil. Yani birşeyleri yapmamak o kadar da kolay değil :)) Keyf ya da konfor adı altında sunulan ve
insanı yavaş yavaş öldüren mal ve hizmetleri kullanmayı hemen bırakabilir misiniz örneğin? Aşırı yemeği, içmeyi, endüstriyel beslenmeyi bırakabilir misiniz hemen? İçkiyi, sigarayı, uyuşturucuları, ilaçları, uyarıcıları, sevmeden sevişmeyi, mal mülk bağımlılığını, televizyonu, korkularınızı hemen bırakabilir misiniz? Bunlar çoğunluğun yaşadığı gerçekler ya da hayat adı altında yaşamayı sürdürdüğü bağımlılıklar. Üstelik hepsini kendi zihninde ve ruhunda meşrulaştırmış durumda. Ancak bu gerçeklerin hayattan yana değil ölümden yana çalıştığını da bilir. Özellikle ruhen gelişmiş insanların bu tür bir gerçeklikle bağ kurması imkansız. Bu gerçeklikle bağ kurup onunla uyum içinde var olma şansı kalmayınca insan kendisine çekilip sahte bir güvenlik alanı yaratarak var olmaya çalışır. Burası kişideki parçalanmanın zirvesidir. Çürümüş toplumsallık çeşitlerinin ortak yalanlarından kaçıp sığınabileceği sedece kendisi kalmıştır. Şair derya “yazık bu yerde ve bu zamanda geçit yok aşka” diye, işte zamanımız tam da böyle bir zamandır. Aşka geçit vermeyen ejderha sürüleri gibi çöker zamanın korkunç müziği kişinin ve tabi insanlığın ruhuna. Ancak insan, özellikle yeni nesiller ve kadınlar çürüyen toplumun ortak yalanlarına uymakla ölümün aynı anlama geldiğini hissederler. Ki bunu ilk hisseden, sonrasında farkeden ve devamında değiştiren her zaman yeni nesiller ve kadınlar olur. Şimdi de böyledir.
Sınıflı toplum çökerken kadın ve onun etrafındaki bazı konuları açmak, biraz bu konuları konuşmak iyi gelebilir. Bunlara değinirken biraz ileri giderek erkek türü hakkında içeriden birşeyler anlatmak gibi bir niyetimin olduğunu da söylemeliyim. Ne kadar yapabiliriz onu birlikte göreceğiz, şimdilik bilmiyoruz. Neden kadın civarında dolaştığımı yokladığımda altından bildiğim ama bu biçimiyle bilmediğim bir gerçek çıktı. Kadınla yeniden ve başka bir düzeyden iletişim kurma isteğiydi bu. Bu aynı zamanda dünyayı, aşkı, insanı ve bazı durumları konuşmak için bir tür muhatap arayışı. Nedenini şöyle açıklayabilirim; Gurdjief usta, “Hapishaneden kaçmanın belli kuralları vardır, o kurallara uymadan çıkamazsın. En önemli kural ise, daha önce kendi hapisanesinden kurtulmuş olan birinden yardım almak. Bu yardım olmadan kaçış imkansızdır.” der. Kendi hapisanesinden kurtulmaya çalışan kadın benc bu kuralı en az diğer küpeleri kadar sevmeli. Şu soru sorulabilir “peki birisinin gerçekten hapishaneden kurtulup kurtulmadığı nasıl anlaşılır?”  Herkes birşeyler söylüyor ve kimin neye hizmet ettiğinin pek de belli olmadığı bir ortamda hangi bilgiye güvenmeli. Bunu söyleyenin hayatına bakmalı elbette. Söyledikleriyle hayatı uyumlu ise o bilgiye güvenilebilir, aksi halde güvenilmez derim. Biliyorum bu çok sade bir açıklama, sanki gerçek değilmiş gibi. Ama inanın bu kadar basit, sade ve sahici o yüzden kısa ve açık. Evet o kişinin hayıtana bakmalı o kadar ve geçiyorum bunu.
Bu parçalanma ve toparlanma çağında kadın kendi hapisanesinden kurtulmaya çalışırken biz yani erkek türü acaba bu çabayla nasıl uyum içinde oluruz. Hep ezbere söyler dururuz “kadın hayatın ve sevginin giriş kapısıdır’’ diye. Evet doğrudur bu ezber, kadın bunlara açılan bir kapıdır ama kapı kilitli. Ya da bozuk, ya da aşınmış, ya da tanınmaz halde. Bu gerçeği yaratan ve şimdi de görmemekte ısrar eden bir erkek düzeni var diğer tarafta. İşte meseleyi yok sayıp uzaklara dalan da biz erkekler ve malum düzeni oluyor. Olayın vehametine uygun bir davranış beklenebilir mi acaba erkekten. Belki ama bunun için henüz çok erken. Daha kadın kendini toparlayacak ve sonrasında erkeği dürtecek ve de erkek kendine gelip sadece sevecek. Nasıl kulağa hoş geliyor dimi, ama gerçeğin müziği biraz farklı. Bu vahim durumla hiç ilgisi alakası yokmuş ta tüm kabahat kadındaymış gibi konuyu duymamazlıktan gelen tür işte o biziz. O halde bu sesi biraz duymaya çalışalım. Sesi duymak istemeyişimiz yüzleşmemizi gerektiren birşeyler söylüyor olması olabilir mi acaba. Hani duyarsak yüzleşmemiz gereken birşeyler mi duyacağız, bundan mı kaçıyoruz acaba. Çok bilmiş konuşur, ama konuşur, konuştuğunu yapsa birde. Hani bilmiş bilmiş konuşuruzya bazen, canım şamanlarda işte hastalıkla yüzleştiriyorlar insanı. Ona kötü ruh diyip davuluyla kovmuyor mu. Evet şaman aynen böyle yapar ruhsal hastalığı somutlaştırır ve onu yok eder. Çünkü insan beyni öyle kurulmuştur, şaman bunu sezen kişidir zaten. Sonrasında aynı bilgi psikanaliz olarak belirdiğinde aynı şeyi söyler yine. Gerçek tedavinin başlaması için bilinçaltına bastırılmış şeylerin bilince çıkarılması lazım. Şamanla aynı şeyi söyler fakat bilim diliyle. Peki, şimdi aynı şeyi biz erkekler kadınlar için yapabilir miyiz?  Onunla yüzleşebilir miyiz? Onu bastırdığımız derinliklerden çıkarıp göz hizamızda konuşabiliriz miyiz, onu gerekten görebilir miyiz? Öyleya görülmekten öteye ne isteyebilir ki insan? Kadın da aynen bizim gibi olabilir mi o da acaba, sadece sevmek, sevilmek güvenmek, güvenilmek isteğiyle dolu olabilir mi acaba?
En başından söylemeliyim ki tabi ki bir erkek olarak yazıyorum bunları. Bunu akıldan çıkarmadan okunmalı yazdıklarım. O halde kemerleri bağlayalım ve şu erkeğin bilinciyle, onun altıyla, hatta en altıyla yüzleşelim. Kemerleri düşme korkusu yüzünden bağlamıyoruz, erkek aklı yüzleşmeden kaçmasın diye bağlıyoruz.

Nedir Bu Erkek Aklı,
Erkeğe göre kadın nedir, nasıl bir kadın tahayyülü var? Daha çok somut yaşadıklarımızı baz alarak erkek aklının bu açıdan nasıl çalıştığına bakmalıyız. Örneğin, erkeğin hayalini kurduğu her açıdan yetkin kadın tipiyle, gerçekte hoşuna giden kadın tipi arasında uçurumlar vardır. Kurduğu hayale sonra geri dönmek üzere onu burada bırakalın ve birlikte olmaktan hoşlandığı kadın tipinin genel özelliklerine bakalım. Bu kadın tipi hesap peşinde, cahil, entrikacı, yönlendirmeye açık, kültürsüz, dünya görüşü, hayat felsefesi olmayan, görgüsüz bir kadındır. Hayalindekiyle somut olarak beraber olduğu kadın tipi bu kadar başkadır. Onun bu davranışı ne yaptığını bilmemek gibi görülebilir, fakat mesele biraz daha derin. Öncelikle erkeğin, kadına bakabilecek onu gördüğünde tanımasına yardımcı olabilecek belli bir hayat görüşü yoktur. Dolayısıyla herhangi bir konuda olduğu gibi kadın konusunda da belli bir ölçüsü, ölçeği, değer yargısı yoktur. Bu yüzden de lafzi olarak değil gerçekten o değerlerle donanmış bir insan olarak yaklaşamaz kadına. Çünkü bunlar kendisinde de yoktur. Erkeğin kadına düşmanlığının temel nedenlerinden birisi kadının bu değer yaratma eğilimidir. Erkek bu nedenle kadının bu eğilimini hep tehlikeli bulmuştur. Zaten bu nedenle belli değerlere sahip kadınları anlaşılmaz, cadı, uyumsuz addeder. Düşman yapar, hedef gösterir.

Lilith,
Efsaneye göre Adem’in ilk eşi. Adem’le mutlu mesut yaşarken birden Adem Lilith’e üstünlük taslamaya başlar. Bu Lilith’in hoşuna gitmez ve durumu yaratıcıya şikayet eder. Yaratıcı Adem’i dinlemek ister. Adem, ben hayvanları ve bitkileri evcilleştirdim ve evin geçimini ben sağlıyorum. O halde benim dediğim olur, hatta yatakta da istediğimde ben üstte olmalıyım, der. Yaratıcı ikisini de dinledikten sonra Adem’i haklı bulur. Ancak Lilith bunu kabul etmez ve isyan eder. Yer altına çekilir ve daha sonra yaratanın Adem için yeniden yarattığı Havva nın çocuklarını öldürmeye and içer. O yüzden yeni doğan çocukların eşyaları ya da elbiseleri dış dünyayla fazla temas ettirilmez bir gelenek olarak. Efsane de anlatılanlarla tarihsel gelişmeler tamamen örtüşür. Gerçekten de hayvan evcilleştirilmesi ve tarımın yaygınlaşmasıyla birlikte anaerkil düzen yıkılırken erkek hakimiyeti başlamıştır. Tabi tüm masallar, hikayeler, efsaneler ve de toplumsal kurallar bu gerçeğe göre yeniden biçimleniyorlardı. Ay (lilith, leyli, leyla) kültü yerine güneş kültü erkek sisteminin sembolü olarak yükselmeye başlar. Sınıflı toplum, Lilith’in adını bile silmek ister. Ancak çok köklü komün geleneği olduğu için yok edemez ancak efsaneyi kendi çıkarına göre düzenler. Örneğin Havva’yı kaburgasından yaratır, Lilith’i itaatsiz ve korkulacak bir figür olarak anlatır. Ancak bugün biliyoruz ki her yeni kız çocuğu ergenlik çağında kendi içindeki Lilith’le şu ya da bu şekilde tanışır. Yani Adem çok uğraşsa da Lilith öyle kolay kolay yok olmaz, tam tersine baskılandığı için o oranda büyük bir enerjiyle çıkıp geleceği kesin. Sonrasında Adem Havva’nın daha çok rahim enerjisini kullanmıştır (evet Adem genellikle Havva’yı kullanır, cinsel olarak ya da kuluçka makinesi olarak ya da hizmetçisi olarak). Kadındaki dört temel enerjiden (anal, vajina, rahim, klitoris) belki de en tehlikelisini coşturur hep. Rahim enerjisi zirve yapınca o rahimden kırk yaşında bile çıkamayanlar olabiliyor. Etrafımıza baktığımızda annesiyle birlikte düşünen, yaşayan ne çok insan var şaşarsınız, ki bu daha çok erkekler için büyük bir problem. İşte erkeğin kadını sakatlayan bu kullanmacı anlayışı kadın tarafından böyle kanalize edilir. Yani kadın şuuraltıyla yönlendirmeye çalışır o rahimden çıkanları. Bu sınıflı toplumun kadın üzerinde yarattığı en büyük tahribatlardan birisidir. Oysa Lilith’de bu dört enerji tam da olması gerektiği gibidir. Kadınlığını da anneliğini de doyasıya yaşar. Sevmediği birisiyle sevişmediği için havva gibi basit klitoris orgazmlarına kanmaz o, aşkın da, cinselliğinde, erkeğin de hayatın da gerçeğini ister. Yoksa yaratır. Ama önce kendini yaratmalı ve Lilith tüm sınıflı toplum tarihi boyunca Havva’dan öğrendikleriyle kendisini yeniden yaratabilir bugün. Herşeyin alt üst olduğu bu geçiş çağı kadının katılımını bekliyor aslında, onun dokunuşu olmadan tarihin önü açılmayacak. Bu gerçeğin ciddi kadınlar tarafından yavaş yavaş görülmeye başlandığını biliyoruz. İlk insan toplumunu kurduğu gibi yeniden ve büyük bir kuruculuk için uzun bir hamilelik dönemi yaşıyor gibidir. Hamileliğin kalitesi yeni doğanın uyum yeteneğine yansır doğrudan. Hayatın kanunlarını okuyup onlara uyum yapması kolaylaşmış olur.

Yeni Lilith’in Yolu,
Mitolojilerden adı kazınmış, yeraltına çekilmek zorunda kalmış Lilith artık yer üstüne çıkmak istiyor. Kendi yolunu bulmak istiyor. En az elli bin yıl mutlulukla, aşkla, sevgiyle hayatın merkezi olan ve sınıflı toplumun gömdüğü kadın artık ortaya çıkmak istiyor. Bu bir nevi efsanedeki Liliht’in Adem’i de kurtaracak büyük bir güzelliği olacak. Ancak Adem henüz bunun farkında bile değil, o hala iktidar, para, pul, şan, şöhret peşinde ve kadını görmüyor bile. Kadın da çoğu kez sırf görülebilmek sevdasına Adem’in oyunlarına katılıyor. O oyunları iyi oynayarak sevilebileceğini zannediyor. Oysa olmuyor ve de olamaz, çünkü oyunlar hep erkek oyunları. Erkek oyunlarında başarılı olmanın kadını güzelleştiren bir tarafı olamaz, tersine onu da erkeksileştirip asıl kimliğinden uzaklaştırır.
Acaba kadın kendi yolunu bulamaz mı? Kadının kandi yolunu bulma arayışına saygı gösterilebilir mi? İlginç olan şu ku kadını bu haliyle tatsız bulan erkek onun kendi yolunu bulup güzellişmesine katlanamıyor. Evet gelinen noktada erkek kadını tatsız bulur, fakat kadının bu tada ulaşabileceği tüm kanalları da kapatır. İşte erkeğin mide ağrılarının başladığı yer burasıdır. Kadının kendisini keşfetmesi sürecinde erkek üzerine düşen sorumluluğun farkındadır fakat bu sorumluluğu pek almak istemez. Ancak çelişki şudur ki; kadınla arasındaki bağı sevgi temelinde kurmasının başka da bir yolu yoktur.  Fakat bu yol sabır ve sorumluluk ister. Bu, kadın erkek arasındaki tüm bağların sevgi bağına hizmet etmesini sağlamak anlamına gelir. Kavga etmek bile sevgi bağını güçlendirir o halde. Ancak bu yol daha çok erkeğin sorumluluk almasından geçer.  Daha ötesi bu yol erkeğin iktidarını yok eder. Tüm bağlar sevginin bir çeşitlemesi haline gelmeye başlarsa erkeğin nasıl bir iktidarından bahsedebiliriz ki. Bu tür bir ilişkide iktidar, çıkar, şiddet gibi olumsuz enerji döngüsü yaratan hiçbir şey olamaz. Olması halinde bile aradaki sevgi bağı ondan gereken dersi alır ve yoluna devam eder. Erkek aklı tüm bu gerçekleri görebilecek durumdadır ve görür de. Hatta bu sürece yani kadının kendini keşfetme yolculuğuna uyum sağlama isteğini dile getirir hatta. Dikkat, işte tam burada erkek aklının dili böyle söylese de bilinçaltı onu başka bir yere götürür. Size müşteri olmayıp, sürüden ayrılan ve kendini arayan kadınlar hala tuhaf, ürkütücü hatta biraz sonra cadı ilan edilebilir erkeğin şuuraltında. Sonuçta erkeğin bilinçaltı kendi yolunu arayan ne istediğini keşfetmeye çalışan kadınlara düşman eder erkeği. Düşmanlığının böyle bir kaynaktan beslendiğinin kendisi de farkında değildir, zaten farkındalık dediğimiz şey de tam olarak bunun için varya. Erkeğin kadını kavrayamamasının önemli nedenlerinden birisi de yaşadığı bu çelişkilerdir.
Sınıflı toplumun küreselleşmesi ve çöküş çağıdır yaşadığımız çağın adı. Bu aynı zamanda insan toplumunda devam edegelen parçalanma sürecinin kişilere kadar ulaştığı bir çağdır. İnsan toplumu doğadan çıktığında bir bütündür. Bu çıkışta daha çok toplumsallık önde ve kişi henüz ortada yoktur. Kişi dediğimiz şey komün parçalanandıkça bu parçalanmanın dayandığı sınır çizgisinin bizzat kendisidir. Çünkü kişiden başka komünde parçalanabilecek başka bir eleman yoktur. Komünün sınır çizgisi kişi olduğuna göre tüm sınırlarda görülen muazzan çeşitliliği şimdi kişide aramalıyız. İşte yeni bir toplumsallık ve onun açılımı da önce parçalanan sonrasında toparlanan kişi etkisiyle olur artık. Bu yüzden çağı kapatan ve yeni bir çağ açan en temel etken olarak kişiyi tarif ediyoruz. Ve çağa kişi çevrimi adını veriyoruz bu yüzden.
Doğanın ve toplumun yaşadığı halleri bir tek kişi hızla ve kendi benzersizliği içinde yaşar. Bugün üç beş kelimeyle ifade edebiliyoruz bu muazzam gerçeği. İşte kadın erkek ve tüm ilişkiler böyle bir çağın atmosferi içine girmiş durumda. Elbette atmosfer değişince eski pusulalar pek işe yaramaz, kadın erkek ilişkileri de üzeride çok durulmasına rağmen bir türlü yeterince açıklanamaz olur. Evet açıklanamaz çünkü tüm bu ilişkilerinde içinde yer aldığı büyük resmin kendisi de değişmiştir ve önclikle onun okunması gerekiyor. Büyük resim doğru okunabilirse onun parçaları da doğru okunabilir. Kadın erkek ilişkilerinden, özellikle kadın açısından baktığımızda büyük resmin daha bütünlüklü olarak görülmesi önem kazanıyor.

Kumdan Kaleler Yıkılırken,
Bugün, sadece Türk erkekleri değil tüm dünya erkekleri bir tür bilgi eşitlenmesi yaşıyor, herkesin bilgisi fiksleniyor. Herkes hemencecik benzeri bilgilere ulaşabiliyor. Ayrıca bilgi eskisi gibi uzun süre saklanamıyor. İş bir yönüyle böyle fakat diğer yönüyle de aslında ortada saklamaya değer bir bilgi ya da fikrin olmadığı ortaya çıkıyor. Bu da bilgi çağının bir diğer yanı. Teknik ya da mühendislik alanında her zaman yeni yaklaşımlar ortaya çıkabiliyor. Fakat insana yol gösteren, bir bakışaçısı kazandıran  görüşler teoriler kolay kolay çıkmıyor. Fakat gelişmeleri eski bakışaçılarıyla yorumlamak da mümkün olmuyor. İşte gerçek kriz budur. Krize çözüm arayışı sırasında ise bir başka sürprizle karşılaşırız, eldeki hiçbir fikir, inanç ya da düşünce sistemi krize çare değildir. Sürpriz şu ki, meğer hepsinin miadı dolmuş, bunu anlamış olduk.
Erkeğin kadın hakkındaki fikri ve de zikri son sınırlarına dayanmış durumda. Kadın hakkında bildiği hiçbir şey ona ulaşmada işe yaramıyor. Kadın da bunu görüyor, biliyor ve aslında o da ne yapacağını bilemiyor. Çünkü onun için de yeni bir çağ, bu çağ. Fakat kadının erkekten farkı çağı tam anlayamasa atmosferin değiştiğinin ayırdına varabilmiştir. Krizin gerçek boyutlarına dair henüz bir fikri yok, krizden çıkış ya da iyileşmenin yolunu ise şimdilik görebilmekten çok uzak. Ancak sezgileriyle de olsa tarihin belli bir dönüm noktasında olduğumuzu farkediyor.
Atmosferin değiştiğini hisseden kadının davranışı tarihin benzer zamanlarında yaptığı gibidir. Bir tür mağarasına çekilmek gibidir yaptığı şey. Bunun bir nedeni var. Tarihin her devrinde olduğu gibi gerçek sorumluluğu üstlenebilmek adına gereken inanç kaynağına ulaşmak için uzun bir yolculuğa hazırlanıyor. Onun yolu çok ayrı. Fakat erkeğin yolu bitmiş gibi görünüyor ve üstelik ne yapacağı hakkında hiç bir fikri de bulunmuyor. Evet komik görülebilir bir yanıyla, ama bir o kadar da trajik bir mecraya girdi insanlık bu açıdan. Nedeni malum kişi çevrimi dediğimiz çağın açılmış olması. Sonuç olarak kadınıyla, erkeğiyle kimsenin kaçamayacağı büyük bir parçalanma ve toparlanma çağı bu. Ve nasıl ki bugünlere dek kadın yalnız kalmıştı, işte bundan sonra da uzunca bir süre erkek kalacaktı yalnızlığın çölünde. Küreselleşme başladığından beri bu mecraya girilmişti. İşte o zamanlar başlayan döngü tam da bu günlerde gerçek etkisini gösteriyor diyebiliriz. Yoksa erkek tarihin hiçbir döneminde bu kadar ne yaptığını bilmez bir halde olmamıştı.

Döngülerin Kaderi,
Yeri gelmişken döngülerin örüntü oluştururken nasıl davrandığına dair basit bir kuraldan bahsetmeliyiz. Her döngünün bir ritmi var ve bu ritim genellikle bulunduğu çevrimin ritmiyle aynıdır. Öte yandan her döngü olağan aşamalarını yaşarsa yani döngüsel kırılma gerçekleşmezse o döngünün her anını görebiliriz, anlayabiliriz, okuyabiliriz ve tabi uyum sağlayabiliriz. Geçmiş ve gelcek buna dahil ancak anı okumak ve okumakla kalmayıp uyum sağlanabilirse bu mümkün olur. Döngüleri ve yarattığı örüntüleri okumak için elimizde bütünsel bilgi var. Herhangi bir çevrimin kaderini, geçmişi ve geleceğiyle birlikte okuyabiliriz. İçine girdiğimiz çağın farkını, atmosferin özelliklerini rahatça görebiliriz. Daha ötesi çevrimleri okumaya başladığımızda ortam kıyamet bile olsa biz ıslık çalarak yolumuzu bulabiliriz toz duman arasından. Erkeğin kadına dair bilgisi, görgüsü ve yaklaşımı da belli bir döngü yaşadığı için kolaylıkla okunabilir yani. Yeter ki okumayı çözelim.
Katarsis Ama Nasıl,
Döngünün başlangıç noktası bugün bildiğimiz anlamıyla ailenin ortaya çıkışıdır. Zaten öncesinde tüm üreme yasakları kararlı hale gelebildiği için aile dediğimiz yapı ortaya çıkmıştır. En az elli bin yıldır hayvandan farklı olarak akrabalık ve aile yapıları yerleşik bir kültür olarak yaşamaya devam eder. Arizi durumlar ve ruhsal hastalık hali hariç aile içi tüm unsurlar bu kültürle yaşarlar. Cinselliğiyle, aşkıyla, sevgisiyle insanlaşma tamamlanmıştır.
Medeniyet öncesinin komün insanı ise (ayrıca ele almak şartıyla) sevgi ya da aşk gibi kelimelere ihtiyaç duymadan bunları doğrudan yaşar. Ne zaman ki çıkar, yalan, dolan, iktidar, baskı ve benzer virüsler insan ruhuna bulaştı işte tam da o zamanlar aşk ya da sevgi kelimeleri dilde zuhur etmiş oldu. Medeniyet öncesinde aşk ya da sevgiye özel bir vurgu göremezsiniz. Aşk ve sevgi medeniyetin yarattığı boşluğu doldurabilecek ihtiyaçların isimlendirilmesi, bu ihtiyaçları anlatan kelimelerdir. Medeniyetin kadın erkek ilişkilerinde açtığı yaraları iyileştiren ilaç isimleri olarak görülebilir aşk ya da sevgi kelimeleri. Gerçekten de sınıflı toplumun kadın erkek ilişkilerinde bu derece sakız olmuş ve bu yüzden de içi boşaltılmış iki kelime bulmak zordur. Bu kelimeler, cennetten (komün hayatından) kovulmadan önceki ruh zenginliğinin kayıpları olarak görülebilir. Ve elbette bu kaybın aşk veya sevgi olarak formüle edilmesi, bunların arayışının yüceltilmiş olması sınıflı toplum insanının yaşayan yanlarından birisi olarak görülmeli. Ergenlikte adına aşk ya da sevgi demeden yaşanan duygular tam da komün insanının sıcak, samimi, çıkarsız, beklentisiz ruh halinin yeniden yaşanması gibidir. Komün insanıyla, sınıflı toplum insanının kadın erkek ilişkileri hiçbir şekilde benzemez. Birisinde aşk içrektir, tabiati gereği o ilişkinin mürekkebi gibidir ve o yüzden ayrıca bir aşk ya da sevgi kelimesine ihtiyaç olmaz. Diğerinde ise aşk yoktur, olmadığı da bilinir, en çok aranan ama en az bulunamayan şey de o olur. Ancak arayış bitmez, bitmemeli de çünkü kişinin parçalanması toparlanmasının ilk adımıdır. İlkel komün insanının içindeki cenneti kaybetmeden bir hayat organize edebilmesinin ilk şartı herkesin kendi kıyametinden (parçalanmasından) dersler çıkarmasıyla mümkün olabilir.

Cennet-Cehennem Ama Nasıl,
Sınıflı toplumda gördüğümüz aile yapısı ve kadın erkek ilişkilerinin tüm biçimleri çıkarın, yalanın, samimiyetsizliğin bulunmadığı böylesi bir komün cennetinden sonra yaşanan ilişkilerdir. Ne zaman ki bir aile babası ve onun etrafında bir kan teşkilatı görürüz işte o bugün bildiğimiz anlamda ailedir. Aile babasının otoritesi ve özel mülkiyet hukuku geçerlidir. Özel mülkiyet ortaya çıkmadan bugün bildiğimiz anlamda aile ortaya çıkamaz. Yani yedi bin yıl önce ortaya çıkar bu aile. Altıbin beş yüz yıl boyunca toprağa bağlı yaşam ve geniş aile biçiminde, beşyüz yıl boyunca da sanayi üretimine uygun çekirdek aile olarak. Bahsettiğimiz ve günümüzde parçalanmasını izlediğimiz işte bu aile yapısıdır. Kadının sınıflı toplumdan önceki macerası elbette şenlikli bir maceradır. Kadın için şenliğin bittiği, yavaş yavaş karaların bağlanıp evlere kapandığı dönemler işte bu ailenin başlangıcı oluyor. Yani medeniyetin başlangıcı, Sümer. Neden başlangıç noktası Sümer ? Çünkü Sümer’le beraber özel mülkiyet kent devleti biçiminde organize oluyor, komün sınıflara bölünerek ayrı yaşam biçimleri şeklinde organize oluyordu. Sümer’den öncesinde kadının merkezde olduğu toplum biçimleri var. Özel mülkiyetin miras yoluyla sonraki nesillere aktarımını garantiye almak için de olsa tek eşli aileye doğru bir gidiş var. Görünüm olarak durum budur fakat gerçekte sevgisiz evlilikler ve ailelerin olağanlaşmasıdır yaşanan sürecin adı. Böylece sevmeden sevişmek büyük günah olmaktan çıkıyor, olağan evlilik kimliği içinde kaynayıp gidiyordu. O yüzden sevmeden sevişmenin başlangıcı yani bildiğimiz ailenin başlangıcı Sümer’dir.
İşte bu aile yapısı birçok aşamadan geçmiş ve sonunda küreselleşmeyle beraber tuzla buz olmuştur. Bildiğimiz ailenin parçalanmasının başlangıcıdır küreselleşme. Küreselleşme algısının ilk yerleştiği batıda bu süreç daha erken başlamışken bizde ve daha doğuda ancak 1990’larla beraber etkisi görülmeye başladı. Bundan sonra da zaten tüm yeryüzünde benzer bir gidişat başladı, yani toplumların ve ailelerin kişilere kadar parçalanması. İşte yaşadığımız çağ böyle bir çağdır. Erkek ve kadın açısından gelinen nokta hem komik hem de trajik sonuçlarla dolu. Çünkü bu ilişki tam da bu çağda olsa olsa mahşer yerine benzetilebilir. Aslında durum o kadar vahim ki misal klasik psikoloji biliminin anlamakta zorlandığı bir parçalanma ve toparlanma çağından bahsediyoruz.
Sümer’de başlayan günümüz aile yapısı, kendi içinde birçok evrim geçirerek en son biçimi olan çekirdek ailenin dağılmasına kadar geldi. Bu çözülmenin özel olarak aile ile ilgili nedenleri var, ancak asıl nedeni sınıflı toplumun da sonuna gelinmiş olmasıdır. Asıl yapı yıkılırken ona ait parça ayakta kalabilir mi? Sınıflı toplum biçimi ve ona ait aile kurumu bu açıdan aynı kaderi yaşıyorlar. Sınıflı toplum mutlaka yok olup gidecek, ancak aile insanlığın ortak bir değeri olarak evrilerek bambaşka anlamlara kavuşarak yaşamaya devam edecek gibi görünüyor.
Günümüz aile yapısının birçok probleminin yanında iki tanesinin çok önemli olduğunu söylemiştik. Bunlar ataerkil alışkanlıklar ve özel mülkiyetten oluşan müthiş ikilidir. Hem ataerkil kalıntılar, hem özel mülkiyet insanlığın ulaştığı aile yapısını virüslerin yaptığı gibi kendilerine benzetmeye çalışırlar. Örneğin hukuken tek eşliliğe doğru gidilirken fiilen çok eşlilik devam eder fiili ve de sürekli olarak. Daha çok erkeğin fuhuşla karışık yürüttüğü evlilik ilişkileri üzerine kurulmuş aile yapısıdır bu. Ancak bu hep saklanarak ve de fuhuşla karışık hatta onu da meşrulaştıran tarzda sunulur kitlelere. Erkeği ve erkekliği kışkırtarak, kadını ve kadınlığı baskılayarak devam eder. İşte böyle bir aile yapısında yetişen erkeklerden, kadınlardan ve aralarındaki ilişkilerden bahsediyoruz. Mesele daha derin köklere sahiptir görüldüğü gibi.
Tüm sınıflı toplum tarihi boyunca erkeğin iktidarı tekelinde toplama çabasına şahit oluruz. İktidar denilen alet erkeğin lehine gibi görünse de sonradan onu yalnızlaştıran bir düzenek haline gelir hep. Yarattığı tabuların, korkuların, iktidarların, paraların ve teknik ıvır zıvırın orta yerinden seslenebiliyor kadına ancak. Ve üstelik kadını da oraya çekmek için her tür reklam, illüzyon, kandırmacayla kadını tavlamaya çalışarak. Peki erkeğin tam da iktidarını kurduğu bu alana aklı başındaki kadın itibar eder mi artık. Bu alanların cazibesini erkek ne kadar ileri sürerse sürsün gelişkin tipler kendi yollarını bulmaya çalışıyorlar. İşte kendi yolunu arayan kadın için önemli tehlikelerden birisi de erkeğin paralı, mallı, mülklü, uyuşturuculu, seksli, ışıklı, illüzyonlu oyunlarıdır.
Kişi çevrimiyle beraber birbirine bağlı iki gerçek ortaya çıkmış oldu. Biri bu aile biçiminin bu haliyle yaşayamayacağı gerçeği ve onunla sarmal şeklinde ilerleyen, erkeğin kadın üzerinde hakimiyet kurma sevdasının sonuna geldiğimiz gerçeği. Çünkü hakimiyet kuracağı zeminin kendisi paramparça olmuş durumda. Sınıflı toplumun ta başından beri minik bir simülasyonu olan aile kurumu diğer tüm geleneksel bağlar gibi böyle çözülüyordu. Ve artık diğer tüm kurumları gibi aile kurumu da hiçbir heyecan yaratmıyor. İşte bu yüzden insanların bir arada yaşaması için yeterli bir sosyal zemin olamıyordu artık. Bu yapının içinde insana yaşama gücü veren yeni moral değerler oluşamadığı gibi eskinin akrabalık mirası ile de devam edilemiyordu çünük o da çoktan tükenmişti. Öte yandan bu dağılma ve parçalanma sürecini erkek zihni pek anlamasa da genel olarak aile kurumundan yana tutum geliştirerek karşılar. Aile kurumunun mevcut haliyle devamı imkansız olduğu halde mevcut haliyle devam etmesi için şuuraltıyla elinden geleni yapar. Çünkü aile genel olarak erkeğe hizmet eden bir yapıdır, bu yüzden dağılmasını istemez. Dağılan bu aile yapısı çizdiği sınırlarıyla ve özel mülkiyetiyle iktidarının hemen tüm zehirli tatlarını yaşadığı alanıdır. Tüm bilgi ve inanç sistemleri iskambil kuleleri gibi dökülürken aile ortamı ve onun sosyalliği de bundan payını alıyordu. Elbette aşkla, sevgiyle bağlılıkların yaşandığı aileler var ve bunların olumlu örnekler olarak öne çıkarılması önemli. Fakat çoğunluk ve genel geçer durum tam tersidir.
Kişi çevrimiyle tarih tüm öngörüleri yerle bir etti. Tarihte benzeri görülmemiş bir çağ açılınca kadın erkek ilişkisi açısından da daha önce bilinmeyen bir atmosferin içine girilmiş oldu. Bunun ilk ve en yakıcı göstergelerinden birisi kadının ne pahasına olursa olsun ataerkil baskıdan kurtulmak istemesiydi. Baba, kardeş, patron, koca, oğul, sevgili ilişkilerinin her biri ataerkil inanç ve davranışların arayüzünden geçiyordu. Sevginin türü değişik olsada erkeğin cins olarak hep avantajlı konumda olduğu bir hiyerarşi gelişiyordu bu ilişkilerde. Bu sakat yaşam tarzı tüm sınıflı toplum boyunca devam etmişti. Kadın sürekli aşağılık kompleksine maruz kalıyordu. İşte bu altlık kompleksi kadının çeşitli savunma mekanizmaları geliştirmesine yol açıyordu. Örneğin erkeğin gözünü boyamak için yapılan makyaj illüzyonu gibi. Ya da erkek çocuğunu rahim enerjisiyle sarıp sarmalayıp ömür boyu kendisine bağımlı hale getirmek gibi yöntemler geliştiriyordu. Kadının erkek sistemiyle başa çıkmak için geliştirdiği yöntemler tamamen bilinçsiz bir gelişim sonucudur. İşin tuhaf tarafı şu ki bu yöntemlerin işe yaradığı noktada kadın gerçek erkeği de elbirliğiyle yok ediyordu. Ancak her zaman altını çizmeliyiz ki işin başı erkeğin iktidar denen hastalığa yakalanması olmuştur. Bu hastalıktan sonrasında kadının bu hastalığa karşı tedbirleri yavaş yavaş gelişmiştir. Erkek sürüyü evcilleştirip geçim işlerini ve ekonomiyi ele aldığında iktidar hastalığı baş gösterir. Ekonomiyi ele aldığı halde uzun bir süre kadın üzerinde hakimiyet kuramaz. Hatta önceleri kadın kılığına girerek yapar bunu. Anaerkil düzenin ve ana tanrıçanın gücünü üzerine almak istercesine onu taklit eder. Örneğin ilk erkek şamanlar, kadınları taklit ederek şaman olabilirlerdi. Yani kadın üzerinde iktidar kurmak için bile kadına ihtiyaç duyar erkek cinsi. Şimdi tam tersini yapmak için yani kadın üzerindeki iktidarından gönüllü olarak vazgeçmek için de yine kadının yardımına ihtiyaç duyar. Peki, sicili bu kadar bozuk bir erkek aklına yardım elini uzatabilir mi, kadın? Göreceğiz.
Bildiğimiz Erkek Ölmüştür Gömünüz ve Yenisini Yaratınız,
Kişi çevrimiyle birlikte tüm otoriteler bu arada erkek otoritesi de çöküyor. Ancak erkek sistemi, kadın ve aile üzerinde otoritesi kalmamışken böyle bir otoritesi varmışçasına devam ediyor. Kişi çevriminde kişiler önce parçalanma daha sonrasında toparlanma yaşarlar. Kadın ise parçalanma ve toparlanma sürecini erkekten çok farklı yaşar. Erkek, sınıflı toplum boyunca mülkiyet, iktidar, eğlence ve cinsellikle aşırı olarak uyarılmıştır. Bu aşırı uyarım durumu birçok olumsuzluğ taşır günümüze, bugüne taşıdığı tek olumlu özellik ise erkek bunlarla her daim haşır neşir olduğu için belli oranlarda bunlara doymuştur. Kadın ise bunları bastıran erkek sistemiyle muhatap olarak yaşar ya da yaşayamaz demek daha doğrudur. Yaşayamadığı içinde bugün yani kişiler çağında bunları yaşama imkanına kavuşur.
Mülkiyet ya da ortak çıkarlar aileyi bir arada tutmaya yetmediği gibi içi boş bir ataerkil otorite de işe yaramaz. Demek ki asıl problem aile dediğimiz yapıyı bir arada tutan bağların çözülmüş olması. Çıkar ve baskının bir arka fon olarak süreklilik kazandığı bu aile filminin” sonudur. Çıkar, baskı ve fuhuşla iç içe devam eden bu aile yapısı kendisini özeleştiriden geçirmeden bu haliyle devam edemez. Tüm bu rezilliklerden arınmadan yoluna devam etmesi imkansız. O yüzden ailenizle problem varsa hemen tüm çıkar ilişkilerini kesin öncelikle. Bu tutum sorunları doğrudan çözmez, ancak gerçek sorunları daha açık görmenizi sağlar. Çıkar ilişkisine son vermenin baba, anne ya da başka bir otorite baskısının dışına çıktığınızdakine benzer bir etkisi olur. O baskı olmadan daha rahat ve adil düşünebilirsiniz.
Çıkar ilişkisine son verdikten sonra gerçekten ilgi ya da sevgi varsa ilişki devam edebiliyor ve işte bu gerçek bir ilişki oluyor. İnsanların mecburiyetleri olmadan birlikte olduklarını düşünelim bir an, sabah uyandığında ne kadar çocuk ya da kadın acaba yaşadıkları evde kalmak isteyecektir.  Emin olun ki çok az insan bunu isteyecektir. Kadınlardan daha da fazla çocuklar gitmek isteyecektir yaşadıkları evlerden. Çünkü her nesilde toplumun yeniden canlanan çekirdeği olarak çocuklar bu sevgisiz ortamları hemen tanırlar ve kendilerini oraya ait hissetmezler.  Çocuğun ya da yeni nesillerin özünde ilgi, şefkat,sevgi ilişkisi var çünkü. İnsan hayatı sevgiyle dönüştürebildi ve aslında sevgiyi keşfi sayesinde insanlaşabildi. Dolayısıyla bu duygular her çocukta insanlığın ilk zamanlarındaki saf haliyle yeniden canlanır. Ve insanlığı yapan, yaratan, yaşatan onun en derin kökleriyle bağlantılı olduğu içindir ki yol gösterici olurlar. Çocukların özellikle üç yaşına kadar yaşadıkları animist çevrim ilkel sevginin doğası hakkında kitaplar dolusu bilgi verir. Sevgiyi, saygıyı, birlikte olmayı, güveni, moral vermeyi bilen bir ruhtur o. Anne de çocuğun bu hislerine eşlik edebildiği oranda onunla aynı duygusal faza ulaşır. Olması gerektiği gibi yaşanan bir annelik deneyimi bu yüzden tazeler insanı. Özellikle dişil enerjinin gücünü ve kapsayıcılığını deneyimlemiş kadınların her annelik deneyimi insanlığa benzersiz inci taneleri armağan eder.

Kadının Gerçek Yücelimi,
Doğanın döngüseliği sanki kadında hayat bulmuştur yeniden. Onun yeniden doğuran ritmi, kadın doğasının da özetidir. Evrenin ya da yeryüzünün ritmini bu kadar hissedebiliyorken bunun farkında olarak yaşanması mümkün değil midir acaba? Kadının kendi zamanlarına ya da mekanlarına girmesine izin verdikleri bu açıdan çok önemli. Çünkü onun eleyici gözünden, ruhundan geçen her varlık ona benzer ve kadının bu kendiliğinden eleyici tutumu hangi yumurtaya can vereceğini bilmesi gibidir. Kendi sözünü, hayatını, neşesini, sevgisini, yolunu böyle bulabilir ancak. Ne yaptığımızdan, nasıl yaşadığımıza, kiminle seviştiğimizden, ne yediğimize kadar hayatın hemen tüm alanlarını kapsar. Bedensel ya da ruhsal alanınıza nelerin girmesine izin verdiğiniz çok önemli. Çünkü bu alana giren, herhangi bir varlığın taşıdığı tüm etkiler sizden geçerek bir başkası üzerinde etkili olacaktır. Bu durumda dış dünyayı nasıl etkileyeceğinizi belirleyen şey iç dünyanıza aldıklarınız olur. O yüzden içeriye ne’yi buyur ettiğimiz hayati öneme sahiptir. İç dünyalarımıza neyin ya da kimin girip çıktığı belli değilse her tür hastalığa davetiye çıkarıyoruz demektir. Kelimenin tam anlamıyla böyledir.
Bağışıklık sistemi hastalıklarının (lupus, multiple skleroz, fibromiyalji) erkeklere göre kadınlarda daha sık görülmesinin nedeni budur. Yaşayamamanın belirtisidir bunlar. “Ne yapsam ne etsem yaşayamıyorum” demektir. Daha ötesi kendime uygun bir yaşam alanı bulamıyorum, oluşturamıyorum ve bunun farkındayım demektir tüm bu hastalıkların tercümesi. Ancak kadın ciddi bir arayıcı olarak her çağda olduğu gibi bugün de kendisi ve insanlık için bir çıkış yol arıyor. Bulabilir mi, elbette bulur. Daha önceki tüm gerçek krizlerin, gelişmelerin tam göbeğinde yolu aydınlatan ay ışığı gibiydi ve bu kural hala geçerli. Oysa günümüz dünyasının bu hale gelmesinde onun payı çok çok az ve genellikle bilinçsizce olmuştur. Asıl sorumlu ise hukuktaki kast gibi erkek sistemine ait. Kadınınki daha çok kusur türünden, kabahat nevinden. Kastı yok ancak kusuru var dersek benzetme yerini bulur sanki. Kadın işte tam da bu yüzden hasta olur, bir başkasının cennetini ya da cehennemini yaşıyor bin yıllardır. O yüzden hem bedenlerimize hem de ruhlarımıza girmesine izin verdiğimiz her şeyin farkında olmamız önemli. Şöyle düşünelim kendi varlığımıza özen gösterecek sorumluluğumuz yoksa hayata karşı nasıl sorumluluk taşıyabiliriz. Daha önemlisi hayatla böyle bir bağ kurmadığımızda o bize karşı sorumlu tutulabilir mi. Acaba hayat denilen şey ona karşı sorumsuzca davrandığımızı fark eder mi, farkedebilir mi? Soru budur. Konu dışına çıkmak istemiyorum ama kısaca evet hayat ona nasıl yaklaştığınızın her pikseliyle ilgileniyor, bilelim ya da bilmeyelim. Hani kişisel gelişim endüstrisinde sakız edilen bir cümle varya “sen gözlemezsen gerçeklik var olamaz” diye, yok öyle bişey. Sen gözlemesende gerçeklik vardır yani, gözlersen senin için de var olur, o kadar. Yani aslında hem gözleyen hem gözlemci yaratır gerçekliği. Hem hem diyoruz, geçiyoruz.
Dünyayı besleyen döngülerin hemen hepsinin mikro ölçeğini kadında görebilirsiniz. Kadın da hem kendisini hem temasta olduğu tüm varlıkları besler aslında. Örneğin meme emzirmesi böyledir, aldığını verir. Fakat dönüştürerek. Erkeğe de öyle davranır temelde, baba figürüyle tanıştığı erkeğin ölçüleri sonraki hayatında belirgin roller oynar. En temelde erkekten aldığını dönüştürerek ona vermiştir. Sevgisi de öyledir, tabiatına uygun sevgiyi aldığında bunun yeryüzüne dönüşü muhteşem olur. Kadının hemen her döngüsü böyledir, kadın besler yani. Ancak kişi çevrimini yaşadığımız şu günlerde kadın da parçalanmanın pençesinde ve maalesef pek iyi şeyler alamıyor dünyadan. Dolayısıyla iyi şeyler de veremiyor. Kısaca kadın beslenemediği için besleyemiyor. Neyle mi beslenemiyor, bilimle, sanatla, dansla, cinsellikle, aşkla, yücelimle, sevgiyle ve elbette her ne istiyorsa işte en çok da onunla beslenemiyor. Ki eskiden olduğu gibi kategorik olarak kadınlar şöyledir, böyledir denilemez. Dolayısıyla kadın şununla beslenmeli vs gibi cümleler en azından ayıp. Çünkü her insan benzersizdir ve ne istediğini elbette en çok o bilir.
Sonuçta aldıklarımız ne kadar derin ve güzel olursa, sunacaklarımız da o kadar büyüleyici güzellikte ve besleyici olur. İşte bu besleyicilik sadece iyi nitelikleri harekete geçiren bir etki yaratır tüm varlıklar üzerinde. Çünkü insan hayatı olumlu yönde dönüştüren bu etkilerin gücüyle sevgiyi ve aşkı yaratabilmiştir. Sevgi ve aşk bu yüzden insanlaşmanın itici güçleridir, bunların olduğu ilişkiler, ortamlar o yüzden hayat doludur, çekicidir. Çünkü bunlardan daha harikulade bir icadı yoktur insanın. Diğer icatların hepsi de bunlar için ve bunlar yüzündendir. İşte günümüz insanı bu gerçeği unutup (çoğu kez kasten) diğer icatları asıllaştırmaya çalışır. Oysa diğer icatların hepsi aşk dolayısıyla gerçekleşir. İşte bu büyük gerçeği kadının yeniden ve daha muazzam biçimde hatırlatabileceği zamanlar var önümüzde.

Regl Üzerine Yanlış İnançlar,
İnsan için hayat en uygun yer ve zamanda başlar. Ayda bir kez ve anne karnında. Başlayan bu hayatın tüm serüveni boyunca bu başlangıç noktasıyla bağlantısı hiç kopmaz aslında. Bunun farkında olmak ayrı bir güzellik fakat insanlar genellikle farkında değildir bu bağın. Bu bağ annesiyle tabiatına uygun bir iletişim kurmuş insanlarda olumlu seyreder. Anne karnına düştüğü andan itibaren anneden bağımsızlaşma süreci de başlar. Doğal gelişim budur. İnsanın annesiyle bağı hep olur fakat aynı zamanda bağımsızlaşır, olağan olan budur. Fakat bir tür olumsuz bağ var ki kadınla çocuk arasındaki bu olağan gelişimin tersine bağımlılık ilişkisi yaratır. Kadın bunu çok kez bilmeden yapar, çünkü kendisini tanımadığı gibi kendisindeki güçlerin de farkında değildir. Kadınla çocuğunu birbirine bağımlı hale getiren şey rahim enerjisinin olumsuz kullanımıdır. Belki farkında olsa rahim enerjisini kendi çocuğunu bağımlı hale getirmek için kullanmak yerine misal güzel bir film yapmak için kullanır. Bunun mümkün olduğu klasik bilimlerce farkedilmiş durumda, fakat somut olarak nasıl çalıştığını henüz bulamadıkları için bir yöntem öneremiyorlar. Bize göre bu gayet normal çünkü çok dar bir pencereden bakıyorlar. Her şeyi ölçme üzerine kurulu bir bilim anlayışı elbette çözemez bu bağı. Klasik bilim bütüncül kavrayış yöntemine ulaşmadan da çözemez bu ve benzer sorunları. Bilimin hiçbir zaman ölçemeyeceği şeyler olacak ve elbette bilim bunları ölçemedi diye gerçeğin gerçekliği bir yere kaybolmaz. Burada sorun bilimin sorunudur, gerçekliğin böyle bir sorunu yoktur. Gerçeklik onu ölçelim, biçelim ve kontrol altına alalım diye oluşmadı. O sadece oluştu, onu ölçmek, saymak, nitelemek, kelimelemek filan insan zihninin işleri. Konuyu dağıtmadan sonuçta bilimin temel yönteminin yetersiz olduğunu kabul etmeliyiz ve teşhiste, tedavide daha bütünsel yaklaşmalıyız.
Üzerinde en çok ileri geri konuşulan ve dolayısıyla kafa karışıklığı oluşturan regli döngüsü örneğinde bakalım. Kadını derinden etkileyen regli döngüsüne bütüncül gözle baktığımızda reglin yeryüzüyle bir alışveriş hali olduğunu anlarız. Tüm ay boyunca kadının evrende temas halinde olduğu ne kadar kötü enerji varsa regliyle birlikte hepsini bırakır. Kadın kendi alanına yeni bir şey kabul ederek regl döngüsünü başka bir döngüye dönüştürebilir. İşte insan için hayat tam da burada başlar. Aslında çok karmaşık gibi görünen şudur; regl doğal bir döngüdür ve kadın isterse onu hayatın lehine bükebilir. Hayatın lehine derken yumurtanın döllenmesini kastetmiyorum sadece, bu gerçekleşmese bile reglin doğal bir döngü olarak farkında olup onunla gelen ve gidenin bizim niyetlerimize göre olması için onu döngünün kadının katmanlarında yarattığı tazelenme duygusunu onurlandırabiliriz. Sınıflı toplumun bize unutturduğu kadın erginlenmesini neden yeniden her yerde her zaman yapmayalım. Kızlarımız, kadınlarımız yaratımın bir parçası  olan bu doğal döngünün merkezinde oldukları için yüceltilmeleri gerekirken yerin dibine batırılıyor. Bu elbetteki kabul edilemez, sınıflı toplum kadına dair herşeyi saptırır ve kendi devamı için malzeme haline getirir. Reglin utançla anılması kadının kendi doğallığından utanması anlamına geliyor. Sınıflı toplum öncesinde kız çocuklarının kadınlığa geçişleri kutlanır, yüceltilirdi. Aynı şekilde soyağacı takibi kadın üzerinden yapılırdı. Tüm bunların Lilith’le beraber yeraltına itildi, evet itildi de ne oldu derseniz. Bkz, işte dünyanın son durumu.

Kadının ve Yüryüzü Birlikte Talan Edilir,
İnsanlık toprak anadan ayrıldıkça kadından da ayrılmıştır. Bugün üretim ve tüketim için birbirini paralayan, doğayı ve insanı kemirmekte, bir şeylere sahip olmak ve hükmetmek için yarışan bir insan toplumu var. Doğa ananın kucağından uzaklaşıp betonların arasında yaşadıkça böyle devam edecek gibi görünüyor. Bunu tersine çevirmek tabi sadece onların yapabileceği bir şey değil fakat sadece onların başlatabileceği bir şey. Ya da tersinden söylersek doğayla uyumlu bir hayat kadın merkezli kurulabilir. Ve bunun için kadının güçlenmesi gerekmez, zaten onda olan güçlerin farkına varması yeterli. Yani muhtaç olduğu kudret onun damarlarında, ruhunda var zaten.
işte onu harekete geçirmeli ve ilk iş olarak ataerkil erkeksi iktidarları dengelemeli, bir tür hizaya çekmeli.
Yeryüzünün talan edilmesi süreciyle kadının kadınlığının talan edilmesi süreçleri birbirine paralel ilerler. Aslında özeti şudur ki, erkek kadına evcilleştirilmesi gereken bir bitki gibi, hayvan gibi yaklaşır. Evcilleştirme örüntüsünün bitki, hayvan ve insan olarak devam ettiğini aklımızda tutalım bu arada. Sınıflı toplumla birleşen ataerkil bezirgan kafası dünyanın hazır kaynaklarını kullanır hep, geşmişte de günümüzde de böyledir. Tüm sistemini yeryüzünün hazır kaynaklarını söküp almak üzerine kurmuştur. Tüm sistem böyle kurulunca zihniyet de ona göre şekillenir ve kadını da hazır bir kaynak olarak görür bu zihniyet. Sınıflı toplum tarihi bunun ispatıyla doludur. Kadını piyasa malı yapar örneğin ve bu gerçekle beraber yaşama becerisini ya da ciğersizliğini de gösterir bu arada. Çünkü erkeksi akıl tüm doğayı piyasalaştırdığı gibi kadını da piyasalaştırıp nesne haline getirmek üzerine kuruludur. Sırf kendi rahatı için. Fakat bu rahat bıldır yediğin hurmalar misali daha konra erkeğin her yerini tırmalar, en çok da üzerine titrediği iktidarını. Son yıllarda kadını piyasalaştırma işini yürüten sistem kurmaylarının söylemini çok özgürlükçü bir söylem olduğunu söylemeliyim. Bu da ayrı bir ironi ama ironiden ötede bir anlamı var bunun. Kadın henüz kendi gerçek seçeneğini yaratamamışken onun bu kendi yolunu bulma uğraşını piyasaya doğru yönlendirebilmek için bu özgürlük söylemini geliştirmek zorunda kaldı erkek sistemi. Şu markayı kullan özgürlüğün tadına var, farkını farket, sen özelsin çünkü şu şunu kullanıyosun, bunu alırsın vs.
Oysa kadın ve erkeğin her tür sureti birbirini tamamlamak, birleşmek üzerine kurulmuşlardır. Bir an için insanı bildiğimiz soğana benzetelim. Burda soğanın katmanlı yapısı önemli. Soğana benzer katmanlı yapılarıyla kadın ve erkeğin en dıştan itibaren birbirlerine doğru yürüdüklerini düşünün. En dış katmandan en merkezdeki katmana kadar tanışma ve buluşma mümkün olmasına rağmen az rastlanılan bir durumdur. Her iki soğanın en dıştan en içeriye birbiriyle girişim halinde olduklarını düşünelim. Birbirlerine yürüdükçe en dıştan en merkeze tüm katmanlar ait oldukları titreşim fazıyla tanışmış olurlar. Her katman kendi dilinden anlayan ötekine ait katmanla tanışır.Ten tenle, tin tinle karışmış olur ve bu tür bir buluşma ben’in diğeri tarafından görüldüğünü bilmesi ve bunu unutarak yaşaması demektir. Kendinle ve evrenle bir olmanın minik bir deneyimidir. Ve bu minik deneyim tüm akış hakkında bir fikir verir insana. Bunun farkında olan bir kadın gerçek bir alıcı bulursa işte o katmanların merkezine yolculuk için kendisini açabilir. Bu çoğunlukla güdüsel olarak çalışır, fakat çalıştığında kadın bunu farkeder. Öte yandan bunun nasıl olduğuna dair kadının en az elli bin yıllık bir birikimi vardır ve bazı kadınlar bu örüntünün farkındadırlar. Ve kendilerini bilinçli olarak sunarlar. Kadının belki de en çok arzu ettiği bu durumu bozan tek şey beklentiyle hareket etmesi olabilir ancak. Hiçbir beklentisi olmayan kadın, kendisine tam bir teslimiyetle gelen erkeğin boşalmasına izin verdiğinde onun dönüşmesine de kapı aralıyordur. Tüm katmanların tanışması böyle olur ve bilinçaltının tüm korkularından arınması anlamına gelir bu. Daha ötesi ise tüm ilgini hapseden o kişinin gerçeğiyle yüzleşmiş olursun. Yani bir başka ben’le. Rimbaut’nun ‘ben bir başkasıdır’ı olur, ya da senden içerideki senle tanışmaktır bu. İşte sihir de tam olarak burada gerçekleşir fakat sihrin gerçek etkileri bu döngü tamamlanınca görülür. Döngünün başlangıcı böyledir fakat devamı belki başka bir yazının konusu olur.

Sevmeden Sevişme,
Aslında erkek kadında, kadın da erkekte keşfeder kendisini. Sevgiyle sevişmek bu yüzden neşeyle, gerçek benlikle, sihirle, yaşamla, kainatın gizemiyle bağlantı kurmaktır. Kadın cinsel açıdan baskılanınca ve elbette kendini ifade edemeyince erkek sevişme yoluyla dönüşümden yoksun kalır. Oysa baskılanmamış ve cinselliğini sevgiyle ve rahat ifade edebilen kadın dönüştürücü olur. Cinsellik  bir diğer evrenle bağlantı kurmanın en doğal ve besleyici yoludur. Hemen her duygunun aynı kanaldan aktığı iki insanın buluşmasının en etkili ve
direkt yollarından biridir. Kadın bu tür bir cinsellikten uzaklaştıkça yaşamın kendisinden de uzaklaşıyor demektir.
O yüzden kadınların ve tabi herkesin sevgiyle yaşadığı cinselliği aklı başında herkes desteklemeli. Elbette kadının hayata katılmasını, güzelleşip güzelleştirmesini istiyorsak. Kadının akışa uyum yapma kapasitesi erkekten daha fazladır. Evet kolay kolay harekete geçmez bu kapasite bu da doğrudur. Fakat bu kapasitenin harekete geçmesi kadının arındırma ve yenileme gücünü hatırlaması, dolayısıyla da çevresindeki hayatı güçlendirmesi demektir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile