27 Ekim 2018

Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI



Başlangıcından günümüze birey ve toplum arasındaki ilişki sürekli değişir. İnsanın doğadan ayrılıp toplumsallaştığı ilk zamanlarda bireyin ya da bireyselliğin esamesi okunmaz. Hatta ilkel komünde bireylerin bir adı bile yoktur. Ait oldukları komünün, boyun, soyun, kabileNin ya da klanın adı aynı zamanda o bireyin de adıdır. Fakat günümüze doğru geldikçe toplumsallık dağılır, parçalanır ve bununla paralel olarak birey ön plana çıkar. Bunun en önemli  nedeni bireysel mülkiyetin hastalıklı bir şekilde toplumsallığı parçalayıcı etkisidir. Bireysel mülkiyet ve ona bağlı tüm olumsuz gelişmeler yaşanarak yeni bir toplumsallığın yolu da açılacak gibidir. Çünkü yedi bin yıllık sınıflı toplum tarihi kendisinden önceki çevrimin en temel unsurunu yani ilkel komünü parçalayarak hayatını sürdürebildi. Ve bu hayatın son demleri de işte bu bireysel mülkiyet ve ona bağlı hastalıkların sonu gelmez krizleriyle yaşanıyor. Burada en temel çevrim yasası yani her çevrimin bir öncekini kendisine malzeme yaparak kapsaması durumu trajik biçimlerde işler. Bireyin içinden çıktığı toplumsallığı parçalayan bir pozisyona gelmesi eski toplumsallıkları yok ettiği gibi birey mülkiyetini de ortadan kaldıran yeni bir toplumsallık için zemin hazırlar. Bu zemin içine girdiğimiz bu geçiş çağında fazlasıyla vardır. İlkel komün çevrimi en az ellibin yıl sürer. Sümer'de başlayan sınıflı toplum çevrimi ise altıbin beşyüz yıl ve ardından açılan modern kapitalizm çevrimi son beşyüz yıldır devam ediyor. Çevrimlerin gelişimini ve tüm bu tarihsel hesapları birbirini takip eden tren vagonları gibi anlamamak lazım. Aksine son derece karmaşıklıklar içeren gelişmelerdir. Fakat toplumsal çevrimlerin de kendi içinde bir mantığı var. O yüzden tüm bu tarihsel karmaşıklığı belli yasalarla ifade edebilme kolaylığına bugün ulaştığımız için bu formülasyonlarla da düşünüp konuşabiliyoruz. Çevrimlerin ilerleyişini burada uzun uzadıya açmadan ki bunlar Çevrim Bilgisi çalışmasında ciddi arayıcılar için ulaşılabilir durumda, burada sadece her bir toplumsal çevrimin iç dinamiklerine kısaca değinerek geçelim. Çünkü kutsallık çevrimi tüm bu çağlar boyunca değişik özler ve biçimler alırken aslında bu çevrimlerin esas dinamikleriyle şekillenirler. O nedenle her bir çevrimin asıl dinamiklerine kısaca bakalım ki kitap metni boyunca yolumuzu kaybetmeden akışı takip edebilelim. İlkel komün elli ile yetmiş bin yıl boyunca yani Sümer'e kadar üç büyük devirle ilerler ve her birinin kendi iç dinamikleri var. Doğadan kesin olarak ayrıldığı ilk devirlerde avcılık ve toplayıcılıktır yaşam biçim. Sonrasında hayvan ve bitkilerin evcilleştirildiği, ağırlıkla da hayvan sürüleri üzerine inşa edilen bir yaşam biçimi gelişir. Ve nihayet yerleşik hayata geçilen ve ağırlıkla tarımsal üretime dayalı bir yaşam biçimi. Dikkat edilirse ilk devrin etkinliği doğada hazır haldeki bitki ve hayvanların elde edilmesiyle ilgilidir. Ki doğada hazır haldeki hayvanlara ulaşma etkinliğinin adı da avcılık oluyor. Bitkiler için de aynı şey sözkonusudur, hazır haldeki bitkiler toplanır. Ayrıca bir bir üretime ya da çabaya gerek yoktur. Bir sonraki devirde ise doğada hazır halde bulunan bu bitki ve hayvanların yeniden üretimi sözkonusudur. Yani bir önceki çevrimde  hazır halde bulduğu bitki ve hayvanları insan yapay olarak çoğaltır. O bitki ya da hayvanın kendi döngülerine insan müdahalesi başlar bu çevrimde. Ki bu çevrim çeşitlil hayvan türlerinin evcilleştirilip sürüler haline getirilmesi ve bunun üzerine kurulu bir yaşam biçimi oluşturur. Çobanlık asıl faaliyet olur.


Bundan sonraki çevrimde ise bitki, hayvan ve diğer tüm doğa unsurlarını belli bir yerleşim tasarımıyla bir araya getirdiği yerleşik yaşam biçimleri kurar. İlk ve büyük yerleşimler böylelikle ortaya çıkar ki bunlar Çatalhöyük gibi geniş köylerdir. Göbeklitepe ise tam da Çatalhöyük'ten önceki zamanlara ait yaşam biçimini anlatır. Avcı toplayıcı ve çobanlık yapan komünlerin belli zamanlarda bir araya geldiği ve her türlü toplumsallığı paylaştığı yerdir burası. Basit bir şekilde tapınak diyerek geçemeyiz. Yeryüzünde yerleşik hayata geçişin ilk kurgusudur aslında. Fakat Göbeklitepe’nin kendisi yerleşik bir hayat barındırmaz. Yıl içinde belli zamanlarda bir araya gelen komünlerin buluşma, kaynaşma yeridir. Bir tür yaşam festivalinin organizasyonudur. Günümüzde devam eden örneğin Kafkasör şenlikleri gibi buluşmaların kökeni buralarda aranmalıdır. Görüldüğü gibi ilkel komün çevrimi doğada zaten hazır halde bulunan  bitki ve hayvanların toplanmasıyla başlar. Ki en basit olanı muhtemelen kökler, meyveler ve yaprakların toplanmasıyla başlar ve hayvan avcılığıyla devam eder. Daha sonra biraz daha karmaşıklaşarak toplarken ya da avlarken onlar hakkında bilgi edinir. Bitki ve hayvanların kendi döngüleri hakkında bilgi sahibi olunca bunları kendi kontrolünde yetiştirir. Böylece beslenme gibi en temel ihtiyacını daha kolay yoldan giderir. Bir sonraki adımında ise bunları elde etmek için sürekli mekan değiştirmeden yerleşik halde yapmanın formülünü geliştirir. Görüldüğü gibi basitten daha karmaşık olana doğru giden bir yaşam organizasyonuna ulaşır. Ki basitten karmaşığa ilerleyen bu gidiş temel bir yöntem olarak insan tarafından etkili bir yöntem olarak her zaman kullanılır. İşlerin giderek kolaylaşmasından bahsedebiliriz genel olarak. Bu kolaylığın olumsuz etkilerine geçmeden önce Sümer'de başlayan sınıflı toplumun ilk biçimi antik çevrimden bahsetmeliyiz. İlkel komün çevriminde bitki ve hayvan evcilleştirilmesi ve kullanılmasını çözen insan, antik toplumda buna bizzat insanın kendisini de dahil eder. Bunu da mülkiyet üzerinden insanı kullanmakla yapar. Böylece  insanlar da bitki, hayvan ve genel olarak doğa kullanımının yanına dahil edilmiş olur. Yani bir kısım insanın başka bir kısım insanı kendi hayatlarını kolaylaştırmak için kullanmasından bahsediyoruz. Kölelik uygulaması tam olarak böyledir. Son beşyüz yıldır devam eden modern çevrimde ise köleliğin biçimi değişerek bazı kağıt parçaları karşılığında devam eder. Çok daha karmaşık biçimlerde elbette. Altıbinbeşyüz yıl boyunca ilkel komünlerle medeniyetlerin savaşı devam eder. Antik tarih tamamen bu kavgayla ilerler. Toplumsal çevrim yasalarından birisi de budur. Adına medeniyet dediğimiz sınıflı toplumun Sümer'de kuruluşundan sonraki altıbinbeşyüz yıl boyunca çeşitli medeniyetler kurulur ve yıkılır. İşte bu medeniyetler üzerine komünlerin saldırıları sözkonusudur. Bu saldırılar yaklaşık yüz yıllık bir döngüye sahiptir. Yüz yılda bir aynı döngü tekrar eder. Komünlerin hedefine giren medeniyet mutlaka çökmek üzere olan bir medeniyettir. Çökmek üzere olan bu medeniyet adeta komünleri böylesi bir saldırı için davet ederler. Bunu da medeniyetin yani sınıflı toplumun ilk tüccarları yapar genellikle ki bunlar toplumun ortak mallarını özel mülkiyetleri haline getirmekte ustalaşmışlardır. İşte bu tüccar sınıf, çökmek üzere olan medeniyetlerini bile satışa çıkarırlar. Medeniyetlerinin çöküşe geçtiğini, medeniyetten uzakta yaşayan komünlere adeta gammazlarlar. Hatta bir heyet ya da sınıf olarak ortak kanaatle komünleri böylesi bir saldırı için davet ederler. Bu davet açık ya da gizli olabilen bir davetti. İlkel komünlerin, sınıflı topluma saldırılarında en önemli güçleri birlikte hareket edebilme yetenekleriydi. Onların bu yetenekleri sınıflar, zümrelere bölünmüş sınıflı toplumlar karşısında her zaman etkili olmuştu. Fakat savaşarak yendikleri toplumların yerine geçip kendileri aynı medeniyete adım attıklarında ise onlar gibi bölünüp parçalanıyorlar ve bu defa onlar yeni bir komün saldırısına maruz kalıyorlardı. Bu defa yenilen kendileri oluyordu, çünkü yendikleri medeniyetin tüm hastalıklarını bu esnada bünyelerine almış oluyorlardı. Bu döngü tarihteki son komün de yok oluncaya kadar devam etti. Fakat komün çevriminin bilgisi ve genetiği yok olmadı, modern tarihte sosyal sınıfların zihninde devam etti. Komün toplumlarının sınıflı toplumlara karşı en büyük avantajı olan birlikte hareket yeteneği daha sonra sosyal sınıfların ortak çıkarları için birlikte hareket edebilme yeteneği olarak devam eder. Sonuçta antik ve modern çevrimlerin hepsinde insanlaşmanın başlangıcındaki temel örüntüler yeniden hayat bulur. Sadece daha karmaşık ve bir üst çevrimiyle devam eder, ki bu durumda son resmin ilk resimle bir ilgisi yokmuş gibi algılanmasına neden olur. Oysa o ilk resimle, son resmin birbiriyle sonsuz bağı vardır. Bize düşen ilk kare ile son kare arasındaki tarihsel olayların daha açık anlaşılması için bunların hangi tarihsel kanunlarla bağlandıklarını ortaya koymaktır. İşte tüm bu tarihsel gelişmeleri örüntü ağları, bağları ve bağlamlarıyla ortaya koyduğumuzda ortaya daha bütüncül bir yorum çıkar. Biz buna tarihin ve onda işleyen yasaların bütüncül yorumu diyoruz. Bu çalışmanın diğer tarih anlayışlarından farkı da tam olarak bütüncül yaklaşımın eseri olması dolayısıyladır. İlk kareyle son kare arasında işleyen yasaların belli bir bütünlük taşıdığını söylüyoruz. Örneğin ilk totemlerle Allah kavrayışının aynı kutsallık çevriminin farklı kareleri olması gibi. Çünkü doğanın ve toplumun yaşadığı çevrimler bir bütündür ve bu bütünlük anlaşılmadan kutsallık da anlaşılmaz. Bugün kutsallığın ve onun değişik biçimlerinin anlaşılması ya da bilince çıkarılması gelecek toplum açısından bu yüzden önemlidir. Kutsallığın doğa kökleri ve sonrasındaki toplumsal köklerinin birbirine sarmaş dolaş olma halini ayıklamadan geleceğin toplumsallığı ve onun tinselliği de ortaya çıkmaz.
Ruhun Çekirdekaltı
Kutsallık ve ona dair herşeyin üzerinde yükseldiği bir temeldir ruh algısı. Ruh algısı ortaya çıkmadan kutsallıkta gelişemezdi. Ruh ya da psişe dediğimiz bu ilk temelin veya başlangıç noktasının tesbit edilmesi, yerli yerine oturtulması sonrasındaki gelişmelerin aydınlatılması için önemli. O yüzden öncelikle tüm kutsal görünümlerin çevrimleştiği bu başlangıç noktası üzerinde durmalıyız. Çünkü sonrasında tüm totemler, mitler,  tanrılar ve dinler bu başlangıç noktasına tutunur ve bir üst çevrime geçerek kendisini var eder. Memelilerin en üst aşamasında sürü sistemi vardır. Sürü sisteminde ise memelilerin en üst üreme ve yaşama biçimi olan harem tipi organizasyon hakimdir. Bencil genler (içgüdüler) hakimdir. Üreme ve yaşama için liderlik ve şiddet yöntemi vardır. Bu aşamadayken Afrika’daki bildiğimiz tektonik hareketler sonucu kuraklık başlar ve ormanlıklar yok olur ve memelilerin varlığı tehlikeye girer. Ölüm kalım derecesinde önemli bir krizdir bu. İşte bu ölüm kalım krizini dik yürüyerek aşmak zorunda kalır memeliler. Dik yürümeyle beraber eller serbestleşir ve ilk aletleri yani ilk tekniği geliştirir. Sürü sistemi devam etmektedir. İlk insanımsıların geliştirdiği aletlerin ya da tekniğin gelişim hızıyla insanlaşmanın hızına baktığımızda aletin hep geride kaldığını görürüz. Hangi belgeye bakarsanız bakın alet veya teknik gelişimle beyin gelişiminin aynı hızda akmadığını görebilirsiniz. Beyin gelişimi alet gelişiminin kat kat üzerindedir. Olaylar ve belgeler bu durumu ispatlarken günümüz klasik bilimi insanı tekniğin var ettiğini söyler. Fakat bir yandan da bu çelişkinin nereden kaynaklandığının yanıtını veremez. Çünkü kendisi tekniğin eseridir, tüm bulguları da buna göre yorumlar, fakat çocukların bile farkettiği böylesi bir çelişki karşısında ise suskun  kalır. Çünkü soru ortada durmakta ve tüm para, pul, devasa arge çalışmalarına rağmen doğru düzgün bir yanıt bulamazlar. Üç milyon yıl boyunca taş tekniğinde patinaj devam ederken en temel gösterge olan beyin gelişimi onu kat kat aşar, neden? Sorunun yanıtını veremedikleri gibi bizim gibi sonuçlara ulaşanları da yok sayarlar. Bunun bir önemi yok, diğer cehaletten kaynaklanıyorsa zamanı gelince bunu düzeltirler. Fakat insanın ve insanlığın kaderi üzerinde oynanmaya çalışılan oyunların bir aktörü olarak kasıtlı olarak gerçekleri yok saymak ise affedilmez.  Pozitivist bilimin insanı insan yapan temel etkenin alet ve teknik olduğunu söyleyerek bunda ısrarcı olması ancak kendi sonunu hazırlar. Bir taraftan aletle insan beyninin gelişimi arasında bir tutarsızlık olduğunu söylemek diğer taraftan  bu tutarsızlığa rağmen akademilerde bilim diye böyle şeyleri genç beyinlere aşılamak ancak kasıtla mümkündür. Sonuçta klasik pozitivist bilim alet ve tekniği insanın önüne koyar ve tarihsel gelişmelerden bu sonuç çıkarılamayacağı halde insanlaşmayı tekniğin eseri olarak sunar. Acaba bilim ''insanı tekniğin yarattığını'' ispatlamaya çalışırken insanın tekniğe mi tapmasını ister, gizli ya da açık bir şekilde. Üstelik buna dair elindeki veriler tutarsız olduğu halde,üstelik insanı insan yapan şeyin bütüncül yaklaşımla başka bir yoldan gerçekleştiği ispatlanmışken. Matriks benzeri tekniği yücelten filmlerin peş peşe piyasaya sürülmesiyle bu tezlerin tutarsızlığı nereye kadar gizlenebilir acaba. Doğal ve toplumsal geçmişin belgeleri önyargısız biçimde incelenirse tekniğin insanı yaratmadığı, tam tersine insanın tekniği yarattığı görülür ki bunu ispatlayabilecek durumdayız bugün. Dik yürüme ve alet gelişince anatomik ve fizyolojik olarak daha gelişkin türler, dolayısıyla daha kompleks organizmalar ortaya çıkar. Dik yürüme ve alet kullandıkça gelişkin organizmanın hamilelik süresi uzar. Çünkü organizmanın kendini tamamlaması gelişmişlik düzeyiyle ilgilidir. Beş, altı ay olan hamilelik süresi gelişmişliğine paralel olarak artar. Hamilelikle beraber yavruların bakım, eğitim ve erginliğe ulaşma süreleri de uzar. Tüm bu gelişmeler harem sisteminin son bulmasına neden olur. Çünkü bir lider erkek tüm bu yüklerin altından kalkamaz. Ve sürü dışındaki diğer erkekler de sürüye katılır. Ancak bu kolay bir gelişim olmaz, gitgellerle işler. Annelerin ve çocukların beslenme,barınma,güvenlik ve eğitim ihtiyaçları zorunlu olarak diğer erkeklerinde toplulukta kalmalarına neden olur. Çünkü topluluk içine girdiği bu yeni düzeyin yeni sorunlarıyla yüzyüze gelir ve alet, liderlik bu yeni sorunlarla baş edemez. Diğer erkeklerin tüm bu sorunların çözümüne ve gen havuzuna katkılarıyla birlikte kendiliğinden topluma doğru bir gidiş olur. Sonuçta üreme serbestisinin olduğu ilk komün doğar. Gelişme dişilerin eseridir. Çünkü lider erkeğin bencilliğini düşündüğümüzde harem sisteminin tıkanması onun üreme ve yaşamasını pek etkilemez. O bencil genlerinin emrettiği gibi her dişiyi döllemek ister. Bu tıkanmanın sonuçlarıyla doğrudan muhatap olan ise dişilerdir. Sonuçta harem tipi yaşamın davranışları baskılanır ve tüm erkekler ve tüm dişiler üreme ve yaşama birlikteliği kurarlar. Hayvansal harem tipi üremenin baskı altına alınması uzun zaman alır. Üreme etkinliğinin haremdeki gibi en güçlü erkeğin tekelinden çıkarılması, üreme için kavganın baskı altına alınması gerekmektedir. (Liderliğin ve iktidarın köklerinin de ne kadar eskiye gittiğini görelim. İnsanlığın sonraki çevrimlerinde hep kılıktan kılığa girse de kökü burasıdır ve kazınması lazım.) Öte yandan yaşamak için gereken etkinliğin de buna paralel olarak birlikte yürütülmesi söz konusudur. Zaten asıl uğraş yaşamın ortaklaşması ile üremenin ortaklaşmasıdır. Bu gidişi zorlaştıran temel etken ise bencil genlerdir. Çünkü baskılanan tam olarak bu bencil genlerdir. Fakat en genel anlamda hayvan üreme sisteminin baskılanmasıdır bu çevrimde yaşanan. Hayvan üremesi baskılandıkça yani içgüdüler denetim altına alındıkça ortak üreme ve yaşama kararlı hale gelir. Bu kararlılık kurallaşır ancak bu düz bir çizgide ve hemen olmaz. Hayvansal içgüdüler sürekli eskiye dönmek ister. Bencilce ortaya çıkar ve hayvanlığını yapar. İşte bir taraftan topluluğun hayatı için elzem olan kurallar yerleştirilmeye çalışılırken diğer taraftan da bu içgüdüler yok olmayıp (bilinçaltı haline gelerek) varlığını devam ettirerek ara ara ortaya çıkar. Neden nasıl ortaya çıktığı ve günümüzdeki biçimleri ayrıca ele alınmalı. Ancak şu kadarını söylemeli ki, günümüzdeki biçimi daha bireysel ama en az anlattığımız çevrimdekine benzer inanılmaz vahşilikte olur. Klasik psikolojinin nevroz ve psikozlar olarak tarif ettiği birçok hastalığın kaynağı olarak gösterebiliriz. Ayrıca ensest gibi cinsel bozukluk olarak ortaya çıkan eğilimler de yine cinsel yasakların çiğnenmesiyle ilgilidir. Hayvan üreme ve yaşama sistemine dönüş demektir ki bu insan toplumu için kabul edilemez bir durumdur. Örneğin ensest eğilimlerde durum tamamen böyledir, üreme ve cinselliğin insanlaşmasının bazı beyinlerde tam olarak yerleşmemesiyle ilgilidir. Üreme ve yaşamanın ortaklaşması her bireyin farkında olup bildiği bir kuralken, birden bire ortaya çıkan ve ona hayvanlığını yaptıran şeyi ise bilmez, bilemez. Bunların bencil içgüdülerin etkisi olduğunu bilemez. Yani bir yandan bildiği, farkında olduğu kurallar varken bir taraftan bilmediği farkında olmadığı nereden geldiği belli olmayan (Freud'un psişik enerji keşfi) davranışları vardır. Farkında olduğu tarafı ile farkında olmadığı bir tarafı olur. İşte komünün kurallarının farkındalığı ile bencil genlerin bilinmezliği arasındaki karşıtlık bu şekilde gelişir. Bilinen ve bilinmeyen yani bilinç ve bilinçaltının kökü burasıdır. Doğal çevrimlerin mirası içgüdülerin etkinliği hala devam etmektedir, fakat bir taraftan da insanlaşan bir üreme sistemi sözkonusudur. İşte çatışma tam olarak bu alanda gerçekleşir. Komün kuralları bencil genleri baskıladıkça karşıtlık giderek keskinleşir. Komün kuralları yerleştikçe İçgüdüler bastırılır, fakat yok olmaz. Kişi beyni bildiği ve bilmedikleriyle ikiye parçalanmış olur. Bir taraf hayvanlığa çeker diğer taraf insanlığa. Bilmediği tarafın etkinliğinin kaynağını doğadaki güçlerden bilir. Çünkü artık farketme mekanizması vardır. Kendinin ve ortamının farkındalığı vardır ve bu farkındalıkla yorum yapar. İlk yorumlaması da budur zaten, kendisi vardır ve bir canlıdır. Tüm tabiat da canlıdır. Kendisinde bir can varsa (anima) tabiatta da vardır. Kendisinin bildiği bir yanı vardır ve bilmediği bir yanı vardır. Tabiatın da öyle olmalıdır. İşte hayvan beyni ile sonradan gelişen insan ön beyni arasındaki bu zıtlık-birlik ruhun kökenidir. Bizim daha sonra adına ruh dediğimiz şey, kendisindeki bildiği ve bilmediği alanların savaşıdır. Bilinç-bilinçaltı birliği ve zıtlığının kökü burası oluyor. Evreni ve dünyayı da kendi yansıması olarak algılar. İyi ruhlar ve kötü ruhlar vardır, bazen biri bazen diğeri üstündür. Bu savaşın ve birliğin (bilinç-bilinçaltı savaşının) her yana yayıldığını yorumlar, tüm tabiatta da aynı şey vardır ona göre. Kendisiyle doğayı bir tutar, onu da canlı kabul eder. Kendisindeki karşıtlık onda da olmalıdır. Ancak kendisindekileri (bilinç-bilinçaltı) bildiği halde tabiatı bilmez, bilemez. İşte burada bizim adına dünya görüşü,bakışaçısı dediğimiz şey ortaya çıkar yani tabiatı yorumlar. Ve her şeyin kendisinin bir yansıması olduğu, dolayısıyla canlı olduğunu düşünür. Bu ilk yorumudur, ilk dünya görüşüdür. Tabiatın da kendisi gibi bir canı vardır. O da yaşamaktadır, dolayısıyla onda da kendisinde olduğu gibi bir ruh olmalıdır. Tabiatın da kendisindeki gibi bir farkındalığı vardır. İşte bu ilk yorum, herşeyi kendisi gibi canlı kabul ettiği animizmdir. Daha sonra hem kendisindeki hem de doğadaki bu  bildiği ve bilmediği güçler yani ilk ruh algısı tüm kutsallık  çevriminin başlangıç noktası olur. Tabiatın da kendisi gibi bir ruhu olmalıdır kök düşüncesi çok daha sonraları ''ulu yaratıcı kendisini bilmek istedi'' biçimine dönüşecektir. Bu aşamada (animist çevrimde) bencil genler baskılanmaya çalışılır hep. Üç milyon ve yeni belgelerle de uzayacak gibi görünen bir süre devam eder. Komün üreme sistemini hayvanlıktan kurtarmaya çalışırken aynı zamanda yaşama biçimini de toplumsallaştırmaya çalışır. Üst memelilerin tipik üreme ve yaşama biçimi harem kaldırılmaya çalışılır tüm bu zamanlar boyunca. İşte ilk ruh algısı da gelgitlerle birlikte bu aşamada gelişir. Gelgitlerle, ileri ve geri dönüşlerle yerleşmesi çok önemli bir nitelik olarak karşımıza çıkar ileri zamanlarda. Çünkü birçok kaygı, korku, sevgi ya da başkaca duygunun yerleşmesi ve tedavileri de aynı başlangıç nokasının karakterine göre olur. Örneğin bağımlılıktan kurtulmaya çalışan insanın buna karar vererek hemen yapamamasının nedeni budur. İlk ruh algısı böylece oluşur ancak bu ruh henüz kutsallıktan uzaktır. Ruh daha sonra kutsallaşır. Şimdilik bilinç-bilinçaltı bölünmesi görülür. Kişiye tüm etkiler komün dolayımıyla etki eder. Komüm kuralları doğrudan kişinin beyninde yansımasını bulur hep. Ortak yaşam ve ortak üremenin mecburiyetleri her bireyin beyin organizasyonuna aynen yansır. Komün, tüm vahşet çağında üremek ve yaşamak için şiddet yoluyla iktidar kurmayı yasaklar, yasaklamaya çalışır. Bu yasaklar (bilinç) kişide bilinç-bilinçaltı zıtlığını yerleşik hale getirir. İnceleyebildiğimiz tüm belgeler bu çevrimin en az üç milyon yıl olduğunu, hatta uzayabileceğini söylüyor. Üreme ve yaşama biçiminde eskinin hayvanlığına dönen birey ölümle cezalandırılır genellikle. Çünkü mesele ölüm kalım meselesidir, türün varlığı bu kurallara sıkı sıkıya sarılmasıyla mümkündür. Komün üyeleri deneyerek, yanılarak somut gelişmelerle gözlerler. Bu kurallara bağlılık yüceltilir, onurlandırılır hep. Komün kurallarının kişi beynine yansımaları bu şekilde yerleşir. Her zaman bencil genlerin baskılanması ödüllendirilir. Bireyin beyninde devam eden bu savaş, kutsallık çevriminin çok ileri bir aşaması olan tek tanrılı dünya yorumunda nefis savaşı olarak net bir formüle kavuşacaktır. Tüm bu gelişmeler üç milyon yıla yayılır. Bu muazzam gelişmeler olurken teknik ve alet neredeyse yerinde sayar. Dik yürümeye başladığından beri tüm türlerin kullandığı aletlerde fazla bir gelişme olmaz. Yani klasik bilimin iddia ettiği gibi insanı alet yaratmaz. Aletteki gelişme kaba taştan, yontulmuş taşa, cilalı taş tekniğine ulaşır en fazla. Tekniğin ritmi çok gerilerdedir. İnsanın gelişiminde hayvan tipi yaşama ve üremeyi baskılayan, insanlaşmayı getiren kuralların yanında karınca gibi kalır. İnsan doğanın içinden çırılçıplak çıkmak zorunda kalır ve hayvanlığını terbiye ederek insanlaşır. Bu çevrimde insanın ve onunla birleşik haldeki kutsallığın temelleri atılır ve hala o temeller üzerinde insanlaşma devam eder. Bugün de aynı başlangıç noktasına hassas bir şekilde bağlı olarak devam eden de budur. Ancak hayvanlıklar sonuna kadar yok olmaz. Ne o zaman ne da günümüzde. Hala modern hayvanlıklarımızla uğraşırız, hala birbirimizi öldürürüz. Hala liderlik taslayanlarımız olur ve bunlara eyvallah edenlerimiz olur. Hala her yeri döllemek isteyen bilinçaltının tezgahlarına düşer insan. Hala senin benim bencilliğine devam eder. Demek ki hala sosyal hayvanlığa devam ediyoruz yani esasen insanlaşma bitmiş bir süreç sayılamaz. Komün bu ilk hali ile doğarken onun bireyi de doğuyordu. Kendi bedeninden ayrı bir ruh algısı geliştirmemişti henüz, soyutlama yeteneği henüz o kadar gelişkin değildi. Bu aşamada sadece insan ve hayvan beyni şeklinde bir bölümlenişten bahsedebiliriz. Komün, tek bir parçadır ve henüz kanlara bölünmemiştir. Bu gelişmeler tüm hominid (insanımsı) türler boyunca devam eder. Ne zaman ki kendi içinde cinsel yasak geliştirir işte o zaman bedenden ayrı bir ruh algısı geliştirebilir. Ki bu yeni bir soyutlama yeteneğidir. Çünkü beyin de bilinç-bilinçaltı sentezinde yeni bir aşamaya gelir bu yeni yasakla beraber. Kendi komününe, klanına, soyuna, kanına ait totemini de işte bu aşamada edinecektir. İşte bedenden ayrı bir ruh algısını geliştirmesine neden olan da totemin gelişimi olur. Komünün kurallarının sembolüdür bu totem ve kendi bedeninden ayrıca sembolize edilen totem de bu kutsal ruh algısını güçlendirecektir. Yasaksız komün boyunca devam eden hayvansal içgüdülerin baskılanması ve insanlaştırılması birçok sonuç çıkarır ortaya. Kadının gebelik süresinin uzaması, bebeğin daha gelişkin olması, doğumdan sonra komünün hareketliliğinin düşmesi, çocukların bakım ve eğitim sürelerinin uzaması ve bunlara ilişkin irili ufaklı birçok sonuç. İşte bu çevrimin ortaya çıkardığı yaşam organizasyonu da kendi olağan sınırlarına ulaşır. Böylece, alet, toplum, beyin gelişimi ve coğrafyanın kullanım düzeyi zamanımızdan beş,altıyüzbin yıl önce insanımsı türleri, sıcak ekvator kuşağından, daha soğuk olan kuzeye doğru yayar ve ateşin düzenli kullanımı da bu sıralara rastlar. Ateşin insan hayatına girmesi, üreme biçiminin gittikçe insanlaşması, kadının ve mağaranın merkezileşmesi hemen peşi sıra gelişir. Çok sonraları tek tanrılı kavrayışlarda ateşin şeytanla özdeşleştirilmesini anımsayalım. Ateşin, ocağın ve mağaranın başında kadının bulunduğunu ve anaerkil sistemin geliştiğini biliyoruz. İşte bu yaşam biçimi kadını ve onun kutsallaşmasını beraberinde getirir. Ne zaman ki erkek sistemi hakim olmaya başlar işte o zaman ateşle şeytan özdeşleşir ve ''şeytanın insandan önce ve ateşten yaratıldığı'' söylenir ve ayet haline gelir hatta.
Ateş ve mağara komünü hücre zarı gibi sarar. Komündeki iç unsurlar (teknik, bilgi, insan, coğrafya, dil) böylelikle daha yakın ve dolaysız iletişim imkanını verir. İşte yasaksız komün tam da bu aşamada son buluyordu. Çünkü bu ilk çevrim doğal sınırlarına böylelikle ulaşmış ve her çevrimde olduğu gibi kendi iç gelişimiyle yeni bir çevrimi hazırlamıştı. Ateş ve mağara olanaklarında bu gelişim komün içinde cinsel yasakların keşfine doğru yeni bir adımı doğurdu. Mağara ve ateş tekniği başta olmak üzere tüm gelişim yeni birikimler yaratabildiği için yeni çevrimin önü de açılıyordu. Bu yeni aşamaya da yine kadın ve çocuk ikilisi damgasını vuruyordu. Yaşama biçiminde kaydedilen gelişmeler anatomik, fizyolojik işleyişleri de geliştiriyordu. En önemlisi de anneler ve çocuklar arasındaki ilişkiyi önceki çevrimden farklı bir düzenlemeye götüren hormonal değişimdi. Hamileliğin süresinin uzaması ve cinselliğin mevsimlik döngülerden kurtulması ile birlikte östrojen hormonu yeni ve daha zengin bir düzeye ulaşır. Öte yandan ve aynı zamanda bunun zıttı ve bunu baskılayan folükülün hormonu da zenginleşir. Bunun anlamı çocuk doğurduktan sonra anne ile çocuk arasındaki ilgi, sevgi ve bağlılığın annelik duygusunu geliştirecek yönde yeni bir aşamaya ulaşmasıdır. Çünkü anne her çocuk doğduktan sonra (şimdiki gibi doğum kontrolü yöntemi kullanılmadığı için) yeniden hamile kalıyor ve anne çocuğu yıllarca emzirdiği için bu döngü kadındaki folükülün hormonunun evrimini hızlandırıp arttırıyordu. Bu hormon arttıkça da cinsellik hormonu (östrojen) baskılanıyor ve anne çocuk ilişkisinde kadınlık değil annelik baskın hale geliyordu. Buna eşlik eden diğer önemli bir gelişme daha vardı. Gen havuzunun mağara ile birlikte gerçek bir havuz gibi işleyişi gözlemlendikçe aynı genlerin üremede yarattığı sorunlar, sakatlıklar, kısaca verimsizlik ortaya çıkıyor, uzak genetik ise daha sağlıklı üreme ve yaşamaya zemin oluyordu. Böylelikle giderek anneler ve çocuklar arasında cinsel olmayan türden bir ilişki gelişme zemini buluyordu. Bu ilişki giderek şimdiki anne çocuk ilişkisine doğru evrilecekti. Yani sevgi, ilgi, koruma, eğitme ve insan olarak algılama duygu ve düşüncesine doğru gelişecekti. İşte anne ve çocuk arasındaki ilk üreme yasağının kökeni tam da burası oluyordu. Bu köken zamanla anne ve erkek çocuk arasındaki cinselliğin kesin olarak yasaklanması ile sonuçlanıyor ve insanlık bir adım daha atmış oluyordu insanlaşma yönünde. Elbette belirtmeye gerek yok, tüm gelişmeler gibi bu gelişme de bireylerin bilinç-bilinçaltı örgütlenmesine de olduğu gibi yazılıyordu. Bir kural olarak, yaşama biçiminin anatomik-fizyolojik gelişmelere neden olması (genetikleşmesi), bunların da yeni yaşama biçimlerine kapı açması karşılıklı olarak böyle işliyordu. Ancak şunu belirtmekte yarar var ki bu ilk üreme yasağının geliştirilmesi yine kadının eseri oluyordu. Toplayıcılık ve avcılığın temel geçinme biçimi olduğu bu çevrimde kadın tüm komünün merkezindeydi. İktidar olduğu söylenemez ancak merkez çekim alanıydı diyebiliriz. Kadın bildiğimiz manada hiçbir zaman iktidar olmadı. İktidarlık taslayan kadın tipleri ise erkeği taklit edenler oldu hep. Erkeğin aklını, ruhunu hatta görüntüsünü taklit eden kadın tipleri ise artık kadın sayılmazdı. Diğer yandan kadın en derin sezgileriyle kadının iktidar olmasını öngören feminizm, sosyalizm, liberalizm gibi hiçbir ideolojiye de güvenmedi. Sınıflı toplumun kadına iktidar olma sözü veren bu ideolojilerine kadın dört elle sarılmadı. Fakat bunları kullanmaktan da geri durmadı. Anarşizm, ütopik de olsa iktidar olmamayı öngördüğü için son yıllarda kadınlar tarafından bu nedenle ama daha çok bilmeden benimsenir hale geldi. Kadının tanrılaşmasının en derin kökleri buralardadır esasen. Kadını metalaştıran sınıflı toplum kafası onun cinselliğinden ötürü ya da doğurganlığından ötürü tanrılaştığını söyler. Tamamen yanlış ve sınıflı toplum aklı (ki adı sosyal bilimler) tarafından uydurulmuştur. Efendilerin ihtiyacından ya da cehaletlerinden olsa gerek, ikisi de aynı şey gerçi, konuya dönelim. Oysa kadın insanlığın en önemli bilinç (bilgi, uyum) atılımlarından birinin (belki de en önemlisinin) taşıyıcısı olduğu için tanrılaşmayı hak etmiştir. Hayvan gibi yaşamaya ve hayvan gibi üremeye son veren, insanlaşmayı tetikleyen kadın olmuştur. Eldeki verileri yeniden değerlendirebilen dürüst sosyal bilimciler açıkça anlattığımız yasayı görebilirler. Ne geçmiş ne de günümüz gerçekleri asıl yasalar ortaya konulmadan tam anlaşılamaz, çünkü her türlü gerçek o yasalara sıkı sıkıya bağlıdır. Erkekler ve kız çocuklar arasındaki cinselliğin yasaklanması ise daha çetrefil ve zor bir yoldan ilerlemiştir. Çünkü erkeğin sperm üretimi mevsimlik olmadığı gibi üreme insanlaştıkça testesteron seviyesi de yükselir, zenginleşir. Bu nedenle erkek ve kız çocuk arasındaki üreme yasağı çok daha uzunca bir zamanda yerleşip kararlı hale gelir. Animist çevrimdeki ruh tam olarak kutsal değildir. Ya da bugün kulandığımız anlamıyla bir ruh algılaması değildir o, ayrıca henüz kutsallık da kazanmamıştır. Komün üreme ve yaşama biçimi tıkanıklığını aşmak için kurallar geliştirir ve bu kurallar kişi beyninde yansımalarını bulur sadece. Bu çevrimin başlangıç noktasıdır. Böylece, birey de yaşadığı dünyayı bildiği ve bilmediği şeklinde yorumlar. İşte bu yorumun aynısını yaşadığı dünya için de yapar. Orada da bildiği ve bilmediklerinin olduğunu farkeder. Onlara seslenir hep, onlarla konuşur, onların iyi ve kötü taraflarıyla muhatap olur. Dünyası yani yaşama biçimi değişip geliştikçe (ki mağara ve ateşle yani neanderthal zamanında) da ilk cinsel yasaklara ulaşır bu dünyası. Bu aşamada yaşam biçimi daha da özelleşmiştir. Genel olarak toplayıcılık yapmaz, özel olarak belirli hayvanları avlar. Ateş tekniği ile barınma ihtiyacını hazır haldeki mağaraya taşınarak çözer bu aşamada. Buralarda daha sonra ilk totemi haline gelecek ayı ile yoğun olarak karşılaşır, ki buluntular ilk totemin ayı olduğunu gösteriyor. İşte bu dünyası özelleştikçe artık o özelleşmiş doğa parçası ile alışverişini geliştirir. O doğa parçasıyla iletişim kurmaya, onu tanımaya başlar, onu merak eder. Bu arada komün içindeki kurallar sıkılaştıkça (bilinç-altbilinç zıtlığı keskinleştikçe) muhatap olduğu bu özel alanın iyi ve kötü yanlarından yararlanarak bu zıtlığı yerinde tutmaya çalışır. Bu zıtlığın kendisi orada da vardır ve kurallara uyum yaptıkça da bu zıtlığın iyi tarafından beslendiğini tecrübe eder. Daha sonraki kutsallık çevrimine temel oluşturacak zihinsel işleyişleri böylelikle kurar. Giderek bu zıtlığın iyi ve kötü, kahredici taraflarıyla beynini sıkılaştırmak için daha yoğun bir iletişim kurar. Yaşama biçimi gelişip bulunduğu özel alanı genişletikçe onu her yönüyle daha iyi tanır. Bu defa yeni yaşama biçiminin yoğunlaşmasına uygun bir kutsallık edinir. Totemini tanıyıp çözdükçe (ki bu vahşetin sonlarını bulur) yeni kutsallığı yeni yaşama biçiminin zirvesindeki kadın olur. Kadın böyle tanrılaşır. Ta ki sürüyü evcilleştirip erkek ata tanrılaşınca kadını alaşağı edecektir. Ancak medeniyete giden yolda genişleyen dünyasının yeni güçleriyle muhatap olur ve bu defa onları kutsallaştırır. Güneş ve yıldızlara çıkar kutsallığı, daha sonra medeniyetle beraber tek tanrıya doğru ilerler. Çünkü dünyası da genişlemiştir. Daha geniş, gittikçe daha soyut ve daha kapsamlı hale gelir hem bireyin hem toplumun kutsallığı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile