30 Ağustos 2015

SİYASETİNİZ


 Sonun Başlangıcı,
Sınıflı Toplumun Bir Yöntemi Olarak Siyaset,                          
Tarih Çevrimlerle İlerler,
Eski Yolların Çıkmazları,
Tarihin Düğümlendiği Yer,
Sistem Standart Muhalifleriyle Birlikte Çöküyor, 
1990'lar ve Yeryüzü Ortak Piyasası,
Emperyalizm ve Ötesi, 
Eski Sermaye-Yeni Sermaye Çekişmesi,
Yeni Sermayenin Yükselişi ve Devrim Tıkanıklığı,
Ortadoğu ve Kürdistan,

TeCe'nin Üçlü İttifakı,
Başlangıç Noktasına Hassas Bağlılık ya da Bıldır Yediğin Hurmalar,
Ortak Yeryüzü Piyasasına TeCe'nin Uyumu, 
Tayyip'in Aldığı İhale,
Tayyip'in Açlıkları,

Kürt Halkı Kapitalizme Taze Kan Olabilir mi ?
Kürt Halkını Kontrol Mekanizmaları,
HDP,
Gerillanın Yalnızlığı,
İllegal Piyasaların Kontrolünde PKK-TSK Elele,
İslami-Işidi-Tayyibi-Maliki-Iraki-Petroli,
Kapitalizmin Ömrü Uzar mı ? 



Sonun Başlangıcı,
Sınıflı toplum yapısı, tüm yeryüzünü ve insanı, üretim ve tüketim için kendisine malzeme yapma konusunda kritik eşiği aştı. Doğa ve insan, kapitalizmin hızlı, azgın üretim ve tüketim ritmini kaldıramaz hale geldi. 
Dünyanın ve insanın bugün yüzyüze olduğu sorunlar sınıflı toplum kafasıyla çözülemez. Sınıflı toplumun insanlığı getirdiği bu kritik eşikten onun yöntem ve araçlarını kullanarak çıkılamaz. Çünkü doğayı ve insanı bitiren onun yöntem ve araçlarıdır. Bireysel, toplumsal veya evrensel ölçekteki hiçbir soruna sınıflı toplumun hiçbir ilacı deva değil artık. Bu ilaçları kullanmaya devam eden kişiler ve toplumlar hızla ölüme doğru yol alır.

Sınıflı toplumun yazdığı reçeteler sanatından siyasetine, beslenmesinden sağlığına, akademilerinden medyasına, siyasetinden parasına, ticaretine kadar insanın ruhunu, beynini uyuşturur, yaşayamaz hale getirir. Oysa ölüm yaşam ikileminde doğa ve insan mutlaka yaşamı ve üstelik doğru, güzel yaşamı seçer, yaşamak için kullanır yeteneklerini. Bugünün insanı da bunu yapabilecek yetenekle, birikimle ve insanlık değerleriyle doludur. Bu potansiyelin ortaya çıkması için sınıflı toplumun reçetelerini, yollarını, yöntemlerini kökünden terketmeli öncelikle. 
Siyaset de kökünden terkedilmesi gereken sınıflı toplumun kullandığı eski, hurda yığınından ibaret bir yöntemi. Yazı bu hurdalıkta ne var ne yok onun üzerine.  

Sınıflı Toplumun Bir Yöntemi Olarak Siyaset,
Siyaset, sınıflı toplumla beraber ortaya çıkar. Onun öncesinde ise bugün anladığımız anlamda ne yöntem olarak siyaset vardır ne de kurumları. Siyaset, yaklaşık yedibin yıldır devam eden sınıflı toplum yapısı içinde ihtiyaç olarak ortaya çıktı ve işlev kazandı. Toplum içinde farklı çıkarlara sahip sınıf ve katmanların çıkarları için organiz olup yönetsel, toplumsal iktidarı ele geçirme ve sürdürmesiydi bu işlev. Sınıflar arası güç ilişkilerinin yazılı biçimi diyebileceğimiz hukuku (1) da belirleyen bir işleve sahiptir. Siyaseti, sınıfsal çıkarların bölüşümü için insanın geliştirdiği araç ve yöntemleri kullanabilme sanatı olarak tanımlarsak yanlış olmaz. 
Siyaseti ilk defa icat eden ve uygulayan mülk sahibi yönetici sınıflar olur. Komün toplumunun birliği, bütünlüğü parçalanıp sınıflara bölünür. Birçok katman olsa da temelde iki sınıfa bölünür. Mülk sahipleri ve onlar için çalışanlar diyebileceğimiz bu kaba ayrımla beraber siyaset bir yönetim aracı haline gelir. Temelde mülk sahiplerinin bir yöntemi olsa da zamanla yönetilen sınıflar da kendi siyasetlerini, partilerini, örgütlerini organize etmeyi öğrenirler. Yönetilen sınıfların organize olması ve yöneten sınıflara karşı isyanlar, devrimler organize etmesi birkaç istisna dışında modern zamanlara kadar başarılı olamaz. 
Modern zamanlarda ise kapitalizmin ilk ve en şaşırtıcı etkileri geçtikten sonra işçi sendikaları, partileri kurulabildi. Paris Komünü ile başlayan devrimler Sovyetler, Doğu Avrupa, Çin, Latin Amerika olarak devam etti. Marks'ın, işçi sınıfı iktidarı için zorunlu olarak devrim yapması gerektiği ve buna göre ornazine olması gerektiği fikri emekçi sınıf arasında temel düşünce ve eylem kılavuzu haline geldi. Marks'ın sentezi sınıfsallıktan insanlığa doğru uzanıyordu. Ancak, hem Marks'ın hem de emekçi sınıfların, işçi sınıfı iktidarıyla başlayıp, sınıfları kaldırma ve ortak insanlık değerlerine ulaşma idealinin 1990 çöküşüyle birlikte yerle bir olduğunu gördük. Aslında gördüğümüz şey, yönetenlerin icat ettiği bir yöntemle (siyasetle) yönetilenlerin ortak idealinin gerçekleştirilemeyeceği idi. Yöntem yönetenlerin yöntemiydi ve yöntem içerikten bağımsız olamazdı elbette.  
Siyaset tarihsel bir yöntem olarak ortaya çıkınca bu yöntemi kullanma konusunda uzmanlaşanlar da ortaya çıkar ve bunlar ayrı bir toplumsal katman olurlar. Yönetenlerin emrinde ayrı bir katman olarak işlevlerini yerine getirirler, oradan geçinirler. Keza emekçiler cephesinde de profesyonel işçi partileri aynı taktiği uygularlar. Her sınıf ya da katman kendi partinini, ötgütünü kurar ve onunla siyaset oyununa dahil olur. 
Antik tarihte şiddet yoluyla yürütülen siyaset, modern tarihde daha çok kitlelerin ikna edilmesi temeline dayanır. Ancak, yönetici sınıfın şiddet ve törör yöntemlerini her zaman yedekte tuttuklarını görürüz. Kapitalizmle beraber seçimler, ikna yöntemleri, demokrasi gibi yöntemler uygulansa da bunlar işlevini yerine getiremeyince devreye şiddet ve terör girer. Bunlar ikiz kardeş gibi kullanılır. Ancak günümüze doğru geldikçe daha çok ikna yöntemleri kullanılır. Şiddet istisnai ve geçici yöntem haline gelir. 

Tarih Çevrimlerle İlerler,
Tarihsel olaylar, yapılar, sistemler çevrim yasalarıyla yürür. Hiçbir hakikat bu yasaların dışında ya da ötesinde değildir. Herhangi bir tarihselliğin başlangıcı ve sonu çevrim yasalarına göre olur. Sınıflı toplum da böyledir. Sümer'de başlar, antik tarihle birlikte uzun bir basamaktan geçer ve kapitalizme ulaşır. 
Kapitalizm, İngiltere'de başlar, beşyüz yıl içinde evrensel hale gelir. Sınıflı toplumun bu iki büyük çevriminin başlangıç ve bitiş dinamikleri çevrim yasalarınca belirlenir. Kendi içinde birçok alt çevrimi barındıran bu iki büyük çevrimle beraber sınıflı toplum tarihsel olarak son bulur. Böylece büyük akışın hafızasındaki yerini alır. İşte insanlık, sınıflı toplumun çöküşe geçtiği, yeni bir çağın yavaş yavaş açılmaya başladığı böyle bir geçiş çağında yaşıyor. Beş yüzyıl önce İngiltere'de başlaşıp 1990'larla tüm yeryüzüne hakim olan yaşam biçimi bu tarihle beraber çöküşe geşmiştir. Çünkü her toplumsal çevrim belli bir yerde ve/ya zamanda hareketine başlar (buna yerellik diyelim) ve evrensel hale gelir. Evrensel hale geldiğinde ise artık yeni bir çağın açılması için gerekli nesnel zemin oluşmuş demektir. Ancak bu sadece nesnel, objektif zemindir ve farkındalık (ya da bilinç) taşıyan varlığın katılımı halinde yeni bir çağ ya da çevrim de buradan  başlamış olur. 
Farkındalık taşıyan varlıkların, akışın (doğal ve toplumsal çevrimlerin) herhangi bir durağında oyalanmadıkları gibi sınıflı toplum biçiminde de oyalanmayacaklarını bilmeliyiz. Belli bir yerellikte (uzamda) hereketine başlayan çevrim evrensel hale gelir. Hemen bununla beraber yeni çevrimin yolu da açılmış olur. Ancak ve de mutlaka bilinçli eylemin bu harekete dahil olması gerek. Doğal çevrimler için bu kendiliğinden (ki orada da bilinç benzeri'nden bahsetmeliyiz) olurken toplumsal çevrimler için olmazsa olmaz koşuldur. Ortam ne kadar uygun olursa olsun insanın bilinçli eylemi olmadan yeni bir toplumsal çevrimin önü açılmaz. Doğal ve toplumsal çevrimlerin (akışının) doğru yorumunu yapıp buna uygun hareket edinceye kadar nesnel koşullar oyalanır, durur. Çünkü, akış ve onun yasaları bilinçli varlık tarafından anlaşılmayı bekler. 
Eski Yolların Çıkmazları,
Eski toplumun (kapitalizm) tüm yol ve yöntemlerinin tüm insanlık için değil, belli bir grup için yararlı olduğunun anlaşılması bu açıdan önemli. Eski toplum (kapitalizm) içinde belli bir değeri olan yöntem ve araçların hepsi yeni çevrim bakışına sahip insanlar için geçerliliği olmayan basit araçlar haline gelir. Yeni çevrim bakışına sahip insanlar arasındaki ilişki için bu yöntem ve araçlar zavallı kalır. Bunların en başında para, piyasa, mülkiyet ilişkileri gelir. Sonrasında bunları bölüşme sanatı olan politika, hukuk gibi araç ve yöntemler takip eder. Eski toplum (kapitalizm) hayat tarzının, yol ve yöntemlerinin çare olmadığını anlayan insanın, yeni çevrimin yol ve yöntemlerini ustalıkla uygulayabilir hale gelmesi ise kendi ritmiyle ve yaşayarak olur. Bu ritmin zaman aralığı kişi ya da toplumuna göre uzayabilir, kısalabilir. Kısalması kişi ve içinde yaşadığı topluluk için mümkündür. Elbette tüm bu gelişmeler söylendiği gibi kolay olmaz. Doğanın ve toplumun bütünsel bilgisi, davranışı, ruhu ve inancı kendisine yol açtıkça kolaylaşabilir. Bu yolun açık olduğu, yolcuların yola düşmesiyle anlaşılabiliyor. Yola çıkmadan yol hakkında ne söylense havada kalır. Ancak kişi ve toplumlar için, sınıflı toplum biçiminin her yolu çıkmaza girmiştir. Tüm yolların tıkandığını en tepedeki liderler de en aşağıdaki takipçileri de her an görebilirler esasında. Ancak önümüzdeki zamanlarda doğa ve toplum krizleri arttıkça bu toplumda yürünebilecek bir yol olmadığı daha da iyi anlaşılacaktır. Esasen uyanmak için krizlere gerek yoktur, doğada ya da toplumdaki normal döngülerin bile anormalleştiğini izleyebilir her insan. Örneğin, sınırı aşan bir yağmur hemen sellere ve felaketlere neden olur. Kişi ya da toplum gerilimle karşılaştığında çözmek yerine içindeki hastalıkları (öfke, şiddet, yalan, dedikodu, kolaycılık) saçar ortalığa. Meseleyle yüzleşme yolunu tutanların sayısı azalır. 
Mesele, öldürücü (yada süründürücü) krizlerin etkisine maruz kalmadan önce uyanmak. Çöplük patlamak üzereyken tavuğun eşelenme ısrarı gibidir durum. Bir türlü uyanamayız. Eski inanışlarımız, idelojilerimiz, duygularımız, keyfçiliğimiz, günübirlik çıkarlarımız buna izin vermez. Sınıflı toplum çöplüğünün herhangi bir yerinde eşelenmekten vazgeçmedikçe hangi sınıftan olursa olsun insan gerçek insan olamaz. Sahip olduğu imkanlar arttıkça hapisaneleri büyür. Pampei'de somut olarak altınlarına sarılarak taşlaşmıştı, bugün aynı şeyi bu defa soyut olarak yapar ve taşlaşır.

Tarihin Düğümlendiği Yer,
Sınıf dinamiklerinin iletişimde birincil önemde olduğu dönemler için konuşulduğunda çıkarların ortaklığı iletişimde birincil önemdeydi. Herhangi bir sınıfa mensup bireyler ortak çıkarlara sahiptir. Bu açıdan bakıldığında, aynı sınıfa mensup bir kişinin doğru davranışı diğeri için de örnek davranış sayılabilir. Dolayısıyla kendi dışında cereyan eden doğru bir davranış artık o kişi açısından dışsal değildir. O davranışı sınıfsal gözlükle doğru bir davranış olarak benimser. Sonuçta sınıf mensubu birey için doğru davranış kendi sınıfının başka üyelerinin davranışlarıdır. O davranışları doğru kabul ederek referans alır. Greve gidilecekce gidilir, şu partiye oy verilecekce verilir, pikniğe gidilecekce gidilir. Bu sınıfsal düşünüş ve davranışın pratik anlamıdır. 
Savaşlar ve devrimler çağının bir özelliği olarak, savaşlar ve hemen peşinden devrimler geliyordu. 1990'larla birlikte içine girdiğimiz yeni çağda ise (sınıfların varlığına rağmen) düğümün ve çözümün yeri kişinin tam kalbidir. Kişiyi, genetiği, kültürü, inancı daha ötesi tüm varlığını en derinden tanımadan düğümün ve çözümün yeri görülemez. Tarihin tıkandığı ve çözüleceği yerin anlaşılmasıyla beraber köklü çözümlerin yeri de anlaşılmış olur. Tüm sorunları sisteme bağlayıp çözümü de devrime havale eden zihniyetler devrimcilik iddiasını samimiyetle taşıyorlarsa kişi denilen yerelliğe bakabilirler. Bir devrim olacaksa bunun adresi kişinin kendisidir ve oradan başlar artık diğer tüm devrimler. Ancak bu devrim öncekilere hiç benzemediği gibi artık devrimden öteye anlamlar kazanır. O halde düğümler ve çözümlerine dair temel bakışımız buraya doğrudur. Başka yerlerde değindiğim için burada uzatmadan geçiyorum. Doğadan çıkışta bütünlüklü bir yapıya sahip olan insan toplumu (komün) günümüzde kişiye kadar, hatta kişi de iç kişiliklerine kadar parçalanmıştır. Parçalanmış haline son vermesi gereken yine o'dur, yani kişi(2). Bölünmüş, parçalanmış ne olduğu hangi bayrağa hizmet ettiği şüpheli hale gelmiş karakterin bütünlüklü bir insan haline gelmesi ise ayrı ve devasa bir konu. Buna dair önceki tarihli birçok yazı var bu adreste, bakılabilir.  
Tüm akışın (doğa ve toplum çevrimlerinin) bütünsel bilgisi(3),eski çevrimin bitişine dair tüm resmi elimize verir. Öte yandan yeni çevrimin başlangıç ve gelişim dinamiklerini de gösterir çevrim pusulası. Tam bu noktada, pusulanın doğru çalışıp çalışmadığını anlamak önem kazanır. Doğru çalışıp çalışmadığını anlamak mümkündür. Bunun için çevrim bilgisine yakından ve çıkar gözetmeksizin bakmak yeter. Pusulanın doğru çalıştığını anladıkça onu kullanmak ve yeni çevrimin hayat tarzını kurmak kolaylaşır. İnancın kökeni de burasıdır. Pusula doğru çalıştıkça farkındalık sahibi insan pusulaya güven duyar ve pusulanın (varsa) yanlışını düzeltir. Pusulayı güzelleştirmek, parlatmak ve kendi kullanımına uyarlamak ise bireysel yetenekle ilgilidir.
Sistem Standart Muhalifleriyle Birlikte Çöküyor,
Eski toplum4 kendisini yenileyemez hale geldi. Bu yenileyemezlik sadece sisteme özgü değil. Sisteme alternatif olma iddiasındaki hareketler ya da ideolojiler de bundan payını almış görünüyor. En az sistem kadar kendilerini yenileyemez halde olduklarını tesbit edebiliriz. 
Son çeyrek yüzyılda dünyanın hemen her kıtasında geniş insan yığınları (şu ya da bu nedenle) zaman zaman sokakları doldurdular. Brezilya, Arjantin, Fransa, Kuzey Afrika'da hemen her yer ve Türkiye sayabileceğimiz başlıca yerler. Sol, sosyalist, devrimci ya da sistem alternatifi söylemler ileri sürenler hemen hiçbir yerde bu halk hareketlerinin neden ve nereden çıktığını anlamakta zorlandılar. Buna karşın haberdar olmadıkları bu sokak eylemlerinde öncü roller almaya kalkışmak gibi bir siyaset güttüler. Bu ''sistem alternatifi'' ideolojilerle (ya da yapılarla) sokak arasında daha önce olmayan türden bir gerilim gördük. Sokak bu ideolojilerden/yapılardan bayraklarını bırakmasını istiyordu. Daha öncesinde bu kadar açıkça ifadeye kavuşmamış bir talepti. Sokaktaki halk (hangi nedenle olursa olsun) eyleminin içeriğini sistemin ve de sistem karşıtı iddiasındakilerin gölgesinden kurtarmak istiyordu. Bu tutum hem sistemin hem de karşıtlık iddiasındakilerin pek de anlayamadıkları bir tutum oldu. Oysa denklem çok basit ve açık. Sokak hareketleri sistemden (şu ya da bu uygulamasından) rahatsız olduğu için oradaydı ancak bir o kadar da sistemin müzmin muhaliflerinden rahatsızdı. 
Müzmin muhaliflerin aklına hayaline gelmeyecek tarzda eylemleriyle de zaten arasına bir çizgi çekiyordu her daim. Ve bu çizginin içine muhalif olmaktan öteye birşeyler yapmak isteyenler girebiliyordu ancak. Sadece karşı olmak yetmiyordu. Bu tutumun en derin anlamı ise hem sistemin hem de sistem muhaliflerinin miadını doldurduklarına olan inanıştır. Özellikle Kuzey Afrika’da ve Gezi'de standart muhalifler bu yüzden bayraklarını bırakmaya zorlanmışlardı. Buradan dolaysız olarak çıkarılması gereken sonuç, sistemin kendi muhalefetiyle birlikte çöküşe geçtiğini sokak kendi diliyle bu biçimde anlatmıştır.  
Muhalefet, iktidara karşı olmaktır. İktidar ve muhalefet ikilemiyle düşünmek ve davranmak eninde sonuda ya iktidar ya muhalefet pozisyonuna götürür sizi. Oysa bu ikilemin kendisi, insanın ulaştığı zihinsel evrim düzeyi için sorun haline gelmiştir. İnsan ve onun insanlaşma düzeyi bu ikilemi aşmak istiyor. Bu ikilemin ötesinde bir hayat için ise yeni bir ruh, yeni bir teorik zemin gerekli. Aksi halde iktidar yada muhalefet gibi bir kısır döngü içine girilir. Sisteme muhalif olan bir süre sonra başka bir sistem oluverir. Böylelikle siyaset dolayımıyla ikisinden birine çıkarır insanı. Ya sistemin kendisi ya da onun muhalifi olunabilir siyaset yöntemiyle. Sınıflı toplumun bir yöntemi olarak kullanılıp onunla çözümler üretilince ortaya çıkan da eskisinin bir yenisi başka bir sistem oluverir. 
Belli bir yöntemin kendisi içeriğe de sirayet eder, hatta çoğu kez belirler. Yöntemin kendisini uygulamak demek kaynağını da kabul etmektir. İçerik olarak sınıflı toplum yapısına karşı gibi dursa da onun yöntemini kullandıkça er ya da geç ona benzer, örneğin Sovyetler gibi yıkılıp gider. Ya da Batının tekniğini alıp zihniyetini almamaktan bahsederken Batı denilen merkezlerin emri olmadan sakız çiğneyemez hale gelebilirsin.

1990'lar ve Yeryüzü Ortak Piyasası,
Gelinen noktada hem dünya hem Türkiye için işler artık eskisi gibi yürüyemez. Çünkü bir tarihsel dönemin sonuna gelmiş bulunuyoruz. 1990'larda dünya tek piyasa haline geldiğinde beşyüz yıllık kapitalizm uzatmaları oynamaya başlıyordu. Tüm yeryüzü tek piyasa haline gelmişti ve bu aynı zamanda sonun başlangıcıydı. 
Yeryüzü ölçeğinde kapitalizme rakip (sosyalizm gibi) başka bir yaşam biçimi yoktu artık. Daha önce sosyalizmin (gerçekten sosyalizm mi o ayrı) hüküm sürdüğü alanlar, hızla piyasalaştırılıp çok uluslu şirketlerce paylaşılmaya başlandı. Soğuk savaş sonrasında dünya bu anlayışla yeniden düzenlenmeye başlandı. Düzenlemenin baş aktörleri ise çok uluslu şirketlerdi (çuş diyebiliriz).

Emperyalizm ve Ötesi,
Kapitalizm ulus sınırlarını esas alan üretimiyle yeni bir toplum yaratır. Bu toplum bir ulus olarak tanımlanır genel olarak. Tek başına ya da federatif olarak. Küresel aşamaya ulaşınca ulusların temsilini esas alan bloklar, parktlar ya da üst birlikler kurmuştur. Bu üst birlikler daha sonrasında ÇUŞ (çok uluslu şirketler) tarafından kontrol altına alınmıştır. Kapitalizm, küresel aşamaya geçtiğinde ulus ve ulusal kategoriler onun için ayak bağı haline gelir. Ulus kendi kozasında gelişebilmesi için uygun bir sınırken bir süre sonra bu sınırlara sığmaz. İşte Lenin'in Emperyalizm olarak formüle ettiği de tam olarak budur. Lenin'in yaptığı tanımların hepsi doğru, ancak bugünden bakınca şu yorumu yapmak daha doğru oluyor, ya da eklemek; Emperyalizm, sermayenin başka bir ulusal piyasada yatırım5 yapmasından, onu sömürgeleştirmesinden orada dolaşımından başka bir şey değil, bu kadar. 
Sermayenin uluslararası aşaması (emperyalizm) de kendi içinde bir gelişime sahip. Önceleri en kanlı en vahşi biçimde doğrudan hammadde ve işgücü gaspı biçiminde ortaya çıkıyor ve yayılıyor. İlk biçimlerini Güney Amerikanın işgali, Hindistan, Afrika ve Amerika gibi yerlerde en kanlı biçimlerde yapmıştır. Bu ilk ve en kanlı aşamasından sonra yeni sömürgecilik dediğimiz biçimiyle gelişir. Yani yabancı bir sermaye kendi ulusal sınırlarının dışında bir yerlerde faaliyet gösterir. Oranın ekonomik, siyasal, toplumsal süreçlerini yerli işbirlikçileriyle beraber belirler. Demokrasiler icat eder, süt tozu dağıtır, Menderes'ler icat eder, 6.Filo'yu gönderir, montaj sanayii üretir, darbeler yaptırır vs vs. Faaliyetin kapsamı Türkiye gibi kimi yerlerde Marshall yardımı ile başlayıp genel ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel boyutları olan görünmez bir işgal halini alır. Hollywood filmleriyle kovboyun yerlilere karşı zafer kazanmasının normalliğini daha çocukken anlatır. 
Ancak bugün, kapitalizmin son aşamasının emperyalizm olmadığını gördük. Az önce söylediğim gibi emperyalizm bir ulusun bir diğerini sömürmesi olarak biçimlenir, sermayenin uluslararası hale gelmesidir. Ancak daha ötesi vardı ve 1990'lardan sonra sermayenin nasıl bir dolaşım içinde olduğunu izlersek bunun emperyalizmle ilgisi olmayan yeni bir aşama olduğunu görürüz. Bu aşama hem kapitalizmin hem de genel olarak sınıflı toplumun son aşamasıdır. Konuya başka yazılarda değindiğim için burada fazla girmeden kısaca şunu söyleyebilirim; tarihin çevrimlerle ilerler, her çevrimin kendi özgün ritmi ve potansiyelleri olduğunden bu potansiyellerin neler olduğunu takip ederek kritik eşikler belirlenebilir. Ve karmaşık gibi görünen doğa ve insan tarihi geçmişiyle belli ölçülerde  geleceğiyle birlikte büyük bir resim olarak görülebilir. 

Eski Sermaye-Yeni Sermaye Çekişmesi,
1991'de Sovyetler çökünce ABD Ortadoğu'yu düzenleme işine Irak'ı işgal ederek başladı. On yıl boyunca elde ettiği hep daha fazla kaos oldu. Dünyayı düzenlemenin ekonomik maliyeti ABD ekonomisinde büyük bir gedik açmıştı, 2000'de kriz patlayıverdi. İşte bu tarihten itibaren savaş taktiği ile değil barışçıl yöntemlerin kullanılabileceğine dair fikirler sermaye çevrelerinde yer etmeye başladı. Çünkü barış yöntemi daha ucuzdu. Petrol, silah, metal sanayi gibi geleneksel sanayilerin temsilcileri savaş yöntemini kullanma eğilimindeydiler. Ki bu onların doğrudan kendi piyasalarının işlemesi demekti, sıcak savaş sürdükçe onlara olan ihtiyaç da devam etmiş olacaktı. Öta yandan barış yöntemini dillendirenler ise yeni sanayilerin temsilcileriydi. Keza barış yöntemi de bunların piyasalarının gelişmesi için elzemdi. Ancak eski sanayi tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu'da da köklü ilişkilere sahipti ve büyük maliyetine rağmen savaş yönteminden vazgeçmek istemiyordu. 
Eski sermaye bu defa 11 Eylük 2001'deki ikiz kuleler aldatmacasını organize ederek savaş taktiğine devam etti. Bush'un (eski sermaye) öncülük ettiği saldırının büyük bir aldatmaca olduğunu en başta yeni sermaye temsilcileri biliyordu. Eski ve yeni sermaye çelişkilerle dolu bir koalisyon halinde yürütüyordu dünya siyasetini. Dünyaya şekil verilmeliydi ancak bunun yöntemi önem kazanmıştı. Yoksa yeni sermayenin eski sermayeye göre daha iyi olduğunu söylemiyoruz. Çünkü temelde istedikleri aynı, fakat yolları farklı. Yol, yöntem farkının temelinde maliyetler, piyasa istikrarı ve kapitalizmin geleceği gibi konularda farklı düşünmeleridir. Ki farklı düşünmelerinin sebebi de yine kendi ihtiyaçlarıdır, ihtiyacına göre düşünce geliştirme eğilimindedirler. İşte bu nedenle 2003'te eski ve yeni sermaye arasında BOP sözleşmesi yapıldı. BOP tam olarak buna hizmet eder, eski ve yeni sermayenin içerik olarak aynı ancak yöntem olarak farklı beklentilerini kaleme almıştır. Fakat sahada etkin olan taraf eski sermaye olduğu için BOP'ta öngörülen barışçıl yöntemler uygulanamadı. Örneğin Arap-İsrail sorununun köklü çözümü gibi. 
Yeni Sermayenin Yükselişi ve Devrim Tıkanıklığı,
11 Eylül komplosu gerekçe gösterilerek ite kaka yürütülen savaş taktiğinin harcı borcunu kurtarmayınca bu defa savaş taktiğinden vazgeçilmesi eğilimi ağırlık kazandı. İşte bu nedenle 2008' de bu vizyona uygun bir isim olarak Obama seçilmiş oldu. Ortadoğu'nun ve genel olarak dünyanın düzenlenmesi, bu kez Obama ile daha barışçıl yöntemler kullanarak yapılabilirdi. Obama'nın seçilmiş olması ''yeni sermayenin'' BOP'tan sonraki en büyük siyasi başarısıdır. Ancak daha sonraki gelişmelerde göreceğimiz gibi yeni sermaye sürekli mevzi kazansa da eski sermaye kolay kolay savaş taktiğinden vazgeçmeyecekti. Fakat çağa uygun olmadığı, sürdürülemezliği anlaşıldıkça yeni sermayenin planları, taktikleri hakimiyet kazanacaktı yavaş yavaş. Eski sermaye dünya üzerindeki inisiyatifi yavaş yavaş kaybediyordu. Savaş taktiğini yine uyguluyordu fakat açıktan ve meşru bir yol olarak öneremiyordu artık. Artık onun yöntemleri illegale düşmüştü. Örneğin İŞID çetesini organize ettiği halde, açıktan değil alttan alta destekleyebiliyordu ancak.
Yeniden soralım, küresel sermaye yapısında değişen neydi ki savaşçı taktiklerden barışçı taktiklere geçiliyordu. Bunun eski tip sermaye ile yeni tip sermaye arasındaki çelişkinin bir ürünü olduğunu söylemiştik. Metal, silah, petrol vb piyasaları kontrol eden eski sermaye ile bilgisayar, genetik, sağlık, finans gibi piyasaları kontrol eden yeni sermaye arasındaki çekişmedir. Savaşçıl ve barışçıl taktikler aynı zamanda eski sermaye ile yeni sermayenin ana kumandaya geçiş zamanları oluyor. Savaş taktiğinin sahibi ağır sanayi, metal, petrol, silah sanayi gibi geleneksel piyasalarda organize olmuş şirketler ve tabi ABD'deki ana gemileri Cumhuriyetçi Parti. Barışçıl yöntemleri ise iletişim, bilişim, tıp, genetik, organik ürünler gibi daha yeni piyasalara hakim şirketler ve destekledikleri parti Demokrat Parti. 
Eski ve yeni sermaye çatışması hem Amerika hem de yeryüzü ölçeğinde devam ediyor. Ortadoğu'da her iki sermaye grubunun planları sürekli çekişme halinde. Biri Arap Baharı'na olabildiğince destek verirken diğeri Tayyip'i ya da Işıd'ı harekete geçiriyor. Bir diğeri Fethullah kartını çıkarıyor, diğeri Ukrayna'da hamle yapıyorken diğeri Sisi'yi yeniden sahaya sürüyor. Biri Öcalan'ı TC 'nin binbir türlü nazına pozuna rağmen neredeyse zorla üzerine atıyor ki alsın da çözsün artık şu Kürt meselesini. Diğeri İran'la yumuşamaya gidelim ya da İsrail'in ipini biraz çekelim diyor. Örnekler, iki sermaye yapısı arasındaki çelişkilerin somut biçimleri. Olaylara bu gözle bakınca birbirine ters gibi duran birçok siyasi pozisyonun anlam kazandığı görülür. Bu çatışmanın yeni sermayenin zaferine kadar gelgitlerle sürmesi beklenebilir. Keza, ulusal ya da yerel gibi görünen her çatışmanın, her problemin arkasında bu çatışmanın izleri bulunabilir.  
Son elli altmış yıldır sistemi gerçekten tehtid eden bir toplumsal devrim tehlikesi yoktur. Buna devrim tıkanıklığı da diyebilirsiniz, sistemi tehdit eden gerçek bir devrim6 yokken sistem içi çelişkiler tüm gelişmelere damgasını vurur hale gelmiştir. Sistem, gerçek bir devrimle karşı karşıya kalsaydı, eski ve yeni sermaye arasındaki bu çelişkiyi (daha sonra ele almak üzere) erteleyip tam bir ittifak halinde gerçek düşmanıyla savaşırdı. Tüm tarih boyunca yaptığı da budur. Beşyüz yıllık kapitalizm tarihine bakıldığında burjuvazi gerçek bir tehditle karşılaştığında kendi iç çelişkilerini her zaman rafa kaldırmıştır. Aksine örnek bulabilen bir tarihçiyi dinlemek isterim. Eski ve yeni sermaye çatışmasının bu derece boyutlanmasının nedeni gerçek bir tehtidin olmamasıdır. Sistem gerçek bir tehditle yüzyüze gelinceye kadar dünyanın düzenine, eski ve yeni sermaye arasındaki yer yer çatışmaya dönüşen bu çelişki şekil verecek.
Ortadoğu ve Kürdistan,
Yeni sermayenin, taze piyasalar açmak adına çözmesi gereken en önemli sorunu Kürt sorunudur. Sorunun çözümüne dair etkili, uygulanabilir bir fikir ve pratik bu kesim dışında hiçbir odak tarafından gümdemleştirilemedi. Daha adil, daha insanca çözüm önerileri, niyetler ortaya konsada mevcut güç dengeleri içinde uygulanabilir pratiği yeni sermeye ortaya koyuyor. Yeni sermaye açısından Kürt sorunu bu gidişatın içinde çözülmesi ve sisteme kazandırılması gereken önemli bir enerji kaynağı. Bu açıdan baktığımızda, önümüzdeki çeyrek yüzyılda hiçbir aktör, Kürtlerin pozisyonunu hesaba katmadan dünyada ve bölgede etkili olamaz.
Kürt sorunu bu yüzden daha çok yeni sermayenin kontrolünde gelişiyor. Ancak Tayyip dünya ve Türkiye gerçeklerini gözden geçirip kendi geleceği için eski sermayenin tarafına geçtiği için işler zora girmiş durumda. Barış süreci, Tayyip'e akıl verenlerin gündemidir daha çok. BOP'tan ortaya çıkmış Serok Obama ile kesinleşmiş bir politikadır. 
Kürtlerden en çok nefret eden muhafazakar, milliyetçi bir ekibin önüne modern tarihin en büyük meselesi diyebileceğimiz Kürt sorununun gelmesi de ayrı bir ironi. Cumhuriyeti kuran üçlü ittifak içindeki askeri kanadı tasfiye etmek te yine asker tarafından (kendi deyimleriyle) sürekli kovuşturulmuş bu ekibe nasip oluyordu. Ancak askeri tasfiye etmek konusunda sermaye sınıfı tamamen destek olduğu halde Kürt meselesinde durum biraz farklıydı. Burada işler çatallaşıyordu. Kürt meselesini çözmek isteyen ve istemeyen sermaye cepheleri vardı. Burada duralım ve konuyu açalım.
Ortadoğu’da yüz yıldır eski sermayenin stratejisi hakimdi. Ortadoğu'nun kaderi haline gelen bu strateji; Ortadoğu'yu uluslar ve mezhepler savaşının merkez üssü haline getirerek emperyalist hegemonyayı tesis etmek hedefine sahipti. Kapitalizmin önünde onu engelleyebilecek hiçbir güç yoktu. 1990'larda kapitalizm zaferini ilan ettiğinde ortalıkta ne bir devrim tehlikesi ne de ulusal kurtuluş savaşı gibi bir problem kalmamıştı. Üstelik yakın gelecekte de onu zormayacak ciddi bir devrim tehlikesi ufukta görünmüyordu. 
Yeni sermayenin en temel planı Ortadoğu'yu barışçı yöntemlerle düzenlemek. Yeni piyasaların açılması bölgedeki eski rejimlerin sökülüp atılması ve milliyet konusunun ileri kapitalizme giderken engel olmaması bu planın ''yapılacak iş listesi'' oluyor. Arap baharları ve savaşlarla eski rejimler tasfiye edilirken Kürt meselesi de çözülecek işler arasındaydı. O yüzden ABD, Öcalan'ı devletin üzerine neredeyse zorla bıraktı. Türkiye bu sorunu çözmeliydi. Ancak Tayyip'in bu konuda aklını yeni sermaye açmasına rağmen birkaç yıl önce yollarını ayırdı ve bu konuda eski sermayenin yörüngesine girdi yeniden. Otuz yıldır devam eden savaş ortamının sona ereceğine dair ortaya çıkan heyecan ve beklenti Tayyip'in genel gidişata uygun davrandığını gösteriyordu. Ancak Tayyip bu politikanın yeni sermayeye hizmet ettiğini ancak kendi iktidarının eski sermaye desteği olmadan devam edemeyeceğini farkettiği zaman barış süreci de bitmiş oluyordu. 
Tayyip bu noktada daha önce yaptığı gibi gömlek değiştiremedi. Ki bir politikacı bunu yapabilmeliydi, onu oralara taşıyan toplumsal kesimlere sırtını pek ala dönebilir ''bakın ben Kürt meselesini çözdüm, beni yeniden iktidar yapın, hadi bir seçim düzenleyin'' diyebilirdi. Ancak bunu yapamadı. Çünkü açlıkları ve kendini olduğunudan büyük görmesi (büyüklük kompleksi) bunun bir demokrasi oyunu olduğunu unutturdu. Kendisini sahiden seven ve destekleyen insanların kendisi gibi çıkarçı, yalancı, hırsız, vicdansız, despot olduğunu unutuverdi. Bu demek oluyordu ki kendisini destekleyenler onu minik bir çıkar için tarihe gömebilirlerdi, Menderes gibi, Özal gibi. Ya da kendisinin sattığı Erbakan gibi, satabilirlerdi. Geldiğimiz nokta Tayyip'in elindeki iktidarın hangi siyasi aparatlarla alınacağı noktasıdır. Yıpratma ve kıyısından köşesinden yoklamalar başladı bile. Son seçimler böyle okunabilir. Fethullah kartını da bu yüzden oynadı CIA, ki yönetimi yeni sermayenin aklıyla davranıyor. 
Kürt meselesini orijinal yapan neden; üzerinde bilindik bilinmedik birçok etkinin olmasıdır. Tayyip ABD'nin desteğinden, taktik bilgisinden yoksun kaldığı için bocalamıştı, ancak yeniden bu desteği alabilir. Önceki samimi destek olmasa bile, İncirlik ve göstermelik IŞİD operasyonlarıyla resmi bir destek almış gibi görünüyor. 
Barış süreci, sürüncemeye girmiş olsa da sonuç daha şimdiden olumludur. Daha olumlu bir noktaya gitmesinin önündeki tek engel Tayyip gbi görülmeye, gösterilmeye çalışılsada asıl sorun eski sermayenin dünya genelindeki ataklarıdır. Bu ataklar Arap Baharı, Gezi ve Arjantin isyanlarından sonra daha organize hale geldi. Arap baharının tüm kazanımları yok edilmeye çalışıldı, Gezi olmamış gibi sansürlenmeye çalışıldı, IŞİD gibi bir çete organize edildi, Mısır'da Sisi yeniden iktidar oldu. Oysa aynı kitlesel hareketler 1970'lerde olsaydı minik bir devrimci örgüt devrim yapabilirdi. Şimdiyse olmuyor, olamaz, çünkü devrimin yeri artık sokaklar değil. Bunu devrimcilere anlatmanın yolunu biz bulamıyoruz, belki de hayat bu gerçeği anlatmanın yolunu böylelikle bulmuş oluyor. 
TeCe'nin Üçlü İttifakı,
Her toplumsal çevrim kendi olağan sınırlarına ulaştığında yeni güçler yeni arayışlara girer her zaman. Bu arayışla beraber yeni bir yaşam biçimi de zihinlerde başlamış demektir. Zihinler bu değişimi önce soyut olarak kavrar, somut hali ise saati gelince kendisini gösterir. Cumhuriyetten çok önce başlar modernleşme ulgulamaları. Cumhuriyetle kararlı hale gelir. Modernleşme uygulamaları kendisinden önceki tüm dünya görüşlerini (toplumsallıkları) baskılar ve TeCe bunun üzerine kurulur. Temelinde üç amaç ve üç hedefi vardı bu baskılamanın. 
İlki, ulus devlet (ve ulusal burjuvazi) oluşturabilmek için Kürtler'i ve diğer milliyetleri yok saymaktı. 
İkincisi, modernizmi yerleştirmek için İslam'ı ve diğer dinleri baskılayarak laikçiliği dayatmaktı.
Üçüncü ise, sermaye sınıfının (cumhuriyetin başlangıcında oligarşinin) siyasal ikitidarı için, işçi sınıfını ve komünizmi baskılamaktı. 
Hepsini layıkıyla yaptı.Kürtleri ve diğer milliyetleri yok sayan, laiklik adı altında dinleri yok sayan, komünizmi gördüğü her yerde ezen bir kuruluş felsefesiydi bu. Kuruluş felsefesi (popüler ifadeyle fabrika ayarları) böyleydi ve bu felsefe defalarca düzeltmelere (güncellemelere) uğradı. Ancak temel kuruluş (setup) aynı kaldı. Tüm cumhuriyet tarihi boyunca meydana gelen sosyal, siyasal, ekonomik olaylarda bu üç amaç ve hedefin şu ya da bu oranda etkisini görebiliriz. 
Ulusal devlet tüm tarihi boyunca bu felsefeyi şiddet ve ikna spektrumundaki tüm olanakları kullanarak uyguladı. Daha çok da şiddet yolunu tercih etti. 
Başlangıç Noktasına Hassas Bağlılık ya da Bıldır Yediğin Hurmalar,
İlk gelişmeler çok daha önce ortaya çıkmış olsada,Türkiye için modern tarih çevrimi cumhuriyetle başlar. Ve buradaki yanlışlıklar daha sonrasında bir bir önümüze gelir. Bu böyledir, sen ben unuturuz ama toplumsal kanunlar unutmaz. Cumhuriyetin kuruluş felsefesini hala benimseyen onu yürütmek isteyen insanların görmesi gereken gerçek şu ki; kuruluşta büyük yanlışlıklar yapılmıştır, etnik kimlikler arasında ayrım yapmak, birini diğerine üstün tutmak da bunlardan biridir. Herhangi bir etnik kökenin başka birine üstün olduğunu söyleyedurmakla sorun günümüze kadar çözülmeden kalmıştır. Üstelik kanla, şiddetle, baskıyla sorun yokmuş gibi davranan ve bunu yalanlarla devam ettiren bir devlet eliyle. 
Adına TeCe denilen modern çevrimin başlangıç noktasındaki büyük ve öldürücü hatalardan biridir Kürtleri yok saymak, ancak sonuna kadar yok sayılamazdı. Çünkü her çevrim başlangıç noktasına hassat olarak bağlıydı. Bugün Tayyip ve ekibini yaratan da PKK yı yaratan da o başlangıç noktasının devasa ve öldürücü yanlışlarıdır, görelim. Üzerinde düşünelim, ''düşünmeyelim devam edelim'', deniliyorsa ki denilebilir, bu seçeneğin sorumluluğunun böyük bir çölde yaşamak olduğunu bilelim. İş, aş yoktur, su bulunmaz, elektrik faturası hep fazladır, heryer Toki'dir. Daha ötesi, muhabbet yoktur ve düşman çoktur. Şöyle mi çöle mi buyurursunuz. Buyrun...

Ortak Yeryüzü Piyasasına TeCe'nin Uyumu,
Cumhuriyet adı verilen ulusal devleti kuran üçlü ittifakın kaderine bakalım önce. Kısaca asker7, banker ve junker (toprak ağaları) diyebileceğimiz bu üçlü ittifak kurmuştur devleti. Askeri kanat emir komuta zinciriyle soğuk bir modernleşmenin öncüsü oldu ve cumhuriyet tarihi boyunca politik, toplumsal etkisini arttırdı. Ulusal ve Uluslararası sermayeye hizmet ettiği sürece onun bu pozisyonuna dokunan da olmadı. En son ve büyük hizmeti ise 12 Eylül8 darbesiydi. Ülkenin tüm insan kaynağını hapse ya da mezara tıkınca sermayeden beklediği aferini fazlasıyla aldı. Sonrasında ise dünya değişmiş pazarlar daralmış, karlar düşme eğilimine girmişti. Piyasa haline getirilecek ikinci bir dünya yoktu, o halde maliyetler düşmeliydi. Reel sosyalizmin çöküşünden sonra çalışanların her türden hakkı kırpıldığı halde işler yine de iyi gitmiyordu.  Sonuçta, sermayenin alanı daralıyordu ve tece ordusu maliyetli bir örgüt haline gelmişti. Üstelik cumhuriyeti kuran güçlerden biri olduğu için politik, sosyal sisteme müdahil olabiliyordu. Üstelik hala eski gücü varmış gibi olur olmaz biçimlerde. Ki bu sermayenin bir sınıf olarak hiçbir zaman hazzetmediği bir durumdu. Hazzetmese bile cumhuriyet tarihi boyunca buna katlanmıştı. 
Ancak artık çok uluslu şirketlerle bütünleşmiş bir sermaye vardı ve pekala askerin fazlalıklarını kırpabilirdi. 28 Şubat'ı işte bu ihtiyaç ortaya çıkardı. Sermayenin kışkırtmasıyla eskisi gibi sahaya çıkınca bu defa büyük bir oyuna geldiğini anladı ancak iş işten geçmişti. Sonuçta politik sistemin karar mercilerinden kışkışlanıp kışlasına tıkılmış oldu. Artık asker lüzumü halinde ve tamamen sermayenin elindeki ipin uzunluğuna göre hareket edecekti. Görevi üstlenmeye en istekli kesime verildi görev; cumhuriyetin baskıladığı ama alttan altta sürekli gelişip güçlenen İslamcı kesimdi bu kesim. Buna dair toplumsal ayarlamalar, hukuksal düzenlemeler için en uygun aktör olarak Tayyip ve ekibi böylece sahaya sürülmüş oluyordu. Gerekli seçimler ve demokrasilerden sonra askerin fazlalıklarını kırpma görevi artık bu ekibe verilmiş oluyordu. 

Tayyip'in Aldığı İhale,
Tayyip ve ekibinin dayandığı toplumsal tabanın muhafazakar yapısı iki olanak sunuyordu. İlki cumhuriyetin işlediği suçlardan dolayı mağduriyet hissiyatı bu kesimi yıllarca bir arada tutabilirdi, ki bu sermayenin ilaç gibi aradığı istikrarı veriyordu. İkincisi İslami gibi görünen idelojisinin temelsizliğiyle bu ekibin kendi özgün yolunu çizmesi mümkün değildi. Dolayısıyla sistemin asıl sahipleri için bulunmaz bir fırsattı bu ekip. Yeşil kuşak ürünü Erbakan'ın yetiştirdiği bu ekip ondan bağımsız burjuvazinin açtığı yönetim ihalesine girdi ve ihaleyi aldı. 
İhale şartnamesinde önemli şartlar bulunuyordu; birincisi, tüm yasal ve yasadışı piyasalara bir düzenleme getirilmeliydi. İkincisi, askerin ikide bir oyuna dahil olması engellenmeliydi, tamamen sermayenin emrine girmeliydi. Üçüncüsü, sermaye sınıfı tüm doğa ve insan kaynaklarını dilediği gibi kullanırken sorun çıkmamalıydı. Dördüncüsü, Kürt meselesi çözülmeli ve Kürdistan yeni piyasa, Kürtler yeni müşteriler, hizmetçiler haline getirilmeliydi. Sonrası medya, seçimler, iktidar... Tayyip ve ekibi ihalenin ilk üç maddedeki taahhütlerini şu ya da bu oranda yerine getirdiler. Ancak Kürt ve Kürdistan nicelerinin boyunu aştığı gibi onun da boyunu aştı. Şimdi ihale sahipleri ile taahhütde bulunan bu ekip yeni bir sürece girmiş oldu böylece.

Tayyip'in Açlıkları,
Öte yandan, sistem kurmayları pekala bilirler ki, politika çıkarların savaşıdır ve bu alanda olanlar iktidara geldiklerinde mutlaka çalarlar. Tayyip ve ekibi elbette İslami gibi görünen idelojiye sahip bir ekip olarak öncekilere göre daha az çalabilirlerdi. Onlara yönetim ihalesini verenlerin dışındaki herkesin beklentisi bu yöndeydi. Yalnızca ihaleyi verenler görebiliyordu durumu, çünkü oyunun temelinde bu vardı. Çal, çırp, öldür, sustur, hapset vs vs... 
Gerçekten de beklendiği gibi olmadı ve kendilerinden öncekilerin hepsinin toplamı kadar çalmaya tenezzül ettiler, hala da devam ediyorlar. Bu elbette önemli görülebilir ancak doğurduğu sonuç yanında bunun hiçbir önemi yok. Oyunun sahipleri için bu bakımdan bir sürpriz yoktu, bunu yönetime gelen herkes yapardı. Ancak piyasaların istikrarının bu gibi nedenlerle bozulması hoş karşılanamazdı. Tayyip ve ekibinin sonsuz bir açlıkla her şeye saldırması, sistem sahiplerinin umduğu uzunca istikrar dönemini bozan bir etki yarattı. Oysa, daha az ve üsturuplu çalsalardı Tayyip ve ekibi daha nice onyıllar yönetimde kalabilirlerdi. 
Antik çevrimin din9 gibi bir kontenjanını sınıflı toplumun ömrünü uzatmak için kullanma becerisi bu ekibin en önemli özelliğiydi ve bu taktik çalışıyordu. Uzun yıllar da çalışabilirdi. Çünkü sözkonusu kontenjan din olunca kitlelerin zihnindeki en eski köklere hitap eder ve karayı ''ak'' yapardı. Modern çevrimin tepe tepe kullandığı din mirasıydı bu.  Öte yandan güncel idelojik ayarlarıyla da o kadar yerinde bir yönetim mekanizması yaratılmıştı ki, Tayyip'in çaldığı parayı ''mutlaka hayırlı bir iş içindir'' diye düşünen bir seçmen kitlesi organize olmuştu. Şu tür bir akıl yürütmesi yapmayan bir kitledir bu ''hayırlı bir iş içinse eğer, bunu bana anlatabilir pekala, ben de onaylayınca hukuksal olarak daha rahat yapar bu hayırlı işleri. Aleni, meşru ve herkesin gözü önünde yapma imkanına kavuşur böylece.'' işte din gibi kökleri insanlık tarihi kadar eski bir kodlama kullanılınca gözler açıkken körleşebiliyordu. 
Tayyip ve ekibinin beklenenden daha aç olması birçok insanı şaşırtabilir. Onların bu açlığını yaratan tüm bir cumhuriyet tarihi boyunca mülkiyet, iktidar gibi imkanlardan görece uzak tutulmalarıdır. Normal akıl ve zekaya sahip bir insanın yapmayacağı, çeşitli oyuncaklara (ev, araba, saat gibi mülkiyet cihazlarına) sahip olmakla övünebilen bir ekipten bahsediyoruz. Cumhuriyetin kurulurken baskıladığı bu kesim işte bu nedenle mülkiyet ve iktidarla yücelmeye bu kadar aç kalmıştır. Herşeye böylesine aç kalmış bir ekibin sistem tarafından her türlü oyuncakla oynatılması zor olmuyor elbette. Ancak, bu ekibin işlediği suçlar arttıkça, siciller kabardıkça sistem tarafından kullanılabilirliği de yavaş yavaş zayıflamış oluyordu. 

Kürt Halkı Kapitalizme Taze Kan Olabilir mi ?
Sınıflı toplumun yeni ve istikrarlı piyasalar yaratma ihtiyacı Kürt coğrafyası için de geçerlidir. Burjuvazinin tetikçisi Tayyip ve ekibi, Kemalizmin dışladığı, yok saydığı Kürt Halkını çözüm süreci ile kapitalizme kazandırmak üzere çalışıyor. Ancak yine soralım, hangi kapitalizme? Ucuz doğal kaynaklarla, kölelik ücretleriyle yürüyen bir kapitalizm mi, yoksa daha ileri bir kapitalizm midir bu? 
Kör göze parmak misali otuz yıldır süren savaşı bitirmek için uydurma bir barış sürecinin mantığı budur. 
Barış sürecinin kaderi son derece açık. Mutlaka savaş sona erecek. Ancak bu sistem açısından bir tanım ve görüştür. Kürdistandan bakınca durum değişik olabilir. Şöyle ki, önümüzdeki çeyrek yüzyılda Ortadoğu'da Kürtlerin ne yapacağı çok önemli. Önemli olmasının tek nedeni Kürtlerin sistemin ömrünü uzatma kapasitesi taşıyor olması. Yeni piyasalar, yatırımlar, kalkınma hamleleri ve tabi sermaye birikimi için şu an en uygun alan Kürdistan'dır. Bu gelişme kendi başına ömemli elbette, ancak daha da önemlisi bu gelişmelerden beklenen sonuçtur. Sistem kurmayları işte asıl o sonuç için uğraşmayı akılcı buluyor: Kürdistan'da yeni piyasalar açılıp üretim ve tüketime hız verilirse sistemin ömrü uzatılmış olacaktır. Petrolden, mülkiyetten ve iktidardan daha ötede duran gerçek işte budur. Sistemin ömrünü uzatmak hepsinden daha önemli hale gelmiştir artık. Kürdistanın tüm parçaları ile birlikte yeni bir piyasa haline gelmesi, sistemin ömrünü uzatacaktır ki, bu diğer tüm sonuçların yanında bulunmaz bir nimettir. 
Sistemin ömrü, piyasaların ömrü demekse eğer, geleneksel piyasaların tıkanmış olduğunu ve sistemin yeni doğa ve insan kaynaklarına ihtiyaç duyduğunu görmeliyiz. Sistem açısından, Türkiye ve civarında bu kaynağın adresi Kürtler ve Kürdistan coğrafyası oluyor. 
Ancak bu kaynağa sonuna kadar ulaşmanı yolu elbette ve mutlaka Kürt Meselesini çözmektir. İşin ilginç tarafı (tarih öylesine sürprizli ilerledi ki) belki de Kürtlerden en fazla nefret eden bir ekip Kürt Sorununu çözmek zorunda çaldı. Sonuçta cumhuriyeti kuran felsefenin baskıladığı iki toplumsal grup memleketin en büyük meselesini çözmeye çalışırken buldu kendilerini. Tayyip'in ve sistem sahiplerinin  oralarda yeni pazarlar açmak, kaynaklara rahat ulaşmak mecburiyetleriydi vardı. İşte çözüm süreci denilen garip elbise Kürt Sorununa böylece giydirilmeye çalışıldı. Elbise biraz garip olsada böylesine akıl, izan dışı gidişata bir son verme iradesi fazlasıyla karşılık buldu. Sonuç olarak, otuz yıllık savaş son bulma noktasına geldi ki bu bile başlı başına olumlu bir gelişme olarak görüldü. Ancak tarihin çevrimlerle ilerlediğini biliyoruz ve her çevrim mutlaka geri dönüşlere gebedir. Kürt meselesi de çevrim yasalarının dışında cereyan etmediğine göre bunda da geri dönüş mutlaka olacaktı ve nihayetinde oldu. Hangi noktada olacağına dair insani merakımızı gideren ise 7 Haziraz seçimleri oldu. Tayyip savaşa başladı yeniden. Savaş, katliamlar, çocuklar..
Dünyada benzer sorunların çözüm sürecinde ulusal hakları için mücadele eden örgütleri muhatap alan iktidar partileri arasında gizli ya da açık bir ittifak olduğunu görüyoruz. Ulusal hakları için savaşan örgütü çözüm konusunda muhatap alan iktidar partileri bu ulusal örgütler tarafından desteklenmiştir. Türkiye'de de benzer bir gelişme beklenebilirdi. Yani ulusal mücadele yürütenleri (PKK,HDP vb) AKP'nin masaya çağırıp görüşmesi aralarında gizli bir ittifak kurulabileceği beklentisine sokabilirdi. Kaldı ki toplumsal süreci eski parametrelerle okuyunca böyle bir sonuç doğal olarak çıkarılabilirdi. Sonuçta Kürtleri ve ikiyüz yıldır devam eden Kürt Sorununu AKP'den önce kimse bu kadar ciddiye alıp kalıcı bir çözüm için çaba sarfetmemişti. 
Önceki iktidarların ve Osmanlı'nın çözümü hep şiddet ve baskı olmuştu. İlk kez devleti yöneten bir parti şiddet dışında bir çözüm arayışı içindeydi. Dolayısıyla bu cüret bile Kürtlerin gözünde  AKP'yi daha olumlu bir yere taşıyabilirdi. Kaldı ki bu beklenti çözüm sürecinin başında çokça dile getirilmişti. Bu yaklaşım değişimi AKP'nin muhafazakar Kürt seçmenler üzerinde bir propaganda yürütmesine de neden olmuştu. Öte yandan özellikle sol, sosyalist çevrelerce de Kürtlerle AKP arasında bu yaklaşım değişikliğinden dolayı gizli bir ittifak olduğu dillendiriliyordu. Ancak tüm bunlar eski parametreler için doğru analizler olabilir. Akılların almadığı ''Kürt sorunu için şiddetten başka bir yol arayan, Öcalan'ı ve örgütü muhatap alan AKP ve Tayyip iken, S.Demiştaş neden ''Tayyip seni başkan yaptırmayacağız''ı diline dolamıştı. Neden AKP'yi bu kadar karşısına almıştı? Oysa Kürtler ilk kez bu kadar meşru bir şekilde muhatap alınıyorlardı ve bunu yapan AKP idi.  
Dünyadaki benzer sorunların çözümünde ulusal örgütü muhatap alan iktidar patileri örgüt tarafından pozisyonunu kaybetmemesi için desteklenmişlerdir. Ancak belirtmek gerekir ki ulusal sorun için aldıkları pozisyonu koruyabilmeleri için desteklenmiştir. Oysa Türkiye'de tam tersine bir süreç yaşandı. Kendisini muhatap alan iktidar partisine sudan bahanelerle muhalefet eden bir PKK ya da HDP görüldü. 
Burjuvazinin yönetim biçimi neden bu kadar ilgilendiriyordu PKK'yı acaba? Parlamenter demokrasi ya da başkanlık sistemi arasında kesin bir tercih yapmasının, temel sorun olarak gördüğü Kürt Halkının Özgürlüğü ile nasıl bir ilgisi vardı? Burjuvazinin yönetim biçimiyle uğraşmak mı yoksa barış için çalışmak mı önceliğiniz? Sorular uzayabilir. Ancak sonuç olarak, odaklanması gereken gerçek sorunun çözümsüzlüğü pahasına HDP ve PKK bir üst oyuna katılmayı tercih etmiş, yeni sermayenin strajisine dahil olmuştur. Çözüm sürecinin askıya alınmasının asıl nedeni budur. 
PKK ve civarındakilerden AKP'nin çözüm politikasını kolaylaştıran adımlar bekleniyordu. Neden bunun aksine politika gütmüştü Kürt örgütleri? Hatırlayalım, eski ve yeni sermaye arasındaki çelişkinin her yerel sorunda kendisini gösterdiğinden bahsetmiştik. İşte burada da olan, eski ve yeni sermaye arasındaki çatışmanın Kürt Sorunu üzerinden devamıdır. Tayyip'i eski sermaye desteklerken HDP'yi birden bire parlatan hatta barajı aşmasını sağlayan yeni sermayedir. Kısaca ve pratik bir anlatımla söylersek, Kürt örgütler ''serok Apo'' derken, inisiyatifin yeni sermayeye geçtiğini herkesten önce gören Apo ''serok Obama'' dedi. Öcalan, tüm sorunların çözüm adresi olarak yeni sermayeyi görmüştür.  Yeni sermayenin programına uygun davranılması gerektiğini tesbit ettiğini anlıyoruz. Tayyip'in yol ayrımına geldiğinde eski sermayeye hizmet etmek zorunda kalacağını da görmüştür. Böylece her zamanki pragmatik tutumuyla yeni sermayenin programına uygun olarak ''seni başkan yaptırmayacağız'' sloganı ortaya çıkmış oldu. Oysa onu tüm hükümetler içinde kaale alan tek hükümet Tayyip'in hükümetiydi. Ancak yeni bir dönem yaklaşıyordu ve bu dönem yeni sermayenin dönemiydi. Dolayısıyla Tayyip gibi eski sermaye uşakları ile yol yürünemezdi. Tayyip'in hangi nedenlerden dolayı gidici olduğunu Öcalan gibi görebilen çok az kişi vardı. Ancak mutlaka gidici olduğunu çocuklar bile görebildiği için Öcalan'da onu muhatap almıyordu. Öcalan ilk kez ciddi olarak muhatap alınırken şimdi o devleti muhatap almıyordu. Tarihi bu bakışla okuyunca her gerçek daha ilginç olur.  
Dünyanın her yerinde bu tür sorunlar beş ile on yıllık sürelerde çözülmüş. Mutlaka her iki tarafça ya da bir üçüncü tarafça süreç tehlikeye sokuluyor ama mutlaka çözülüyor. Ancak altını çizmekte fayda var ki inceleyebildiğim kadarıyla sorunsuz ilerleyen bir barış süreci olmamış. Bu konuda bizim en önemli fazlamız halk olarak en altta düşmanlık olmaması. İrlanda, Bosna ya da bir Filistin'deki psikolojik atmosferin gelişmemesi en önemli nokta.
Kürt Halkını Kontrol Mekanizmaları,
Kürt halkı içinde o kadar yetenekli, derinlikli ve bilge insan varken neden Öcalan liderleşti, biraz buraya bakalım. Öcalan'ı var eden ve kullanan bizzat derin devletin kendisidir. Öcalan bunu tersinden ifade eder her zaman. Örgütünü MİT'i kullanarak kurmasını politik zekayla ilgisini kurarak anlatır. 12 Eylül sonrası tüm sol, sosyalist örgütler içeri tıkılırken Apo bundan yine politik zekasıyla kurtulduğunu iddia eder. 
12 Eylül'ün gerekçesi 24 Ocak kararlarının uygulanamamasıdır. Çünkü ortada büyük bir halk muhalefeti vardır. Darbe muhalefeti susturmak ve ulusal sermaye ile emperyalizmi bütünleştirmek için yapılır. Böyle bir bütünleşme halinde ordunun oligarşik yönetim yapısından dışlanacağı, askeri vesayetin kolayca işlemeyecegi kesindi. Göçebelikten beri gelenekselleşmiş ''ordu millet'' zihniyetine sahip askeri bürokrasi elbette bu bütünleşmeye karşıydı. Ancak gidişatın bütünleşmeyi, küreselleşmeyi dayatması karşısında açıktan karşı çıkmak yerine, derin çözümlerini uygulamaya sokmayı tercih etti. Bu tercihi onu 28 Şubat darbe girişimine kadar ayakta tutabildi ancak. Kısaca, Bizans oyunları sergilemeden yeni konumuna rıza göstermedi. 
Üçlü ittifak içinde en stratejik düşünebilen ordu kanadıdır. Tarihi ve birikimi gereği sorunları stratejik ve taktik sorunlar olarak ayırıp uygun atılımlarla ilerler. Kürt sorunu da onun için stratejik özelliklere sahiptir, konuya yaklaşımı kendi pozisyonunu güçlendirecek biçimde olmuştur her daim. Özellikle Ergenekon denilen askerin daha ulusalcı kanadının eliyle güya bölücü bir örgüt yaratılır. Askerin, oligarşik yapıdaki yerini korumak, siyasi vesayeti devam ettirmek için toplumsal meşruiyet temeli böylece sağlamlaşmış olur. PKK savaşabilecek konuma geldiğinde ise Siirt ve Eruh eylemleriyle 1984'de savaş başlar. Kürt ulusal hareketini yaratmak için yeterli gerekçe elbette vardı, ancak bu hareketin devletten icazetle başlamış olması ve hala bir yönüyle aynı çizgide devam ediyor olması onun en büyük handikapıdır. Böylelikle PKK, Kürt Halkını kontrol etme ihtiyacı ile üretilmiştir. Rakip örgütler ve bilge Kürtler ya devlet ya da Apo tarafından yok edilmiştir. PKK'nın stratejik yol haritasını çizenler hariç olmak üzere Kürt Halkı bu mücadeledeki samimiyetiyle yer almıştır her zaman. Halk samimiyetle hakları için mücadele etme azmini ortaya koydukça her iki odağın (TSK, PKK) konumu güçlenecekti. Ancak bu da sonuna kadar devam edemezdi. Nitekim, yeni sermaye Kürdistan'ı piyasalaştırıp sistemin ömrünü uzatmak için Kürt Sorununu çözmesi gerektiğini anladı ve çözümün önündeki en büyük engeli yani ordunun ulusalcı kanadını Tayyip eliyle temizledi. Fakat ironi şuydu ki Tayyip buna yeni uyandı, yanlış cepheye hizmet ettiğini şimdilerde anladı ve çözüm sürecini dolaba kaldırdı. Bu siyaset de onun sonunu getirecek, çünkü zamanın çarkı artık yeni sermayeden yana işliyor. Malum, zamanı okuyamayan Firavun da olsa, devrilir.
Öte yandan, PKK ya da legal Kürt örgütleri içinde sosyalist kimliğiyle kimse barındırılmamıştır. Sosyalist kimliğiyle bu örgütlerde bulunmak başka bir şey, sosyalist kimliğin birikiminden yararlanmak başka bir şey. PKK genellikle bu birikimleri faydacı bir şekilde kullanmıştır, ancak sosyalist kimliğin kendisine izin vermemiştir. Sonuçta, ''sosyalist kimliğini bırak öyle gel'' siyaseti işlemiş, aynen devletin işbirlikçi Kürtlere ''Kürt kimliğini bırakırsan sana sahip çıkarım'' dediği gibi. Lenin ne güzel söylemiş ''ezilen ulus ezen ulusu taklit eder'' diye. 
Devlet, Kürt halkını kontrol etmenin yöntemi olarak PKK gibi silahlı bir örgüt, Öcalan gibi bir lideri yaratmak olarak gördü ve şimdiye kadar başarılı bir şekilde uyguladı. PKK, silahlı örgütlerin yapmaması gereken ne kadar yanlış varsa hepsini yaptı. Gerillanın en basit kurallarını uygulamak yeterliyken kendisini yaratan devleti örnekleyerek örneğin ''Derin PKK'' yı da yarattı. Ki, Kürtlerin samimi olarak hak arayışlarının sonuçlanmaması için Türkiye'nin tüm batı illerinin bu mücadeleye terör olarak bakmasını sağlayabildi. 
Az önce değindiğimiz asker-banker-junker ittifakından asker kanadın dışlanacağı bir zaman diliminde Öcalan rol almıştır. Savaş ve savaş ekonomisi ortaya çıkınca askerin ittifak içindeki varlığı pek sorgulanmamış ve bu güne kadar gelinmiştir. Ancak yeryüzü ölçeğinde yeni bir restorasyon gerekli olunca Apo da rolünü tamamlamış oldu. Hatırlanacağı üzere Öcalan10 Türkiye'ye zorla teslim edilmiştir. Devlet, Öcalan'ı teslim almamak için uzun süre direnmişti, ancak dünyanın gözü önünde bir uçakta ülkeden ülkeye dolaştırılınca artık mecburen teslim almak zorunda kalmıştı. Şimdi sıra Kürt sorununu çözmeye gelmişti, ancak çözümün önündeki en büyük engel ordunun siyasi gücü kırılmalıydı öncelikle. Kürt sorununun çözümüne zannedildiği gibi Çözüm Süreciyle değil, Ergenekon adı altında ordunun fazlalıklarının kırpılmasıyla başlandı. Böylece Ergenekon davası ile ordunun elindeki güç tamamen alınmıştı. Geçmiş yıllarda Apo ordunun eylemlerini ve savaş ekonomisini meşrulaştıran bir figür olarak varlığını sürdürüyordu. Ergenekon davasıyla ordu, devlet ittifakı içindeki eski konumunu yitirince Apo da onlarla birlikte aynı kaderi paylaşmak zorunda kaldı. Dolayısıyla burjuvazi, ordu ve Apo figürlerini yolunun üzerinden kaldırmış oldu. Fakat burada işler yine çatallanıyordu, dünyadaki yeni dengeler yeni fırsatlar ortaya çıkarmıştı. İşte bu dengeleri iyi okuyabilen bir kişi olarak Apo, yeni sermayenin trenine son anda atladı ve hemen ardından HDP ortaya çıktı ve Tayyip için (siz eski sermaye olarak okuyun) ciddi bir tehlike haline geldi. Böylece Apo ve PKK güncel rolünü bulmuş oluyordu. Eski ve yeni sermaye savaşı bu defa daha değişik bir biçim almış oldu, ancak bu arada Kürtler ve hakları hala ortada yoktu. 

HDP
HDP ve genel olarak legal Kürt oluşumları yeni sermaye için kullanılabilecek yeni bir potansiyel. Ancak henüz kullanıma hazır olmadığı da muhakkak. HDP'nin son seçimlerde barajı geçmesini Apo'nun örgütçülüğü ile açıklayanlar var. Bunun bir yanıyla doğru. Doğru yanı şu ki, Apo, Cumhuriyeti kuran üçlü yapının dağıldığını politik insiyatifin yavaş yavaş yeni sermayeye geçtiğini görebildi. Gördüğü bir diğer nokta da yeni sermayenin politik olarak hakim olabilmesi için gereken halk desteğinden yoksun olduğuydu. 
Siyasal, ekonomik, kültürel açlıkları ile yoksul Kürt halkının desteği demokratik kazanımlar adı altında yeni sermayeye için bulunmaz bir nimet. İşte Apo HDP'yi organize ederek geniş bir ittifak yaratıp yoluna yeni sermayenin programını uygulayarak devem etme stratejisini böylelikle geliştirdi. Böylece hem Tayyip gibi bir heyyuladan memleketi kurtarmış olmanın gururunu yaşayacak, hem de yeni sermayenin uzun yıllar güvenilir bir müttefiki olacaktı. İşte Apo buna oynuyor ve kendi açısından hesabı tutuyor. Ancak beceremediği şeyler var ki onları becerebilmek için de ''barış sürecinin'' yürümesine ve kazanımlarına ihtiyaç duyuyor. Öncelikle ev hapsi gibi yeni bir pozisyon elde etmek için barış süreci yürümeli. Böylelikle yeni sermayenin ihtiyaç duyduğu daha geniş bir organizasyon (yani kitle desteği) sağlayabilir. HDP'nin ya da ileride kurulacak yeni bir partinin içine örneğin azılı liberallerin girebileceği geniş bir ortam yaratılmalı. Fikri arka planı sol, sosyalist olan hak, hukuk, demokrasi söylemlerini esirgemeyen bir takım mutlaka bulunmalı. Çevreci, ekolojist yaklaşımları mutlaka içine almalı (ki bu ekip dolayımı ile Avrupa'nın beslenme ihtiyacını giderme vaadiyle bir batı desteği cepte hazır olsun). Bunlar politikanın pragmatist yorumu ile ulaşılabilecek sonuçları. Pragmatizm konusunda Apo'nun eline su dökebilecek belki de tek lider Atatürk olabilir. Gerçi tüm ulusal devlet kuruluşlarında pragmatizm hemen hemen tek politik yöntem olagelmiştir. Ancak bugün tek fark Kürt Halkı ulusal devletini kurmasın neredeyse tüm dünya birleşmiş vaziyette. Buna PKK ve Apo'da dahil. 
Sonuçta, Kürdistan'ın sistem için yakıt haline getirilmesi konusunda önemli bir mesafe alındığını ve buna HDP'nin de ciddi katkılar yaptığını söyleyebiliriz. Sadece HDP değil legal tüm Kürt kurumlarının zengin Kürtlerin kontrolünde olduğunu görmek bile yeterlidir bunun için. HDP ise nasıl bir projenin içinde olduğunu bile göremeycek durumda. Dünyanın biçimlenmesinde etkili olan çelişkileri (en azından Apo kadar) doğru okuyabilseydi, şimdiye kadar bahsettiğim tüm kesimleri içine alan bir pari kurmuşlardı bile. Bunu evet çok isterlerdi (seni başkan yaptırmayacağız dan öteye geçebilirlerdi) ancak, henüz o yetkinlikte değiller. 

Gerillanın Yalnızlığı (11),
Savaşın bedelini ödeyen yoksul Kürt köylüsü olduğu halde, nedense pazarlık masasında Kürt toprak ağaları, burjuvazisi vardır. 
Nedense sözü lafın gelişi tabi. Nedenler çok karmaşık olmasına rağmen esas nedeni görmek önem kazanıyor. Esas nedenleri görmek, bir yöntem olarak ana halkadan asılınca tüm zincirin gelmesi gibi bir etki yaratır. O halde doğrudan söyleyelim, Kürt Halkının barış sürecinin dışında kalmasının nedeni sınıflı toplumun klasik örgütlenme yöntemidir. Halkı gütme yöntemi de diyebilirsiniz. 
İdeolojisinden, pratiğine, liderine kadar tüm unsurlarıyla sınıflı toplum zihniyetiyle bezenmiştir tüm gelişim. PKK'dan tutun tüm yasal kurumlarına kadar geleneksel tüm Kürt yapıları için konuşacak olursak, hiçbirisinin sınıflı toplum yapısını aşan ne bir programları ne de böyle bir hayalleri vardır. Ayrı devlet politikası güdeninden, Davutoğlu'nun Osmanlıcılık hayalini benimseyenine kadar ya da özerklik, kantonculuk siyaseti güdenine kadar hepsinin vardığı yer aynıdır. Doğayı ve insanı kullanarak üretim ve tüketime dayalı bir toplumdur varmak istedikleri yer. Tek fark kullanılacak yurdun Kürdistan olması, kullanılacak insanın Kürt insanı olmasıdır. Bunun dışında bir seçeneği savunan ve bunu için uğraşan iyi niyetli gerçek aşığı Kürtler yok mudur ? Olmaz mı, elbette varlar. Ancak bunlar arasında henüz bir kan dolaşımı yok. Fiilen, fikren ya da zihnen henüz tanışıklıkları bile bulunmuyor. Sayıları çok çok az olan bu insanların gelişmeler üzerinde şimdilik bir etkisi bulunmuyor. Ancak belirtmekte yarar var ''şimdilik''. 

İllegal Piyasaların Kontrolünde PKK-TSK Elele,
Savaşın sürmesinde en etkili parametrelerden biri uyuşturucu piyasalarının varlığıdır. Bu piyasaların yanı sıra kaçak mazot ve petrol türevlerinin piyasası da önemli. Hukuk dışı piyasaların kontrolü legal (TSK), illegal (PKK) askeri bürokrasi eliyle yapılıyor. TSK'nin uyuşturucunun Kürdistan'dan güvenli geçişinde ve piyasalara dağıtımında kolaylaştırıcılık yaptığını çocuklar bile biliyor. Aynı yöntemi PKK'da uyguluyor, kendisi üretmese bile (ki ürettiğine dair bir veri yok) üretenden, satandan, dağıtandan vergi adı altında büyük paralar topluyor. Bir nevi devlet gibi göz yumuyor, piyasadan payını alıyor. Elbette PKK'nın bu politikası yine pragmatizmle malüldür. Yani olaydan faydalanmak. Bu eleştiriye çok güzel bir yanıt veriliyor ''uyuşturucunun önünü kestiğimiz gün Avrupa'da binlerce insan krize girer, ortalığı yakarlar''. Bu durumda ''madem piyasa var o halde vergi alalım'' anlayışı hakimdir ve böyle bir anlayışın nasıl bir toplum yaratabileceğini de tartışmak lazım. Ancak yerimiz dar, belki sonra, belki tartışmaya bile gerek yoktur. 
Diğer hukuk dışı piyasaların kontrolünde de uyuşturucuda olduğu gibi komisyonculuk biçiminde bir işleyiş var. Asker, korucu, polis ve bir kısım sivil bürokrasinin komisyon alarak bu piyasaların işleyişini kolaylaştırdıkları biliniyor. Ancak onların bu işine  AKP ve Kürt Burjuvazisi göz dikmiş durumda. Bu piyasalar büyüklüğü itibariyle Kürt Sorunu'nun çözüm dinamiklerinden birisi haline gelmiştir. Piyasanın yeniden paylaşımı noktasında hemen hemen tüm güçler taraf olmaya çalışıyor. Bu piyasalardan hangi güçlerin ne şekilde yararlanacağını yeniden düzenleyecek olan da çözüm süreci oluyor. Çözüm süreci bu piyasalar için de kural koymak zorunda. Yani Son otuz yıldır devam eden işleyişin bu açıdan da artık sonuna gelinmiştir.

İslami-Işidi-Tayyibi-Maliki-Iraki-Petroli,
Batılı merkezlerde kopartılan büyük fırtınaya rağmen ABD (yönetim ağırlıkla yeni sermayenin programını uyguluyor ve bu nedenle) Suriye’de 12 askeri müdahale seçeneğine yanaşmadı. Ardından ABD-İran görüşmeleri başladı olumlu sonuçlandı. Bu gelişme, Suudi Arabistan, Körfez Monarşileri, İsrail ve Türkiye’nin rahatsızlığını en yüksek seviyeye çıkardı. İşte tam da bu noktada bu güçler eski sermaye için uygun araç haline geliyordu. Böylece tüm bölgede El-Nusra, IŞİD, İslami Cephe, gibi aparatlar ayarlamak kolaylaşıyordu. Eski sermayenin kurmaylarınca hazırlanan planlar Türkiye, İsrail, Körfez Morarşileri ve Suudi Arabistan tarafından uygulanıyordu. Başta IŞİD olmak üzere, tüm bu aparatlar devreye giriyordu. 
IŞİD dehşet fırtınası estirirken batılı14 merkezlerde olay “despotik ve mezhepçi Maliki yönetimine karşı bir Sünni ayaklanması olduğu'' yolunda yorumlar yapılıyordu. 12 Aralık 2011’de Maliki13 ile yan yana oturan Obama, “Hükümran, kendine güvenli, demokratik Irak’ın seçilmiş lideri Başbakan Maliki’ye hoş geldin demekten gurur duyuyorum” sözleriyle başladığı konuşmasında, Irak’ın etkileyici demokratik gelişmesini ve Maliki’nin bu sürece katkılarını uzun uzun övmüştü. Peki nasıl olmuştu da,  “Irak’ın etkileyici demokratik gelişmesini sağlayan lider” kısa bir süre sonra “mezhepçi bir despota” dönüşmüştü? Soruya yanıt arayan sağdan-soldan muhaliflerin yorumu bilindik ezberi aşamıyordu: ''Mezhep farklılıkları emperyalistlerce bir çatışma unsuruna dönüştürüldü ve işgale karşı direnişi bölerek zayıflatma amacını taşıyordu.'' Bu ezberin ötesine geçen bir yorum göremedik. Ancak böylesi ezber yorumlar yapanlar bile durumu açıklayabildiklerine inanmıyorlar. Çünkü gayet de iyi bilinir ki emperyalizm hakimiyet kurmak için her tür çatlağı kullanır. 
Görülmesi gereken. yeni ve farklı olan ise şudur; bir gün bir tarafı destekleyip öven ertesi gün diğer birini destekleyebiliyor. Çünkü tek bir strateji ya da akıl yok ortada. Temelde eski ve yeni sermaye arasındaki çatışmaya göre dizayn ediliyor olaylar. Bunlar arasındaki güç ve hakimiyet yarışında bir gün biri, diğer bir gün öteki öne geçebiliyor. O yüzden olayları yorumlarken, Maliki ya da herhangi bir aktörü eski ve yeni sermayeden hangisinin kullandığına bakmalı öncelikle. Çünkü kurulan ittifaklar da buna göre biçimleniyor. Bu ittifak yapısını Maliki'nin de anlamadığı ortada, Tayyip gibi. Maliki iktidarını ABD'ye borçlu elbette, ancak Irak'ın üretim ve tüketim yapısı onu eski sermayenin kapısına şah damarından bağladı zaman içinde. Malum Irak petrol üretir, petrol üretim ve tüketim yollarında eski sermayenin borusu öter. Yani Maliki sevse de sevmese de eski sermaye aktörü olmak zorunda. 
Altını çizmekte her zaman fayda var; eski ve yeni sermayenin ihtiyaçları gibi kullandıkları yöntemler de birbirine zıttır. Biri şiddet ve terörü temel yöntem olarak kullanırken, diğeri daha uzlaşmacı, diplomatik yöntemleri kullanıyor. Bu yöntemlerin elbette ikincisi (yeni sermaye yöntemleri) içine girdiğimiz tarihsel çağa daha uygundur. Çünkü önümüzdeki çağ daha fazla insanlaşma ile yüklüdür ve bu gerçeğe uygun davranan kazanır. Görüldüğü gibi eski savaş ve terör yöntemlerini uygulayanlar yasadışı hale geliyorlar. Örneğin IŞİD'i destekleyenler ayan beyan belli olduğu halde bunu açıkça söyleyemiyorlar. Göstermelik de olsa IŞİD'e karşı operasyonlar yapmak zorunda kalıyorlar, eylemlerini savunamıyorlar. 
Kapitalizmin Ömrü Uzar mı,
Gidişatı daha iyi okuyabilen yeni sermayenin (buna uygun hareket etttiği sürece) kendisine daha fazla alan açabildiğini görüyoruz. Önümüzdeki zamanlarda eski sermayenin yöntemleriyle beraber daha büyük krizlere15 gireceğini söyleyebiliriz. Elbette bu krizler dalga dalga tüm yeryüzünü dolaşacak ve en yakını da Türkiye'de. O yüzden bir an önce domates yetiştirmeyi ve kendi elektriğimizi üretmeyi öğrenmeli halk olarak. 
Türkiye'de de önümüzdeki süreçte yeni sermayenin ihtiyaçlarına uygun bir şekillenme beklenebilir. Daha şimdiden bunun emarelerini görmek mümkün. Gezi'den (16) haberdar olmadıkları halde onu kullanmaya çalıştıklarını biliyoruz örneğin. Koç'un otelini açması ve sonrasında  özür dilemesi tipik bir Türk burjuva hareketidir örneğin. Kucağında büyüdüğü devlet karşısında kem küm eden ancak kendi planını alttan alta mutlaka yürüten esnaf kafasıdır kökü.
Kürt sorununa dair çözümün eski sermaye kafasıyla yürümeyeceği de açığa çıktı. Ancak sorunu çözebilecek yeni sermaye gibi düşünen bir hükümet yok. İşte önümüzdeki zamanlarda (Tayyip sonrasında) hükümetlerin demokrasi, çevre, hukuk, insan hakları gibi değerleri biraz daha sahiplenen bu yeni sermaye temsilcilerince kurulacağını söyleyebiliyoruz. Yeni sermaye bu değerlere yakın, toplumsal desteği olan bir ekip oluşturma çabasında ve seçimleri de bu amaca uygun bir platform olarak kullanıyor. HDP'nin birden bire parlatılmasının altında böyle bir gerçek var. Tırnak içinde terörle bağı olmayan, Türkiyelileşmiş bir Kürt muhalefeti bu toplumsal desteği sunar. Ancak liberal, sol, ekolojist, feminist destekler için bir süre daha beklemek gerekir. Bu genişleme 7 Haziran seçiminde muhafazakar ve zengin Kürtlerin HDP'ye destek vererek barajı geçirmesi şeklinde oldu. Tayyip'de tam kendisinden beklendiği gibi Kürdistan'ı ve Kürtleri kaybettiğini anlayınca fabrika ayarlarına döndü, savaş ve terör yöntemine dört elle sarılıyor. Ancak başarılı olması mümkün değil, tarih artık ondan yana işlemiyor.
Bu resimden ilk bakışta ortaya çıkan birkaç sonucundan bahsetmeliyim. Öncelikle bu çatışma dikey değil yatay yürüyen bir çatışmadır. Çelişkinin karakteri uzlaşmaz değildir, yerine, zamanına göre uzlaşabilen çıkarlara sahip olduklarını görmeliyiz. Kendi varlığını garantiye almadan, piyasalarının varlığını korumadan uzlaşmaya girmeyeceklerdir. 
Eski ve yeni sermaye medeniyetin her bakımdan ulaştığı iki düzeyin de çatışması oluyor. Yeni sermayenin gelişebilmesi için bilim, kültür, sanat gibi iletişim kanallarının açık olduğu barış ortamı gerekiyor. Örneğin, savaşan bir Afgan'a laptop satılamaz, ya da Kürdistanlı birine iphone satmak istiyorsanız öncelikle onu öldürmemeniz gerekir. İşte yeni sermayenin dayandığı yeni piyasalar ancak savaşsız ortamlarda varlığını sürdürebileceği içindir ki barışçıl yolları tercih eder. Yoksa iyiye, doğruya, erdemli olana değer verdiği için değil. En az eski sermaye kadar, hatta ondan daha incelikli sömürgenler olduklarını söylemeye gerek yok.
Yeni sermayenin temel yönelimi kapitalizmin ömrünü uzatmaktır. Stratejik değere sahip bu amaç için savaşın hakim olduğu yerlere yeni ve daha demokratik, liberal iktidarlar kurmak yeni piyasalar açmak için çalışacaktır. Çünkü, Marks'tan beri bilinir ki sistemin ömrü piyasaların ömrü demektir. Yatırım yapılabilecek ortamların yönetim güvenliğinin sağlanmasının yanı sıra, eğitimini, kültürünü ve piyasa altyapısını sağlayabilirse total olarak sistemin ömrü uzatacaktır. Kapitalizmin kurmayları ve onlar için fikir üreten kişi (17) ve kurumları son on beş yıldır öncelikle bu konu üzerinde titizlikle duruyorlar. Her sistemin belli bir ömrü olduğunu18 düşünen her beyin görebilir. Ancak nasıl bir sona doğru ilerlediğini ise resmin tümüne çok daha geniş açıyla bakabilenler görebilir. 
Eski sermayenin bu vizyona ulaşması mümkün görünmüyor, çünkü bağlı olduğu piyasalar bu gerçeği kabul edebilecek durumda değil. Petrole bağlı tekniklerle kuantum tekniği arasındaki fark gibidir aralarındaki anlayış farkı. Savaşçı taktiklere sıkıca tutunduğunu, huysuz ve saldırgan olduğunu görmeli. Örneğin Işid gibi bir caniler topluluğunu bile organize edebiliyor. Ancak görünen o ki tüm yeryüzünde yeni sermayenin bu vizyonuna uygun daha liberal, daha çevreci, daha demokrat, reformist iktidarlar sürekli alan kazanacak. Bu nokta aralarındaki çatışmada bir alt başlık olarak duruyor. Örneğin Tayyip'i19 iktidara taşırken koalisyonları yine çelişkiliydi, daha çok eski sermayenin adamı (bu arada Maliki'de Tayyip'le aynı kaderi yaşıyor) olarak parlatıldı. Ancak yine de yeni sermaye ağırlık kazandıkça çözüm süreci gibi yeni sermayenin stratejisine uygun bir yönelime bilmeden de olsa girdi.
Tayyip, dünyaya şekil veren temel çelişkiye eğer daha önce uyanmış olsaydı Barış Süreci denen şeyi başlatmayabilirdi. Meselenin eksi ve yeni sermaye arasında cereyan ettiğini hünüz anladı. Barış sürecinin yeni sermayenin stratejisinin önemli bir ayağı olduğunu gördü. Bunu gördüğünde ise hemen İmralı ekibinin adaya gidişini engellemekle işe başlayıp saflarını sıklaştırma politikasına ağırlık verdi. Gelinen noktada güvendiği kitle desteğini tazeleyip bir süre daha ayakta kalabilmek üzerine bir yola girdi. Başarılı olur mu, olamaz. Çünkü hayatın akışı şu an yeni sermayeden yana.
Sonuçta ne Tayyip ve ekibinin dayandığı sosyal tabaka yeni sermayedir, ne de islami gibi göstermeye çalıştığı fikriyatı bu vizyonu kucaklayabilir. O yüzden hamasetle söylediği ''ölmek var barış sürecinden dönmek yok'' gibi lafazanlıkların boş sözler olduğunu gördük ve görüyoruz. Ne kadar çabalasa da (diyelim seçimlerden olmazya yüzde elli alsa bile) ne ülkeyi ne kendini yönetebilir. Bu sigara yasağı koymak gibidir, evet sigara yasağı hayatın akışına uygun bir yasak olduğu için tutar. Çünkü herkes genel olarak sağlıksız olduğunu anladığı için bu yasak hayatın gidişatına uygundur. Ancak şimdi kendisi hayatın gidişatına uymuyor, asıl bu yüzden kaybedecek. Yoksa diktatör, hırsız, açgözlü muhteris, çocuk katili olduğu için değil. Hayatın akışına uymayınca kim olunsan ol kıblen değişir. Tayyip iktidarı yakın bir zamanda son bulacak, ancak üzücü olan ne yazık ki Tayyip ve ekibine dersini veren insanoğlu değil, onun kadar rezil bir sınıf olacak. 
Eski ve yeni sermaye arasındaki çelişkilerin yankısı günümüzde hemen (yani anında) örneğin Türkiye'de ya da Hong Kong'da yankısını bulur. Dünya üzerindeki herhangi bir yerel sorunun çözümünde bu çelişki etkili bir biçimde pozisyonunu alır, alacaktır. Tüm yerel gelişmeleri değerlendirirken bu temel çelişkinin olaya kattığı tonlamaya dikkat edilmeli. Biri general Sisi'yi desteklerken diğeri Müslüman Kardeşlere yatırım yapar örneğin. Ya da Tayyip gibi meselenin eski-yeni çatışması olduğuna sonradan uyanınca yanlış cephenin siyasetine hizmet ettiğini anlayıp ''kardeşimiz Uygurlar'' birden bire ''terörist Uygurlar'' haline gelirler. Ancak son olarak şunun altını çizelim ki, aralarındaki piyasa ve dolayısıyla toplumsal ve siyasi20 iktidar paylaşımının seyri sürekli olarak yeni sermayeden yana işliyor.
Sınıflı toplumun ömrünü ise iki etken belirleyecek gibi görünüyor. İlki yapacakları restorasyon çalışmalarının hangi çapta olacağı ve hangi çapta olursa olsun alınan sonuçların niteliği. Çok geniş bir restorasyon yapabilirler gibi görünmüyor. Çok basit çıkarlarından bile vazgeçmek konusunda son derece akılsızca davranıyorlar. Ozon deliğini kapatmaya karar vermek için bile on yıldan fazla düşündüler örneğin. 
Kendi yarattıkları sosyal, ekonomik, psikolojik hastalıklardan beslenmeyi bırakabilirler mi, pek mümkün görünmüyor. Somut konuşursak ilaç (uyuşturucu) satmayı bırakıp hastalığın nedenini açıkça görmeye istek duyabilirler mi, bu da pek mümkün durmuyor. 
Böylesine akılsızca, ruhsuzca yürüyen bir toplumsal sistemi devam ettirme konusunda ne kadar ısrar edebilirler işte asıl mesele budur. İşte buna karar verecek olan ikinci bir etken var.
Kapitalizmin ömrünü belirleyecek ikinci etkenimiz, insan. Çöküşün hızını ve ritmini insanın hasta eden bu toplumsallıktan ayrılma yeneteneği belirleyecek. Sınıflı toplum hayat tarzından istifa edip kendi insanca toplumsallığını yaratabilir.(21) İşte bu toplumun çöküş hızını belirleyecek eylem budur. Çevrim bilgisinin belki de en önemli yeniliği sınıflı toplumun ve ona bağlı tüm yaşam biçimlerinin bittiğini ispatlanmış olmasıdır. Akışın belli bir yerinde ortaya çıkan bu toplumun tüm alt kültürleriyle beraber sonunun geldiği her açıdan ispatlanmıştır. Tüm tarihsel yapıların çevrimlerle ilerlediğinin açığa çıkmış olması bizi doğrudan bu yoruma götürür. Ve insan, yürmeyi öğrendiği gibi yeni bir çağa yürümeyi de öğrenebilir.   


Dipnotlar :
1* Hukuk,sınıflar arası güç ilişkilerinin güncel ifadesidir. Sınıflar arası güç dengeleri değişince hukuk kuralları da değişir. Sınıflı toplumun temel mekanizması olarak yürüyen sınıf savaşındaki son durumu tesbit eder hukuk. Böylece tüm sınıfların bu güç dengesine saygı gösterilmesi beklenir ki bu da hukukun üstünlüğü diye akademik formülasyona kavuşur. Bu anlamda yönetilen sınıfların hukuktan beklentileri gülünçtür. Hukuk, onların hangi şartlarda sömürüleceğini, yönetici sınıflara nasıl hangi sürelerle çalışarak hizmet edeceklerini, bunun karşılığında neler alabilecekleri kayıt altına alır. Anayasa, seçim kanunu ve diğer tüm kanunları tüm toplumun bildiği kabul edilir. Oysa pratikte bunu bilmenin imkanı yoktur. Hak diye tarif edilen ve sınıflandırılan çerçevenin ne olduğu bilinemez hale gelir böylece. Bu da yöneten sınıfların daha baştan oyunun kurallarını kendi çıkarları için biçimlendirmeleri demek oluyor. 

2* Çevrim yasalarına hakim olmak (tan öteye bizzat kendisi olmak) ilk adım. İlk adım dediğime bakmayın, ilk adım ''yeniye doğum'' süreci olup keyifli olduğu kadar da sancılı olduğu için birileri (artık nereleriyle gülüyorlarsa) bana gülüyorlar, eminim. Ama ben biraz yüzsüz olduğum için bunlara takılmıyorum !  O yüzden tantanayı bırakıp konuya devam ediyorum. Kişi demiştik ve kişi dediğimiz şey tam bir alem. İşte bu alemdeyiz şimdi. Çünkü alemlerdeki gidişat şu an burada tıkanmış vaziyette. Tarihin düğümlendiği yerin kişi olduğunu farkettiğimizi varsayıyorum. Ya da zaten her zaman belirttiğimiz gibi bu yazılar öncelikle onlar içindir ve tam olarak ne iletmeye çalıştığımı bu gerçeğin farkında olanlar biliyor. Gizemin gücünü kelimelerden sıyırmak için burada biraz duralım. Hem kelimeleri de hiçlemiş oluruz. 
Gizem gibi görünen ama bugün için gizemi püflenmiş gerçeklere bakalım. İnsan doğadan çıktığında yekpareydi,ancak tarih ilerledikçe bu bütünlük parçalandı. Ve bu parçalanma bireye kadar indi, yani kişiye kadar ilerledi parçalanma. Kişi ise tüm çevrimlerin mirasını içinde taşıyor. Öte yandan her türden toplumsallık parçalanma sürecine girdiği için kişi üzerindeki etkileri yok denecek düzeylerdedir. Günümüzdeki toplumsallık biçimleri, kişiyi belli kurallara, ahlaklara, değerlere ikna edemiyorlar. Kişi üzerindeki toplumsallık baskıları hafifleyince kişi tarihte hiç olmadığı kadar serbest, dizginsiz bir ortama kavuşmuş oluyor böylece. Kişi böylesi bir ortamda öncelikle her bir çevrimin ona bıraktığı mirasları ortaya çıkarır. Her bir çevrimin temel karekteri ortaya çıkmak için kişinin içinde yarışır. Tüccar bir karakterle sosyalist bir karakter aynı kişinin içinde birlikte yaşayabiliyor. Ya da bir kişinin içinden hem müslüman bir karakter, hem bir hırsız, hem de bir diktatör çıkabiliyor. Ya da örneğin aynı kişide hem bir akademisyen,hem memur hem de bir anarşist karakter barınabiliyor. 
Bu karakterlerin her biri toplumsal çevrimlerin birer mirası olarak kişinin beynine bedenine işlemiştir. Kişinin beynini ele geçirmek için uğraşıp durur. Aynı kişinin içinde ortaklaşmacı komünal karakteri de görürsünüz, pis bir bezirganı da yahut devrimci bir karakteri de. Sabah işe giderken muhasebeci ya da işçi ya da patron olan bu kişi başka bir ortamda bunlarla ilgisi olmayan ekolojist bir karaktere bürünebilir, ya da herhangi bir hakkı savunan aktiviste. Ancak bunların her biri ayrı bir çağdan kişiye kalan miraslar ve bugün kişinin üzerindeki toplumsallıkların baskısı en aza indiği için her biri ortaya çıkmak için fırsat kollar. Kişinin davranış tarzını belirlemek için eylemsel iktidarını ele geçirmeye çalışırlar. Bir gün seven bir aşık gibi iken, diğer gün bir çapkındır, bir gün çıkarları için ölen biriyken, diğer bir gün paylaşımcı olur. Böylesine karışık, anlaşılmaz gibi duran, paramparça bir kişidir günümüz kişisi. Yerine, zamanına göre kişinin bu iç karakterlerinden biri öne çıkar ve diğer iç karakterler üzerinde iktidar kurar. Kişinin içinde bulunduğu bu parçalanmışlık onun her yerde her koşulda bütünlüklü tek bir kişilik taşımasına engel olur. Genellikle güncel çıkarlarına göre ya da karşılaştığı sorunların türüne göre kişideki iç kişiliklerden biri daha etkin hale gelir. Gizem diye görülebilecek nokta bu kadar sade aslında. O halde geçelim.
Savaşlar ve devrimler çağında tarihin düğümlendiği ve çözüldüğü yer sınıf savaşının kalbi idi. Çünkü sınıflar henüz kişiye kadar parçalanmamıştı ve sınıf dinamikleri çalışıyordu. Bu çağda bilinç dışarıdan taşınabilirdi, bu doğruydu çünkü sorunlar topluluklar, sınıfsal çıkarlar etrafındaydı. Bir sınıf veya topluluğa dışsal yöntemlerle ulaşabilirdi. Ona sınıfsal çıkarlarını, topluluk çıkarlarını hatırlatan bilinç taşımacılığı (propaganda) yapılabilirdi. Ancak bugün bu parçalanma kişiye kadar indiği için ona sadece ve sadece onun öz çabasında yardımcı olunabilir. Çünkü kişi açısından nesnel olarak dışarısı diye bilinen ortam hakikaten dışarısıdır.

3* Çevrim yasaları, sınıflı toplumun sonunun geldiğini haber veriyor. Ancak bu kendiliğinden olmaz. Tüm bu yasaları farkeden bilinçli varlığın olaya katılımını bekler. Tüm çevrimlerin hareketine katılım olmaksızın ilerleyememesi gibi bitiş süreci de bilinçli eylem gerektirir. Bu bilinçli eylem olmaksızın sınıflı toplum çevrimi yok olmaz. Toplumsal çevrimlerin ilerleyiş yasalarından biri de ''insan denilen farkındalık sahibi varlığın toplumsal akışa bilinçli katılımıdır''. Burada altını çizmemiz gereken nokta bu katılımın bilinçli olması gerektiğidir. Yoksa her katılım bilinçli bir katılım sayılmaz. Toplumsal çevrimin yerinde sayması ayrı bir şey, gelişmesi ya da yeni bir çevrime doğru yol alması ayrı birşeydir. Buradaki ayrım bilinçli katılımın olup olmadığıdır. Örneğin kapitalizmin ürettiği her naneyi salak gibi satın almak bahsettiğimiz bilinçli katılım olamaz. Kapitalizmin insan için uygun gördüğü ''tüketici'' ya da ''üretici'' tanımını sorgulamadan kabul etmek de bilinçli katılım değildir. Bu anlamda ''bilinçli tüketici'' davranışları ya da hukukuna sahip çıkmak da son derece anlamsızdır. Tüketici ya da başkaca bir tanımlamanın sınıflı toplumun devamına hizmet eden şuursuzluklar olduğunu anlayıp, kendini ve çevrimin yönünü okuyabilen bilince sahip olabilmektir. Dahası o bilincin bizzat kendisi olabilmektir. Bu olmaksızın hiçbir toplumsal çevrim olağan gelişimini sürdüremez. İnsanın bunu farketmesinin çevrimin ilerleyişine nasıl, ne kadar etki ettiği ise ayrı bir sorun. Akışın doğru okunması ile başlayan katılım sürecinin, bilinçli varlığın yeni ve üst bilince ulaşması ile sonuçlandığını görürüz. Günümüzde bu okuma ve sonrasındaki katılımın hangi yol ve yöntemlerle nasıl olabileceğine dair pusula ise yine çevrim yasalarının içinde beliriyor.

4* Eski toplum tanımını geniş anlamıyla sınıflı toplum için dar anlamıyla kapitalizm için kullanıyorum. Halen yaşıyor gibi görünmesi onun en büyük illüzyonu olduğu için bu illüzyonu söz düzeyinde kırmak üzere bu söyleyiş tarzını benimsiyorum. Kapitalizmin yaşadığını onun sahipleri ve kurmayları dahil hiç kimse ispatlayamaz. Tüm toplum biçimleri doğarken ve aynı zamanda ölürken önce ruh olarak, bir anlayış, bir fikir bir inanç olarak doğarlar. Ya da ölürler. Kapitalizm de ruh olarak ölmüştür, onun fiziken ayakta olması her çevrimde olduğu gibi eskinin yeni içinde bir süre daha kendisini var edebilme yeteneği ile açıklanabilir. Yoksa akıl ve ruh sağlığı yerinde olan birisi sürekli üretip, tüketmeye dayalı böyle bir yaşam biçiminin sürdürülemez olduğunu kabul eder. Pazarın büyüklüğü belli ve yeryüzü kadardır. Her yere, en ücra köylere kadar her türden ıvır zıvır ulaştığı halde karlar düşme eğilimi gösteriyor. Sonuç kaçınılmaz olarak kriz. Yani kapitalizmin kalp sıkışması ve kalbin bir ömrü olduğu muhakkak. İşte bugün o ömür bitmiştir, suni teneffüsler işe yarar mı yetişir mi bilinmez. Başka kelimelerle konuşursak; Afganistan da yeni fabrikalar açıp, orada yeni pcler üretip onları kullanabilecek düzeyde eğitip verip pazarını yenileyebilme yeteneği gösterirse kapitalizmin kalbi bir tık daha atabilir. Ama o kadar. Yani matematik olarak ölmüş bir sistemdir kapitalizm. Tabi cenazesi eskiden işçi sınıfı tarafından kılınırdı şimdi işçi sınıfı da devrim namazını unutmuş gibidir. Sonuçta cenazesi bile ortada kaldı...     

5* Mal-para-mal-para.... döngüsünün karlı işleyişi sonucudur ki sermaye birikimi artar. Bu döngü, sermayeyi canlı bir organizma gibi algılamamıza neden olur. Sermayenin bu davranışıni ise kendi faydası belirler. Yatırım ve kar için uygun ortam eğer savaşmaksa savaşır, barışmaksa barışır. Sermayeyi elinde tutan insan ise sermayenin bu eğilimine uygun düşünür. Sermaye sınıfı, paranın bu kolaya akma eğilimini genellikle kendi düşüncesi sanar.

6* Sosyalizm düşüncesi ise kitleler için yol göstericilik özelliğini kaybetmişti. Gerçeği görmemeyi tercih eden sosyalistler durum için basit bir izahat bulmuşlardı ''ideoloji değil uygulama çökmüştür''. Oysa durum hiç de öyle değildi, sosyalizm yüzelli yıl öncenin formülleriyle idare etmeye çalışıyor ama olmuyor, kapitalizmin idiotlojisi baskın çıkıyordu. Gerçek şuydu ki, Sosyalizm, sadece uygulamadaki hatalarından dolayı değil teorik olarak da çağı yorumlayamadığı için sosyalist devrim fikri ve yaşam biçimi insanlar için çekici gelmiyordu. Ortadoks Marksizmin amentülerine bağlılık ve yeni arayışlar diyebileceğimiz bir kavşağında yeriydi burası.

7*Devleti kuran üçlü ittifak içinde belki de en stratejik düşünmeye yetenekli ekip ordudur. 24 Ocak kararlarından sonra ittifaktan dışlanacağını görebildi. Bu kararlar uluslararası sermaye ile bütünleşmeyi öngürüyordu, askeri vesayeti demokrasinin gereği olarak istemiyordu. Ancak sıcak ve düşük yoğunluklu bir savaş askerin toplumsal konumunu pekiştirebilir ve varlığını meşru hale getirebilirdi. Yoksa bir milyon asker bilmem ne kadar rütbe, maaş nasıl izah edilebilirdi. Özal sermayenin sadık bir militanı olarak 83 seçimleriyle yönetimi devraldığında darbe sonrasının sermaye planını uygulamaya girişti. Ertesi yıl pkk ortaya çıktı. Askenin yol verip besleyip büyüttüğü meseleydi pkk. Özal çözmek istedi ancak zehirlendi. Sermaye kürt meselesini ve asker meselesini birbirinden ayrı görmüyordu, biri diğerini besliyordu her zaman. İkisinin de kaldırılması lazımda ancak sırasıyla. İş tayyipe kalmıştı. 

8*Tüm insan kaynağını hapse atmayı başarır faşizmler. Bir kısmını fiziksel olarak ki bunların hapse atılması diğerlerini zihinsel olarak hapse atmak için ön koşuldur. Fiziksel hapisler bir süre sonra çıkabilirler belki ama diğerlerinin hapsinin ne zaman biteceğine dair kesin bir süre vermek pek mümkün gözünmüyor. Sahi bu tür bir hapis nasıl ve ne zaman biter ? Sosyologlar bu konulara neden çalışmazlar acaba ?

9*İlginç olan şudur ki, sistem sahiplerinin otuz yıldır pompaladıkları etnik dini idelojiler bu defa kendilerinin ayak bağı haline geliyor. Yapmak zorunda oldukları ideal kapitalizm reformunun da önündeki en büyük engel işte budur. 

10*Öcalan yakalandığında ev hapsine on,onbeş yıl sonra çıkabilir diye düşünmüştüm. Oysa süreç daha yavaş ve eski çevrime dönüşlerin süresi uzun.

11*Kürt halkı ve acılı tarihi açısından kritik bir problemdir bu konu. Kürt Ulusal Hareketi doğrusuyla yanlışıyla yoksul köylü gerillaların üzerinde yükselmişken halkın geleceği hakkında gerillanın hiçbir söz, karar ve yetkisi kalmamıştır. Baştan beri devletle dirsek temasını hiç kaybetmeyen Apo'nun devlet içindeki müttefikleri değişmiştir.  Barış süreci olarak sunulan planda yoksul kürt köylüsü ve onun içinden çıkmış gerillanın adı bile yoktur. Yoksul Kürt Halkının hakları ve özgürlüğü için dağlara çıkmış bu insanların ideal kapitalizm için yeni piyasaların açıldığı bir Kürdistanda nasıl bir psikolojiye sahip olabileceklerdir acaba. Daha ötesi böylesi bir dünyaya tepkilerini şimdiden kestirmek zor. 

12*Suriye meselesinde güçler dengesini anlayamamıştır Tayyip. Bu yüzden tüm batı ve Rusya göreceli bir uzlaşmaya gittiği halde Türkiye süreçten en zararlı çıkan ülke olmuştur. Tayyip'in önümüzdeki dönem için uygun bir maşa olamayacağı kanaati işte bu noktadan sonra daha yaygın bir düşünce haline gelmiştir. 

13*Maliki'nin elinden (ya da kulağından) tutup onu zirveye taşıyan ABD’nin Irak’ta en uzun süre çalışmış yetkilisi Ali Khedery. Irak’ın işgalinden sonra  ABD büyükelçilerinin ve işgal kuvvetleri komutanlarının danışmanlığını yapan Khedery, tesadüfe bakın ki aynı zamanda ABD petrokimya devi Exxon Mobil’in Ortadoğu danışmanlığını uzun yıllardır yapıyor.

14* Batı, haçlı seferlerinden beri Hassan Sabbah ruhundan korkar. Çünkü tüm krallar, imparatorlar haçlılarla bir şekilde yola giderken Hasan her zaman korkulu rüyaları oldu. Hala bile onun hakkında yalan dolan kitaplar, propagandalar sürer gider, neden acaba ? 

15*Hesaba katamadıkları bir gelişme kapıyı yıllardır çalıyor. Uyanmak istemiyorlar; bina çökmek üzere ve hiçbir restorasyon binayı kurtarmaya yetmiyor. Yedi bin yıllık sınıflı toplum çökmek üzere. Bunu ne ABD'nin ekonomik, teknik, parasal gücü durdurabilir, ne de Tayyip ve benzeri lider kalıntıları. Bunu nereden çıkarıyoruz, doğayı ve insanı sonuna kadar zorlayan ve tüm dengelerini alt üst eden bu yapı artık doğal sınırlarına ulaştığı için söyleyebiliyoruz. 

16*Doğa ve insan, sınıflı toplumun bu yağmasını artık kaldıramıyor ve yeni krizler kapıda bekliyor. Tüm bu gerçekleri herkesten önce sezenler ise bizim insanlaşma kuşağı dediğimiz yeni nesillerdir. Onlar bu yüzden iki ağacı başlangıç noktası alarak son derece meşru bir zemin yaratıp uzunca bir liste ile sınıflı toplumu tefe koyuyorlar. Ve daha bu başlangıç. Evet başlangıç biraz klasik ve eski çevrimlerin miraslarıyla karışmış bir şekilde gerçekleşti; yürüyüş, protesto, bayraklar, şiddet vs. vs... Ancak önümüzdeki dönem hiç kimsenin beklemediği sürpriz gelişmelerle dolu.

17*Nasıl ki biz gece gündüz demeden insanlaşma için çalışıyoruz, sistem kurmayları da yirmidört saat sistem için çalışıyorlar elbette. Detaya girmeden, şunu söyleyebilirim; benzer ilgileri takip eden zihinler şu ya da bu şekilde birbirlerini farkedebiliyorlar. Bu tür cümleler yücelim açlığı tehlikesini ifade edebilirler, ancak bu tehlikenin yersiz yurtsuz olduğunu da söylemem lazım. Bu özel notu düzgün bir şekilde ifade edebildiğimi sanıyor ve geçiyorum. Anlaşılan o ki, sistem kurmayları, üzerinde düşünmeye değer buldukları daha önemli bir problem henüz keşfedemediler. Bence son derece haklılar. Çünkü çevrimlerin ritmi giderek artıyor ve bunu bizden başka farkedenler de var. Fakat onların farkedişi çıkar belasına bulaşmış olduğu için bu farkındalığı diğer zihinlere istedikleri gibi yutturmaya çalışıyorlar. Kitaplarla, fimlerle, dehşet para ve imkan destekleriyle dünyanın her yerine ulaşabiliyorlar. Onların trajedisi de burada başlıyor. Tüm tarihin bütünsel resmine yaklaştıkça uzaklaşmak zorunda kalıyorlar. Onlara tavsiye de bulunmak keyfli olabilir tabi, ancak çıkar, keyf, şan, şöhret çöplüğün eski tadları ne de olsa. Tolerans, tolerans ve yine tolerans. Toffler çifti, Deuluze ve  Guattari çifti, diğer arkadaşı ve Negri çifti gibi isimler var bunlar arasında. Bunlara en son katılan ise Venüs projesiyle Amerikan Hava Kuvvetleri yetiştirmesi Fresco ve onu sahaya sürenler var. Bir tür sınıflı toplum militanlığı yaptıklarını bilmeyecek kadar (ki düşünür demiyorum bilerek, dikkat) düşüncesiz insanlar değiller, bunu biliyorlar. Hizmet ettikleri sınıfın ne menem bir şey olduğunu belki senden benden iyi biliyorlar. Soru şu; neden yapıyorlar bunu, soru işareti. Yanıt para, imkan, çıkar, şan, şöhret diyebilir miyiz. Bu kadar kolay olabilir mi. bunun başka bir izahı olmalı. Böylesine değerli beyinler neden kapitalizme hizmet ederler ki. Erken doğumlara deli denmesi çevrim icabı işte, onlardan biri, öfke ve sevgiyle andığımız Niçe' nin söylediği bir söz geliyor hemen aklıma ''beraberinde kahkaha getirmeyen her gerçek uydurma sayılmalı'' diye. Örneğin Negri'nin İmparatorluğu'nu okuyunca hiç kahkaha atasım gelmedi, Matrix'i izledikten sonra olduğu gibi... ya gerçek değildi anlattıkları ya da film yapmalıydık... hem hem de olabilir.. bilmiyorum, en değerli kelime... kasin bilgi..

18* Bu ölçülerden biri toplumsal çevrimlerin karmaşık gibi duran görünümüzde yaşadığı aşamalara dairdir. Her toplumsal çevrim beş aşamalı bir yapıya sahip. Kısaca başlangıç-olağan sınırlarına erişim- tıkanma ve rönesansla yeniden açılım-evrenselleşme-çöküş. Her toplumsal çevrim minik olsun ya da kapitalizm gibi büyük çaplı olsun bu yasaya uyar. Örneğin bu gözle TeCe nin tarihine bakılabilir. 
Kuruluş; asker,banker,junker ittifakıyla cumhuriyet biçiminde oldu. 
Olağan sınırlarına erişim; sistem tüm ülke kaynaklarına erişti ve ulusal sınırlar içinde işler hale geldi. 
Tıkanma ve rönesanasla açılım; 1961'de yine tepeden olsada demokratik hak ve özgürlüklerle kuruluş ayarları yenilendi ve sistemin önü açıldı.
Evrenselleşme; İç piyasaların küresel sermaye ile entegrasyonunu Özal eliyle yaptı ve sonrasında bu süreç devam ettirildi. Hala da zorlanan temel eğilim budur. Ancak tıkandı, kapıda büyük krizler var.
Çöküş; kapitalizmin genel çöküşüyle bağlantılı, ancak özel bir çöküş de var. Ki ekonomik olmaktan daha çok sosyal, psikolojik bir çöküştür bu. Türkiyenin özel durumu da çöküşte etkili olacak elbette. Türkiye batı gibi en ileri ülkelerin en gerisidir, öte yandan doğunun da en ilerisidir. Yani tam anlamıyla kenardadır. Taksim'den bakınca hem batıyı, hem de doğruyu diyelim bir Mısır'ı anlama şansımız var. Kenar etkisi dediğimiz her iki ortamın kesiştiği yerdir burası. Çöküşü de ona göre olacaktır, yani daha şenlikli, daha canlı ama her halükarda yeniyi yaratma konusunda özel bir örnek. Burası dönüşüm kuşağının masaya elini vurduğu yer olacak. Nasıl ki bir önceki dönüşüm kuşağı 68'de Paris'te elini masaya vurdu ve tüm dünyada yankılandı, işte öyle. Göreceğiz.

19*Son aylarda sistem kurmayları harıl harıl birkaç gündem başlığını tartışıyorlar. Bunlardan biri Tayyip'in ne olacağıdır. Kaddafi, Saddam ya da Mübarek gibi bir son mu, yoksa paralarıyla birlikte misal İngiltere'ye doğru yol vermek gibi mi, yoksa ideal kapitalizme doğru reform planları çerçevesinde kullanılacak bir malzeme mi? Sistem sahipleri ideal kapitalizme geçiş reformu gibi uygulanabilir bir plan oluşturabilirlerse bu planın en önemli maddelerinden biri Tayyip'in yargılanması olacaktır. 

20*Siyaset sınıflı toplumun bir yöntemi. Şahsen ben yöntem olarak siyaseti kullanmadığım için dışarıdan konuştuğum farz edilebilir. Fakat bu demek değil ki çeşitli konularda fikrimi beyan edemem ya da ihtiyaç duyarsam bir yöntem olarak siyaseti kullanamam. Nasıl ki zaman zaman para ya da bu toplumun herhangi bir aracını kullanmak zorunda kalıyoruz, siyaseti de böyle bir zorunluluk halinde kullanabilim. Ancak bunu bilerek yaparım.Medeniyet yani sınıflı toplum, siyaseti kendisini yönetebilmek için bir yöntem olarak kullanmış. Medeniyet öncesi siyaset diye bir yöntem yok.Çünkü ilkel komünde sınıf yok, sınıf olmayınca ayrı çıkarlar sözkonusu olmaz ve siyasete bu nedenle gerek kalmaz. Ne zaman ki komün sınıflara bölünür işte siyaset o zaman ortaya çıkar. Yani aslında insanın siyasete ihtiyacı yoktur, benim de hiç kimsenin de. Dolayısıyla insanlarla ilişkilerimi siyasete göre kurmuyorum. ama onlar benim herhangi bir düşünceme siyaset vehmedip de siyasi bir tavır alırsa ona da bişey diyemem, olabilir. Benim için siyaset bu kadar. yani kullanmadığım bir yöntem. ancak olağan hayatımıza gölge ettiğinde ise (ki genelde eder) biz de onunla uğraşabiliriz.

21*Teori, çekim gücü gibidir. Temel kuvvetler arasında en güçsüzü ancak en etkilisidir, evrenin kaderini de o tayin eder.


2 yorum:

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Kardeşim eline sağlık döktürmüşsün yine olayın özetini ve resmini. Teşekkürler.

    YanıtlaSil

Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....

Sana diyorum, sen konuşurken söylediklerinden ziyade onların arkasındaki gerçek görünüyor. Sen bunu farketmezsin, yani bilinç dü...

Tüm Yazılar

Yazı Başlıkları
Şiir Olmak Büyük Özgürlük Be Kuzum....
Sihirli Geçişlerin İzinde
FİLMİN ÖTESİ
The Grand Flowing
Sendikal Manifesto
Aile Biçimleri-Kadın-Tek Eşlilik-Aşk
TOPLUMSAL ÇEVRİMDE İKİ BÜYÜK TIKANIKLIK ve İKİ BÜYÜK DOĞUM
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-8.Bölüm İNSAN KUTSALLAŞTIRDIĞINA İNANIR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-7.Bölüm HAVVA'NIN ELMALARI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-6.Bölüm EFSANELER ve KUTSAL KİTAPLAR
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-5.Bölüm KURAN ve MUHAMMED PEYGAMBERİN BİLİNCİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-4.Bölüm TOTEM NEBULASINDAN YILDIZLAŞAN TANRILAR ve PEYGAMBERLERİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-3.Bölüm BİLİM ve DİN YORUM ZENGİNLİĞİ
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-2.Bölüm KUTSALLIĞIN ÇEKİRDEKALTI
Kutsallık Çevrimi ve Geleceğin Tinselliği-1.Bölüm BAŞLANGIÇ
Gençarov'un Askerleri
Luwiler ve Erkenci Domestikler
Krizler ve Kerterizler...Hoşgeldiniz...
İnsanlaşma Devam Ediyor
Asıl Sorunumuz Her Alanda Çürüme
Bütüncül Manifesto
Kadın ya da Lilith'i Beklerken
İlahiyat Bilgisinin Kökeni Üzerine
Gençarov'un Askerleri
ZYKLEN UND MUSTER VON EİNEM INDİVİDUUM
Cinsel Yasaklar Çiğnenirken
Korku Anayasası
GEZİ AND THE REAL ELECTIONS…
Jiman
kaosun şartı üçtür...
SİYASETİNİZ
Medeniyet Çökerken Bilgi Yapıları
Ruhun Kökeni
Gözleyen ve Gözlenen
Çevrimler ve Birey Örüntüsü
Akışa Uyum_Doğumun üçüncü Aşaması
Moloch ve Ötesi...
Bize Siyasi Değil Hayati Program Lazım
Akışı Kavramak_Doğumun İkinci Aşaması
Akışı Görmek_Doğumun İlk Aşaması,
erkeksi ölüm...
Siyasal Fareler ve İnsanlar...
Şiddet Kullananı Vurur...
neden bazı şeyler yerine başka bazı şeyler olur
bilen ve...bilinen ve...birleşik alan ve...(video)
ustaların kişisel bütünlüğü
İnsanlaşma Tezleri
İş ve Çalışma
İnsanlaşma Çevrimine Giriş (video)
Çevrimler ve Birey
Büyük Akış (video)
düşünce...kralımız...
İnsanlaşma Çevrimi ve Yeni Aşklar...
tonal ve nagual
kelimeleri, mülkleri biriktirmek ve büyük akış...
İnsanlaşma Şöleni...
Gezi Ruhu Kişinin ve Toplumun Yeniden Doğumudur...
Yeni Nesil Tarih Sahnesine Çıkmıştır: "PUTLARA TAPMAYIN..."
İnsanlaşma Kuşağı
İnsanlaşma Yolu
Yaşam ''talep'' edilmez...
taksim,ağaçlar ve yarını bugünden kurmak
Parçalanma ve Toparlanma
tanrı parçacığı,hem hem,farkındalık ve kavramlar...
sinema anlatım dilidir...
THE MATTER IS NOT THE "WOMAN"
mesele olan kadın değil ki...
*ruhsal sorunların kökenine dair *doğa-insan,bilinçaltı-bilinç,nefis-ruh *çevrimlerin birbirini baskılaması ve kullanması
İbni Arabi,CERN,Şaman,An
bir'in yolculuğu...
7 kat bilinç-7 kat sema
yolculuk
ilk gün...
oldum sandığın şeyin esamesi
Türklerin İslamlaşması,Devletleşmesi ve Medeniyete Geçişleri
Hasan Sabbah
Lilith'den Havva'ya
Kabile