Çevrimlerle
ilerleyen büyük bir akış olduğunu gördükten sonra bunun nasıl
gerçekleştiğini çözmek doğumun ikinci aşamasıydı. Doğal ve
toplumsal akışın birlik ve bütünlüğünü olabildiğince
derinden kavramak bu aşamanın temel uğraşıydı.
Akışa
uyum yapmak, bireyin tüm doğal ve toplumsal mirasını yeniden ama
başka bir bakışaçısı ile keşfedip yorumlanması demek. Kişi
artık akışı görmüş, yasalarını ve işleyişlerini
kavrayabildiği için bu yeni aşamada ona uyum denemelerine girişir.
Bu yeni aşama her ne kadar önceki aşamayla içiçe geçmiş gibi görünse de nitelik olarak yeni bir aşamadır. Yeni aşamanın en belirgin özelliği ise kişinin gördüğü ve kavradığı akışa uyum yapma denemeleridir.
Bu yeni aşama her ne kadar önceki aşamayla içiçe geçmiş gibi görünse de nitelik olarak yeni bir aşamadır. Yeni aşamanın en belirgin özelliği ise kişinin gördüğü ve kavradığı akışa uyum yapma denemeleridir.
Bireysel
olarak temasta bulunduğu hayatın her zerzesini başka bir anlam
kaplamaya başlar. Hiçbir şeye eskisi gibi bakamaz artık. Yaşadığı
evrenin yeni bir yorumuna ulaşmıştır artık. Dünyadaki, ülkedeki ya da kişisel
hayatındaki tüm değişimleri öncekinden çok farklı bir biçimde
yorumlar. Bakışaçısındaki bu büyük değişimle beraber kendini
yeni baştan ama bu defa akışla uyumlu bir karakter olarak
yaratmaya başlar. Tabi kişi bunu yaparken eski sınıflı toplumun
her zerresiyle muazzam bir savaş halindedir. İşte bu yüzden belki
de katlanılması en zor aşama bu aşamadır.
Hareketsizlik,
Doğal
ve toplumsal çevrimlerle ilerleyen bir akış olduğunu görmek
birey için üzerinden atlanılamayacak türden bir bilgidir. Ancak
kişisel karakter sınıflı toplum davranışları ile yüklü
olduğu için bu bilgiyle ne yapacağını bilemez. Bilginin
farkındadır fakat bununla ne yapılacağı konusu henüz netlik
kazanmamıştır. O yüzden birey bu aşamadan öncelikle
hakeketsizleşir. Daha önce örneğin ''arkadaşlar arasında
paranın lafı mı olur'' derken, şimdi akışın bilgisine sahipken
bu cümleyi kurmuş olmak bile sıkıntı verir. Demek ki bu cümlenin
lüzumlu olduğu bir ortamda yaşamaktadır henüz. Cümle ona bu ortamı yeniden hatırlatmış olur. Örneğimizde sıkıntı veren durum da budur zaten. İşte tam
da bu noktada hareketsiz kalır. Ne önceki gibi böylesi cümleleri
sarfedebilir, ne de bu cümleyi aşan bir pratik ortaya koyabilir. Ya
da örneğin insan beslenmesinin temelinin otçul olduğunu bildiği
için önüne gelen etle ne yapacağını bilemez. Ya da doğal ve
toplumsal akış tekeşliliği işaret ederken birden çok flörtüyle
ne yapacağını bilemez hale gelir. İşte bu aşamanın bireyi,
(özellikle başlangıç zamanlarında) hemen hemen her konuda
hareketsizleştirmesi bu yüzdendir. Ne eski bakışı ve davranışı
vardır ne de yeni davranışı. Bu yüzden en basit konularda bile hareketsiz ve kararsız kalır. Bu durum tedirginlik yaratsa da esasında bireyin
sağlıklı olduğuna işaret eder. Çünkü artık eskiye ait davranışlarını kolayca tanır ve onlara tenezzül etmez, ancak henüz yeni bakışına ait davranışı da gelişmemiştir. Akışla bütünleşmek isteyen tarafı yaşamaya devam ettikçe bu kararsızlık geçer ve yeni davranış kendi özgün kişiliğine yavaş yavaş belirmeye başlar. Er ya da geç.
Sakin
Olmak,
Ancak
bu hareketsizlik kişinin karakterine göre ve akışı en derin
köklerine varıncaya dek okumasıyla beraber birden ya da parça
parça çözülür. Kişilik karmaşaları, korku ve endişeler
yaşanması olağan durumlardır. O yüzden tespih edercesine
yapılacak ilk iş ''sakin olmak'' olmalıdır. Durum ne olursa
olsun, sorun ne olursa olsun ya da tersine onur, gurur, yücelim her
ne olursa olsun durumu sükünetle karşılamalı. Doğal ve
toplumsal akışın günümüzdeki müfredatı bildiğimiz gibi hemen tüm insanlığın
bilgi yüküdür, ya da hafifliğidir. Tabi hafiflik olduğunun
farkına varmak daha sonraki perde, ancak yine de bilmekte fayda var.
Sakin olmayı önermenin nedeni tam olarak sentez bilginin yapısıyla
ilgilidir. Sentez bilgiyle hissetmeye, düşünmeye ve hareket etmeye
alışık olmayan kişi nasıl bir atmosfer içinde olduğunu anlayamaz. Burası açık, ancak sentez bilgiyle karşılaşıp o yola giren kişi ise henüz bu yeni bakışla hareket edemiyordur. Çelişki burada. Çünkü eski tamamen yok olmadığı gibi yeni çevrimin
içine de tam olarak girememiştir. Bocalama bu yüzdendir, çaresi
ise tek kelimeyle sakin olmak...
Akışı
Anlatmak,
Akıştaki
dinamikleri, işleyişleri, bütünlüğü kavrayan insanın ilk davranışlarından biri,
bunu başka birilerine anlatmaya çalışmak olur. Kendi anladığı
kadarıyla akışın büyük resmini anlatır. Ancak bunu
bilinçaltıyla ve genellikle yücelmek için yapar. Daha doğrusu
yapamaz. Çünkü sentez bilginin kendisi buna izin vermeyen bir
yapıdadır. Kişi, anlattığı bilginin bizzat kendisi olmamışsa
bunu birilerine de anlatamaz. Sınıflı toplumun icat ettiği bilgi
türlerinde mümkün olanın burada mümkün olmadığını görür.
Bunu yaşayarak anlar. Büyük resmi ve oradaki motifleri anlatmaya
çalışır, hatta lafzi olarak anlatabilir de. Ancak eğer anlattığı
bilginin kendisi olamamışsa hiçbir şey anlatamadığını da
farkeder. Sonuçta, bilgiye sahip olmakla, ''olmak'' arasındaki
farkın altını yine sentez bilgi çizer. Sentez bilginin altını
çizdiği bu fark, kişiyi karakterli olmaya motive edebileceği
gibi, buradan aldığını şurada satmaya da motive edebilir.
Bireyde, bu eğilimlerin hangisinin realize olacağını da yine
sentez bilginin bakışıyla söylersek beyin ve ruhsallığın
temelleriyle ilgilidir. Yani aktüel ifade ile karakterle ilgilidir.
Elbette bunların hepsi mümkün ve olabilir. Ancak akışı anlatmanın
en uygun yolunu da bu arada keşfeder. Akışa gerçekten uyum
yapabildiği kadarıyla onu ifade edebileceğini görür, üstelik
konuşmadan, yorulmadan, sadece yaşayarak yapar bunu. En olağan
yolu bulmuştur, ancak bulduğu şey de akışa uyum yapmak olduğu
için artık akışı anlatmasına da gerek kalmamıştır.
Fakat
eski tür bilgiler ve aktarma yöntemleriyle yüklü olduğu için bu
aşamada zaman zaman anlatma telaşına düşülecektir. Daha genel bir kural olarak söylersek uyum konusunda alınan yolda her zaman geriye dönüşler olacaktır. İlk geri dönüşlerde daha uzun kalınır, daha fazla hasar alınır. Daha sonrada geri dönüşler olur ancak o geri noktada daha az kalınır, alınan hasar da az olur.
Açık
Görüşlülük,
Doğal
ve toplumsal çevrimlerin nereden gelip nereye gittiği konusundaki
görüşün netleşmesi doğru edimleri de beraberinde getirir.
Edimlerin kapsamı kişisel de olabilir toplumsal da olabilir.
Bunları bir sosyal, siyasal eylem ya da faaliyetin konusu olarak
algılarsa, kişi içinden çıktığı sınıflı toplum bataklığı
ile yeniden yüzleşir. Tüm sisteme karşı bile olsa kişi, sadece
onu yapar, hiç bir şeye karşı olmadan ve kendiliğinden. Bu
yüzden akışla uyumlu edim ve davranışlar yapılış tarzından
dolayı bir tür dokunulmazlık kazanır.
Sınıflı
toplum çevrimine ve genel olarak çevrim yasalarına hakim
olduğu için her hangi bir çevrimin herhangi bir enstrümanını
kolayca tesbit edebilir. Örneğin eski ideolojilerle Ortadoğu'daki
siyasal durumlar analiz edilince varılan sonuçların ne kadar
isabetsiz olduğunu gelişmeleri izleyerek kolayca görebilir.
Üstelik bunu eski idelojilerin uzun uzadıya tefrikalarına ihtiyaç
duymadan belki yarım saat haberleri izleyerek yapabileceğini görür.
Hangi aktörün nasıl davranıp, hangi amaçlar için uğraştığını
ve yeni tablonun nasıl olacağını çevrim bilgisiyle net olarak
gördüğünde önceki analizlerin değersizliğini de görmüş
olur.
Her
uyum denemesi o alana ait daha açık bir görüş edinilmesini
sağlar. Bu açık görüşlülük halinin kişide kurallaşmasıyla beraber hayatını yeniden düzenlemesi gerektiğini de anlamış olur.
İlk
Denemeler ve Ritim Arayışı,
Bilginin
kendi dokusu yeni bir beyin ve ruhsallık organizasyonu geliştirdikçe
uyum denemeleri gerçekten başlamış olur. Kişi edindiği bilgiyi öz
deneyimleriyle test eder, pratik olarak sorgular.
Uyum denemelerinin ilk olumlu sonuçlarıyla birlikte kişisel ve
toplumsal hayattaki çözüm gücünü ve keyfini de yaşamaya
başlar. İşte tam bu noktada akışa uyum denemelerine bilinçli
olarak hız verebilir. Ya da karakter yapısına göre biraz
bekleyip, olup biteni hazmettikten sonra yoluna devam edebilir.
Kişi,
artık doğal ve toplumsal akışı daha iyi duyup onunla aynı ritmi
bulmaya çalışacaktır. Kendi özgün ritmini buluncaya kadar bazen
gereğinden hızlı gidebilir, bazen de yavaş. Fakat eninde sonunda
kişisel ritmini bulur ve bu başkalarıyla aynı ritim olmaz.
Böylece akışa uyumda ilk denemeler, yeni çevrime ait ilk
sorunları da beraberinde getirir. İnsanlaşma çevriminin ilk
sorunları ile kişi böylece tanışır ve yeni çevrimin
çelişkileri sahici olarak algı alanına girer.
Patinaj,
Belli
bir ritmin olup olmaması ayrı, yerinde saymak ise apayrı konular.
Belki de en tehlikelisi yerinde saymak yani patinaj yapmak. Nedeni
ise akışa uyum konusunda önceki aşamaları yüzeysel yaşaması
dolu dolu geçirmemesidir genellikle. Kendini ve akışı tanıma
konusuna yeterince önem verilmeyince bünyenin hastalıkları ve
yetenekleri de tanınmamış demektir. Oysa insan hastalıklarıyla
ve yetenekleriyle kendini tanıdıkça yol alabilir. İşte patinaj
yapmak olarak görebileceğimiz uyum problemi tam da bu yüzden ancak
ve ancak kaynağında çözülebilir, yani kendini tanıyarak. Bizim kendini tanımaktan anladığımız ise bütün bir akışın kişideki yansımalarını anlamaktan başka birşey değildir.
Uyumda
Geri Dönüşler,
Her
aşamada geri dönüş mümkündür. Akışla uyumlanmada daha önceki
aşamalarda üzerinden atlanan, sansürlenen konular sonraki
aşamalarda mutlaka kendisini ortaya koyar. İşte bu türden bir
gerçek bizi aşağıya çeker ya da geri dönüşe sebep olur. Geri
dönüşlerde üzerinden atlanan gerçek her neyse onunla yüzleşme
yaşanır. Eğer geri
dönüşe sebep olan şey, özellikle önceki çevrimlerin mirası
alan ''açlıklarımız'' ise önümüzde iki yol var demektir. Açlık
her neyse ya yeniden yaşanarak giderilir ya da bilince çıkarılarak
aşılır. Yeniden yaşama durumunda ilk geri dönüşlerde kişi
uzun süre kalır. Sonraki geri dönüşler ise daha kısa sürer.
Diyelim uyumlanmada geri dönüşe sebep örneğin cinsel açlık
olsun. İlk geri dönüşte kişi daha çok oyalandığı halde
akışın bilgisiyle tanışmadığı zamanlara oranla daha az haz
alır. Giderek geri dönüşlerin arası açıldığı gibi geri
dönüşlerde kalma süresi de kısalır. Hem daha az kalır orada
hem de geri dönüşlerde eksik kalmış yaşanmışlığa dair doğru
bir tutum geliştirir. Akışa uyum yolunda daha sonra aynı türden
bir açlık ruhunu yokladığında ise daha dirençli olur. Önceki geri
dönüşü onun için bir tür aşı olmuştur. Aynı mikroba tekrar
yenilmez, yani tekrar geri dönmez. Dönse bile önceki kadar kalmaz.
Böylece bir süre sonra o konuya hemen hemen hiç dönülmez.
Kişisel
Erk-Toplumsal Erk,*
Doğal
ve toplumsal çevrimlerle uyumlu yaşam deneyimi geliştikçe kişisel
erk diyebildiğimiz bir tür sanat ortaya çıkmaya başlar. Akışla
uyumlu yaşamanın en kaba ve olağan sonuçlarını somut dünyasında
görmeye başlar insan. Bunun içinde ekonominin gidişatını görmekten tutun da, İsrail'in neden şu hareketi
yaptığına kadar sınıflı topluma ait her tür parametreyi
okumayı sayabiliriz. Daha ötesi dünyanın, toplumların,
sınıfların, kişilerin sorunları ve çözüm yollarına dair
kendi çapınızda minik ve pratik adımlar da atmaya başlarsınız.
Ancak bu adımlar siyasal bir hareketten ziyade hayata ilişkin
hareketler olarak belirir, dolayısıyla sınıflı toplumun bir yöntemi
olan siyaset yöntemiyle anlaşılamaz. Bir tür paralel evren
kurulumudur kişisel erk sahibi insanın hayatı. Dolayısıyla
hiçbir siyasi araçla mas edilemez ya da yanında olunamaz. Ancak
dediğim gibi bunlar kaba ve sınıflı toplum yapısından aşina
olduğumuz ilk sonuçlarıdır.
Akışla
uyumu deneyimlemeye başlayan kişi yeniden doğum sürecine girmiş demektir. Yeniden doğumun bir tür antrenmanı diyebileceğimiz bu aşamasında uç veren en önemli olay ise daha
önce hissedilmeyen bir enerji türüyle tanışmasıdır. Bu enerji türü bilinç ve bilinçaltının uyumuyla tanımlanabilir. Bilinç ve bilinçaltının uyum halini yakalamasının
ilk sonuçlarından biri olarak görülür. Bildiğimiz gibi bilinçaltı hep faaliyettedir ve otomatik işler.
Yap ya da yapma yani bir ve sıfır ilkesiyle çalışır. Bilinç ise hesaplı ve akılcı yönümüzdür. Akışın
bilgisine sahip kişi bilinçaltının otomatik çabasını bilinçle uyumlulaştırıp
istenilen yöne aktarabilir. İşte bu yeni enerji türüdür. Elbette, bu yeni enerji türü doğal
ve toplumsal akışla uyumlu yönde kullanıldığında istenilen sonuç alınabilir. Antik çevrimde, meditasyonla, duayla ya da niyetlenme yollarıyla da yapılmak istenen buydu.
Uyum
denemelerinde ortaya çıkan kişisel erk tohumları, tohum olmasına
rağmen kişiyi derleyip toparlayan yeni yaşamın ilk
habercileridir. Akışı görmek, kavramak ve uyum geliştirmeye
çalışmak yepyeni bir kişilik organizasyonuna doğru gider. İşte
her çevrimin kişide bıraktığı karakter mirasları bu
organizasyonun gelişmesiyle beraber derlenip toparlanarak bütünlüklü
bir kişilik halini alır. Ancak bundan sonradır ki akışın sesini
daha iyi duyabilen, hatta ona niyetini doğru yollarla anlatabilen
kişisel erk berraklaşma yoluna girer. Uyumun bu
aşamasında kararsız bir yapıda olsa da giderek kararlılaşır ve
bir tür sanat haline gelmeye başlar. Böylece bireysel erkini
farkeden insanla doğal ve toplumsal akış arasında bir tür
ileştişim kanalı kurulur. Akış ya da hayatla arasındaki
bölünmüşlük kalkar. O'nun bir parçası olarak düşündüğü şeyin gerçekleşebildiğini farkeder.
Geçmişte ustalar bunun ilk halini somuttan-soyuta, soyuttan somuta
şeklinde formüle etmişlerdi. Bugün ise atom, hücre ve kişi paralelliğini ortaya koyan verilerin ışığında (ustaların yorumunu da kapsayan) yeni bir senteze ulaşıyoruz.
Somutun merkezinin bildiğimiz anlamda bir somutluk taşımadığını,
buna karşın soyut olarak tanımladığımızın da somutun
başlangıç noktası olduğunu söyleyebiliyoruz. Aktüel ifade ile
konuşursak, duygu düşünceye, düşünce kimliğe, kimlik
karaktere, karakter kadere dönüşebiliyor, ya da tersinden ifadeyle
kişisel kaderimiz bir tek duyguyla bile değişebilir,
diyebiliyoruz.
Basitten
Karmaşığa,
Bu
aşamanın anahtar cümlesi ''basitten karmaşığa doğru gitmek''
olabilir. Çünkü bir ayak eski toplumdayken diğer ayak yeni
çevrimdedir. Ne eskiden tam kopuş vardır ne de yeniyi yaratma
konusunda yeterli enerji ve kararlılık hali. O yüzden yine
insanın temelleriyle uyumlu bir yöntem olarak basitten karmaşığa
yöntemi önem kazanıyor.
Kişisel erkin tohumları yavaş yavaş filizlenirken sınıflı topluma önce zihinsel daha sonra somut ihtiyaç giderek azalma eğilimine girer. Hemen bununla dolanık olarak yeni bir toplumsallık arayışı da başlamış olacaktır. Her ikisi süreç birbirine dolanık halde belirir. Biri diğerine göre ters yönde ve benzer hızda ilerler. Eski toplum öldükçe yeni toplum ihtiyacı belirir elbette, ancak yeni toplumsallığın başlangıcı ustaların doğallıkla öngöremedikleri tarihsel bir kontenjanla açılır. Ustalar toplumsal devrim dolayımıyla ''insana'' ulaşılabileceğini, önce siyasal devrim daha sonra ise kültürel devrimin olgunlaşabileceğini formülleştirdiler. Fakat bugün biliyoruzki ilkel komün çevriminde kişi unsuru hemen hemen hiç yokken bugün kişiler çağıyla birlikte kişi unsuru toplumun rahminde olgunlaşarak tarihin tıkandığı ve açıldığı yer olmuştur.** İlkel komünde, toplum hemen her şeydi ve kişi unsuru yoktu. Günümüze doğru geldikçe toplumsallık yok olurken kişi olgunlaşıp toplumsallığın önüne geçmiş oldu. Bugün toplumsallığın tamamen yok olduğunu söyleyemeyiz ancak, kişi-toplum ilişkisindeki yasanın bu yönde işlediğini söyleyebiliyoruz. O yüzden (Avrupa'da 1968'lerde açılan kişiler çağı bizde 1990'larda başlar) kişi eski çevrimlera ait hiçbir toplumsallığa katlanamaz. Her biri birer yük haline gelir. İşte akışı bir bütün olarak görmek ve uymak düzeyine ulaşmış kişi aynı zamanda ''kişiden yeni çevrimin toplumsallığına'' doğru da yönelir.
Kişisel erkin tohumları yavaş yavaş filizlenirken sınıflı topluma önce zihinsel daha sonra somut ihtiyaç giderek azalma eğilimine girer. Hemen bununla dolanık olarak yeni bir toplumsallık arayışı da başlamış olacaktır. Her ikisi süreç birbirine dolanık halde belirir. Biri diğerine göre ters yönde ve benzer hızda ilerler. Eski toplum öldükçe yeni toplum ihtiyacı belirir elbette, ancak yeni toplumsallığın başlangıcı ustaların doğallıkla öngöremedikleri tarihsel bir kontenjanla açılır. Ustalar toplumsal devrim dolayımıyla ''insana'' ulaşılabileceğini, önce siyasal devrim daha sonra ise kültürel devrimin olgunlaşabileceğini formülleştirdiler. Fakat bugün biliyoruzki ilkel komün çevriminde kişi unsuru hemen hemen hiç yokken bugün kişiler çağıyla birlikte kişi unsuru toplumun rahminde olgunlaşarak tarihin tıkandığı ve açıldığı yer olmuştur.** İlkel komünde, toplum hemen her şeydi ve kişi unsuru yoktu. Günümüze doğru geldikçe toplumsallık yok olurken kişi olgunlaşıp toplumsallığın önüne geçmiş oldu. Bugün toplumsallığın tamamen yok olduğunu söyleyemeyiz ancak, kişi-toplum ilişkisindeki yasanın bu yönde işlediğini söyleyebiliyoruz. O yüzden (Avrupa'da 1968'lerde açılan kişiler çağı bizde 1990'larda başlar) kişi eski çevrimlera ait hiçbir toplumsallığa katlanamaz. Her biri birer yük haline gelir. İşte akışı bir bütün olarak görmek ve uymak düzeyine ulaşmış kişi aynı zamanda ''kişiden yeni çevrimin toplumsallığına'' doğru da yönelir.
Dolayısıyla
akışa uyumun bu aşamasının en önemli uğraşlardan biri de yeni
toplumsallık biçimlerinin deneyimlenmesidir.
Akışa
uyum yapmanın bu en çetrefilli döneminde geliştirilen ve yeni
diyebileceğimiz sınıflı toplum ilişkilerini aşan bu
toplumsallık biçimleri basit görülebilir, henüz yeterli
olmayabilir ancak son derece hayati önemdedir. Bu toplumsallık
sınıflı toplumun zehirlerinden yeni doğumları korumaya yarayan
bir tür oksijen maskesi olur. Yeni çevrimin toplumsallığı, sınıflı toplumun parasından,
devletine ya da insan ilişkilerine kadar her türden basit araç
gerecini ve alışkanlıklarını aştıkça gelişen paralel bir
evren olarak varlık sahasındaki yerini alır. Burada eski toplumun tüm üretim ve tüketim
araçları yeni toplumsallığın gönüllü malzemeleri haline
gelirler. Yeni toplumsallık ise eski toplumu hem kapsayıp hem
aşabildiği oranda gelişip güçlenme olanağı bulur.
Huzur
Akışa Uyumda,
Doğal
ve toplumsal çevrimlerle ilerleyen büyük akış bütünsel olarak
kavranıp uyum geliştikçe insan zihniyle arasında karşılıklı
birbirini anlayan, birbirine huzur aşılayan, birbirini
güzelleştiren bir bağ örülmeye başlıyor demektir.
Sonuçta
tekrar etmekte fayda var; doğal ve toplumsal akış bir ve bütündür
esasında. Her ne kadar aşamalara ayırsak da akışa uyumda da
benzer bir birlik ve bütünlük vardır. İşte uyumun bu aşaması
bu bütünlük içinde değerlendirilmek koşuluyla bir tür ara dönem
gibidir. Ne tam eski toplum vardır ne de yeni toplum ve onun
karakteri.Tersi de doğrudur hem eski toplum vardır hem de yeni
toplum ve birey...
------------------------------------------------------------------------------
*Toplumsal
çevrimler en uygun yerellikte başlar. Kararlı hale gelince kendi
doğal sınırlarına ulaşır ve benzerlerine örnek olur. Antik
çevrimde merkeze bağlı şehir devletleri şeklinde, daha sonra
kolonileşme şeklinde ve emperyalleşme şeklinde devam eder.
Sonuçta yeryüzü ölçeğinde yaşanan toplum biçimi olur.
**Her
çevrim olağan sınırlarına erişince yeni çevrimin önü açılmış
olur. Böylece yeni çevrim, bir önceki çevrimin içindeki
potansiyel olmaktan çıkıp gerçek olay haline gelir. Yeni çevrimin
ilk hali kararsızdır, kararlı hale geldikçe eski çevrimin temel
niteliklerini bastırır, sansürler. Yeni çevrimin temel niteliği
kararlı hale geldiğinde ise eski çevrimin tüm niteliklerini kendi
yörüngesine alarak onu içerir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder